Ezbider (halen Sivas’a bağlı bir köy-‘Akunq’ web sayfası) 1915 Nisan ayında, söndürülmüş bir mumun çıkardığı is kokusuyla karanlığa gömülüyordu. İnsanlar telaşa kapılmış masumiyetin vermiş olduğu sessizlikle bu duruma hiçbir anlam veremiyorlardı. Surpik henüz 18 yaşında, Surp Garabet Kilisesi’nin papazının Karekin’in kızıdır. Sarkis isimli bir gençle nişanlıdır.
Papaz Karekin, köyün gençlerinden küçük bir grup toplar. Bu grupta Surpik’in nişanlısı Sarkis de vardır. Papaz Karekin bu gençlerle Şebinkarahisar’a bu durumdan bilgi almak için silahsız olarak gider. Bir dahada dönen olmaz…! Köy halkının tamamı öğleden sonra akşama doğru zorla sürgüne başlatılır. Surpik bu süreçte çok büyük acılara şahit olur. Günler süren yürüyüşten sonra, Surpik ve annesi jandarmaya iki altın vererek yoldan geri döner ve dağlardan tepelerden gündüz saklanır gece yürüyerek köylerine Ezbider’e gelmeyi başarırlar. Surpik köyün girişinde annesini bırakır. Çünkü yaşlı annesinin adım atacak hali kalmamıştır. Güneş doğmak üzereyken, Surpik tek başına köye girer, aklına ilk olarak çocukluğunun geçtiği babasının uzun yıllar görev yaptığı kilise gelir. Kendisinin sığınacağı yer olarak görüp kiliseye koşar, karşılaştığı durum onu daha da üzer. Surp Garabet Kilisesi yakılmış harabeye dönmüştür. Surpik kilisenin yıkıntısının içinde dolaşırken taşların arasında bakır su tasını görür hemen tası alır koynuna sokar oradan hızla uzaklaşır. Surpik annesiyle yıllarca köyde kalır, karın tokluğuna tarlalarda çalışır, yünden, pamukdan iplik eğirir, bez dokur ve korkuyla yaşamaya çalışırlar. Surpik için yaşamak kolay değildir, baskılarla ismi değiştirilir Gülperi adını alır, köye yeni gelmiş molladan islam din kurallarını öğrenmesi için baskı yapılır. Yaşam onun için dahada zordur. Geceleri yıldızlara bakarak dua etmek onun tek tesellisidir. Ağlamaktan iri kara gözleri artık yıldızların parlaklığını bile göremez hale gelir uykuya dalar….! Mevsim kış aylardan zehmeri dışarda dondurucu bir soğuk hava, yaşadıkları damın içide dışardan farksız. Surpik annesiyla yünden kışlık çorap ipi eğiriyorlar. Damın kapısının önünden geçen Eğya’yı annesi tanır. Hızlı adımlarla giden Eğya’nın peşinden bağırır. – Eğya Eğya….. sen yaşıyorsun…..! Eğya merakla yaklaşır, damın içine girer ve Surpik’le göz göze gelir. Kendisinden daha fazla acılar çeken Hayrabetoğulları’ndan zurnacı Markar ağanın oğlu Eğya ile tanışır. Surpik, Eğya’dan birkaç yaş büyüktür. Eğya köyün en varlıklı vede çok dürüst insanlar olmalarıyla yörede tanınmış soylu Hayrabet ailesinden tesadüfen hayatta kalmış bir gençtir. O yıllarda çok şiddetli asimile baskıları uygulandığından, Eğya – Şevki, Surpik ise – Gülperi adını alır. 1920 yılında evlenirler. Evlendiklerinde tek varlıkları Gülperi’nin (Surpik) kilisenin yıkılmış taşları arasında bulduğu su tasıdır. Bütün acılarını kederlerini bu tasın içine koyup hayata başlarlar. Bu yaşanmış hikayenin benimle ilgisi, Eğya (Şevki) ve Surpik (Gülperi) benim dedem ve babaannem olmaları ve onlarla gurur duymamdır.
NOT: Resimde görülen bakır tas, Surp Garabet Kilisesi’nin vaftiz törenlerinde yüzlerce yıl, binlerce insanın vaftizinde su dökülmüştür. Bana bu tas, İÇİNDEKİLERLE birlikte dedem ve babaannemden hatıradır, onur duyarım.
Akunq.net