İki aşuğ: Nâmî ve Serverî

Anadolu folklorunda “Aşık Edebiyatı” diye bilinen ve geleneksel söz sanatlarının başlıcasını oluşturan branş, yalnızca Müslüman Anadolululara özgü değildi. Aşık Edebiyatı dalında eser vermiş çok sayıda gayrimüslim vardı.

Hece veya aruz ile divanlar, destanlar söyleyen bu sanatçıların çoğu ne yazık ki tarihin içinde karanlıklara karıştı. Ancak eserlerini yazılı bir hale getirebilen az sayıdaki sanatçının kimi eserlerinin izini sürerek varlıklarından haberdar olabiliyoruz. Ermeni “aşuğ”larının en ünlülerinden ikisi de, ancak arkalarında bıraktıkları yazılı eserler sayesinde günümüze ulaşabildi. Bir tür usta-çırak veya öğretmen-öğrenci ilişkisi, hatta aralarında kuvvetli bir bağ kurabilmiş iki Ermeni sanatçısı olan Nâmî ve Serverî, günümüze yazılı eserleri ulaşabilmiş, bu sayede çeşitli belgeliklerde yerlerini koruyabilmiş şanslı kişilerdendir.

Aşuğ Agop Nâmî, 1840 yılı civarında İstanbul’da Kumkapı semtinde doğdu. Hastalanarak vefat ettiğinde henüz 30 yaşını doldurmamıştı. Ermeni harfleriyle Türkçe divanı olan Nâmî‘nin aşık edebiyatına uygun tarzda yazılmış çok sayıda şiiri, deyişi olduğu biliniyor.  Nâmî‘nin asıl adı Agop‘tu. İlk derslerini Heretik Hoca diye tanınan ve Mesrûrî mahlâsıyla yazdığı Türkçe şiirleri de bulunan Reteos Kirkoryan‘dan aldı. Reteos Kirkoryan, çeşitli mesleklere girip çıktıktan sonra mobilyacı-marangozluğu seçen Nâmî‘ye özel olarak Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri verdi. Mesleğini icra ederken Beyoğlu’na yerleşen Nâmî‘nin bir başka hocası da, genç yaşta aşıklığa heveslenerek, İstanbul’a yerleşmiş olan Bursalı Serverî idi…

Bir çırak olarak Nâmî, aşıklık sanatının o çağın beğenilerine göre kabul görmüş, tür ve söyleyiş özelliklerini şair ve “gönül adamı” Serverî‘den öğrendi. 19 yaşında evlenen Agop Nâmî, İstanbul’un çeşitli semtlerindeki aşık kahvelerine devam etti. Aşık kahvelerinde fasıllar tertip edilir, hep beraber çalınır, söylenir, en güzel ve söylenmemiş söze ulaşılmaya çalışılırdı. Kısa sürede Nâmî büyük bir ün kazandı, meydan şairleri arasında üstadlık mevkiine kadar yükseldi. Bu hızlı yükselişi ile ustası Serverî‘den daha şöhretli bir “aşuğ” oldu. Ne ki, bu hızlı yükseliş, hastalıklarla kesintiye uğrayacaktı: Önce çiçek, ardından da tifoya yakalandı. Nâmî, 29 yaşındayken öldü Döneminin aşuğları, bu yüzyılın okur-yazar aşıklarının geliştirdiği biçim ve söyleyiş özelliklerini aynen benimsemişlerdi; Nâmî de bu yoldan giderek yer yer Osmanlıca kelime, deyim ve benzetmeleri şiirlerinde kullanırdı. Aruzla söylediği şiirlerde ölçü yanlışlığına nadiren rastlanırsa da, bu durum onun aşuğluk derecesini etkilememişti. Bîdarî mahlâslı Mihran Arabacıyan tarafından derlenen ve ilkin “Divanı Belaget-unvanı Namiyi Merhum” (1877) adıyla yayımlanan, daha sonra bazı eklerle “Divançeyi Namîi Merhum” (1887) adıyla yeniden basılan Ermeni harfleriyle Türkçe kitap, Nâmî‘nin şiirlerini günümüze nakletmiş önemli bir kaynak özelliği taşır. Eserin ikinci basımında yer alan 86 şiirden 44’ü divan, 21 ‘i koşma, 8’i gazel, 6’sı semai, 3’ü kalender, 3’ü destan ve 1’i tahmis başlığını taşır.

Nâmî‘nin şiirleri arasında doğrudan doğruya İstanbul’u ilgilendiren “Dasitanı lstanbul / der Vasfı Kolera ve Harikı Hoca Paşa ile Kalata” başlıklı bir destan vardır. 54 dörtlükten oluşur. Bu destanın girişindeki ilk yedi dörtlükte bir güzelleme, methiye havası hakimdir, İstanbul çeşitli yönleriyle övülür. Sonraki 10 dörtlükte ise Abdülaziz‘e kadarki Osmanlı padişahlarının adları yine övgülerle anılır. Sonra da asıl mesele dile getirilir: Abdülaziz döneminde (1861-1876) ard arda İstanbul halkını sarsan felâketler sıralanır… Büyük Galata yangını, pek çok cana mal olan kolera salgını ve Hocapaşa semtini neredeyse silen yangın adâbınca anlatılır. Nâmî‘nin diğer destanlarından 24 dörtlükten oluşan “Dasitan / der Hakkı Sarhoş ile Ayık” geleneksel deyişmeli destan türünün ilginç bir örneğidir. Bu destanda sarhoş ve ayık kendilerini över ve hallerini arz ederler. “Dasitan / der Hakkı Mirzo Reyis” ise Beyoğlu’nda yaşayan ve asıl adı Kirkor olup Mirzo diye anılan bir tulumbacının ölümü üzerine söylenmiştir. 21 dörtlükten oluşan bu destanda Mirzo Reyis‘in takımıyla bir yangına gidip geldikten sonra bilinmeyen bir sebepten aniden ölüşü, kendi ağzından acıklı bir dille anlatılır. 19. yüzyılda İstanbul’da yetişen ve Türkçe şiirler söyleyen Ermeni aşuğlar arasında, genç yaşta ölmesine rağmen haklı bir ün kazanmış olan Nâmî için ustası Serverî 34 dörtlükten oluşan bir destan söylemiş, hakkında bilinenlerle kendi duygularını ekleyerek bu ilginç kişiliğe adeta yeni bir hüviyet kazandırmıştır. Serverî‘nin doğum tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bursa’da doğduğu ve ilk gençlik çağında İstanbul’a yerleştiği anlaşılıyor. Uzun yıllar İplikhane-i Amire’de, Feshane’de işçi olarak çalıştığı ifade ediliyor. Özellikle güzel ve duygulu sesi ile dikkati çeken Serverî, çağdaşları Bîdarî, Lisânî ve yukarıda andığımız Nâmî gibi isimlerin arasında müstesna bir yer tutar. Bu konulardaki araştırma ve derlemeleriyle bilinen İstephan Gurdikyan, dönemin aşuğları ile ilgili bir yazısında, Serverî‘nin yetenekli olmakla birIikte düzenli eğitim görmediği için aruzla yazdığı şiirlerde önemli hatalar olduğunu saptar. Buna rağmen Serverî‘nin aruz ve hece ölçüsüyle söylediği şiirlerde kimi zaman eski kelime ve tamlamalar da kullanması çağdaşlarının ve öncekilerinin dillerini iyi bildiğine, bilhassa 19 yüzyıl aşık ve şairlerine aşina olduğuna işaret eder. Ölümünden sonra şiirlerini toplayarak “Divançeyi Merhum Serveri Efendi” (1889) adıyla Ermeni harfli Türkçe küçük bir kitap halinde yayımlayan Mihran Bidar Arabacıyan‘ın (Bîdarî) yazdığı iki sayfalık “terceme-i hal”de 70 yaşını geçmişken Üsküdar’da öldüğü ve vasiyeti üzerine Bağlarbaşı Ermeni Mezarlığı’na gömüldüğü anlaşılıyor. Ancak Serverî‘nin ne zaman doğduğunu bilmediğimiz gibi, ne zaman vefat ettiğiğni de kesin olarak bilemiyoruz. Örneğin İstepan Gurdikyan 1883’te sağ olduğunu yazar. Buna mukabil, 1881’de İstanbul’da yayımlanan “Mecmuai Gazeliyat” adlı küçük bir Ermeni harfli Türkçe antolojinin arka kapağında duyurulan kitaplar arasında “Divançei Serverîi Merhum” adlı bir risalenin de bulunmasından yola çıkılarak bu tarihten önce öldüğü, Kevork Pamukciyan‘ın yayımlanmamış biyografi notları arasında yer aldığı hakkında bilgiler vardır. Serverî‘nin deyişleri ölümünden sonraki yıllara yayılan bazı cönklere de geçmiş; “Hüsne mağrur olma ey yüzü mahım” dizesiyle başlayan ve divançesinde de yer alan (s. 15) koşması Develili Seyranî adına da yayımlanmıştır. Aynı koşma Konyalı Şem’î ve nereli olduğu bilinmeyen Fevkî adlı aşıklara da mal edilmiş ve öylece bestelenmiş olduğu zikredilir. Divançesinde yer alan 23 şiir arasında aruzla yazılmış şiirlerden 4 divan ve 8 semai; hece ölçülü şiirlerden de 10 koşma ve 1 destan vardır.

Serverî‘nin “Divançe”sinde, az sayıda şiir bulunması yüzünden bütün şiirlerin toplanmadığını ve/veya bazı eserlerinin kaybolduğunu düşünülüyor. Serverî‘nin eldeki tek destanı, yukarıda zikrettiğimiz, aşıklık sanatının inceliklerini öğrettiği ve genç yaşta yitirdiği çırağı Nâmî üzerinedir. 34 dörtlükten oluşan bu destanda Agop Nâmî‘nin hayatı, mesleği, aşıklığa başlayışı ve hastalanıp ölmesi acıklı bir dille anlatılır.  Istefan Gurdikyan‘ın “Tırkaket Hay Panasdegzner yev Aşugner” (Türkçe Bilen Ermeni Şairler ve Aşuğlar) adlı çalışması, bu konuda merakı olanlara geniş bilgi sunacak kapsamlı bir eserdir.

 http://www.minidev.com/kulturler/kulturler_ermeni_mimar18.asp

Hoş Geldiniz

Batı Ermenistan ve Batı Ermenileri’yle ilgili bilgi alış verişi gerçekleştirme merkezinin internet sitesi.
Bu adresten bize ulaşabilirsiniz:

Son gönderiler

Sosyal Medya

Takvim

September 2025
M T W T F S S
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930