İttihatçıların, Ermenileri imha etme konusundaki siyasetleri, 1919-1921 tarihlerinde olağanüstü askeri mahkemelerde görülmüş olan 60’ın üzerindeki dava sonucunda kabul edilen kararlar sayesinde Osmanlı tarafından resmi olarak telin edilmiştir. Tüm bu davalar, Birinci Dünya Savaşı esnasında Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin tehciri ve taktili (kitlesel katliamlar) suçlamasıyla açılmıştır. İttihat ve Terakki Partisi ve hükümeti üyeleri, Nisan-Temmuz 1919 tarihlerindeki yargılanmalarında, Ermenilerin tehciri ve imhası konusunda rol oynamış olan “Teşkilat-ı Mahsusa” örgütünü kurmuş olmanın haricinde, ülkeyi sebepsiz yere savaşa sürüklemek, ekonomik çıkar sağlamak, karaborsada faaliyette bulunmak ve ülke güvenliğini tehlikeye atmakla suçlanmaktaydı. Ermenistanlı profesör Nikolay Hovhannisyan’ın belirtmiş olduğu gibi, bu yargılamalar sonucunda verilen hükümler sayesinde Osmanlı hükümeti, Ermeni Soykırımı’nı resmen tanımıştır. Bu davalar, aynı zamanda Ermeni Soykırımı olgusunun tasdik edilmesi açısından da önemlidir, çünkü yöneltilen suçlamalar, dava süresince dinlenen şahitler ve davalıların ifadeleri, okunan şifreli telgraflar ve özellikle de kararları ihtiva eden belgeler, Ermenilerin toplu kıyımlarının, İttihat Partisi ve hükümeti tarafından taammüden ve planlı bir şekilde gerçekleştirilmiş olduğunun inkâr edilemez kanıtlarını teşkil etmektedir.
İmparatorluğun nihai çöküşüle karşı karşıya bulunmasından dolayı, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki ateşkes döneminde hızla değişen hükümetlerin Ermeni Soykırımı sorumlularını açığa çıkarma ve mahkûm etme girişimlerinin ardında, öncelikle barış antlaşması maddeleri ile galip devletlerin yaklaşımını yumuşatma arzusu yatmaktaydı. Özellikle, uluslararası toplumun suçluları beynelmilel bir mahkemeye teslim etme talebi, Türkiye üzerinde büyük bir etki yaratmıştı.
Belirtmek gerekir ki, daha Birinci Dünya Savaşı yıllarında Batı Ermenilerinin toplu tehciri ve katliamı haberleri tüm dünyaya yayılıp Fransa, Büyük Britanya ve Rusya hükümetleri nezdinde müttefik devletler, 24 Mayıs 1915 tarihinde Babıâli’ye protesto notası yollayarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu yeni caniliklerinin insanlığa ve medeniyete karşı olduğunu ve bunlarla ilgili olarak Osmanlı’nın tüm fertleri ile katliamlara katılmış olan yerel yöneticilerini sorumlu kabul edeceklerini açıklamışlardır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında müttefik devletler, katliamların sorumlularına yönelik uluslararası adalet prensiplerini uygulamaya çalışır, fakat daha sonraki aylarda bu girişim giderek zayıflar ve nihayetinde siyasi oyunların kurbanı olur.
Osmanlı İmparatorluğu padişahı sultan Mehmet VI. Vahdettin ile sık-sık değişen hükümet temsilcileri, uluslararası toplumun baskılarına boyun eğerek, Birinci Dünya Savaşı yıllarında gerçekleştirilen canilikleri, özellikle de Ermenilerin tehcir ve katliamı sorumlularını cezalandırmak için acele ederler. Aralık 1918 tarihinden itibaren yönetime gelmiş olan hükümetlerin bünyesinde, İttihatçıların rakibi ve savaş yıllarında takibata uğramış olan Hürriyet ve İtilâf Partisi üyelerinin yer bulmuş olması da bu konuda önemli bir rol oynamıştır.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasını takip eden aylarda, Osmanlı İmparatorluğu toplumunda, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Hıristiyanlara karşı gerçekleştirilen katliamlar konusunda İttihatçıları suçlayarak, onlardan soyutlanma yaklaşımı belirgindi. Bu dönem Osmanlı basınında İttihatçılara karşı sert suçlamalar yer bulmaktadır. İttihatçıların, özellikle Ermenilere karşı sürdürmüş oldukları siyaset sert bir şekilde tenkide uğrar. Ermenilerin tehciri ve katliamları sorunu, o dönemin Osmanlı meclisinin gündemine de gelir ve 1918 Ekim-Kasım aylarında sert tartışmalara yol açar. Osmanlı meclisinde sürdürülen tartışmalar sonucunda, İttihat ve Terakki Partisi ile hükümet tarafından gerçekleştirilen yolsuzluklar ve caniliklerin gerçekliği kanıtlanır. Bu suçları araştırmak amacıyla Osmanlı meclisinde oluşturulan Beşinci Şube, İttihat ve Terakki Partisi’ni, diğer suçlarla birlikte, savaş yıllarında Ermeni halkını sebepsiz yere tehcir etme, kitlesel katliam ve bu katliamları gerçekleştirmek amacıyla Teşkilat-ı Mahsusa olarak anılan gayrikanunî bir kuruluş teşekkül etmekle de suçlar. Osmanlı meclisinin Beşinci Şubesi, soruşturulan bakanların yorumları ve itirafları, içlerinde katliamlarla ilgili çok gizli talimatnamelerin de bulunduğu, çok sayıda belgeyi de ekler. Bu belgeler daha sonra Divan-ı Harp savcılarına teslim edilir.
Osmanlı İmparatorluğunda, Ermeni Soykırımı sorumlularının soruşturulması, üç farklı soruşturma komisyonu tarafından, hemen-hemen aynı zamanda gerçekleştirilmiştir. Mazhar Komisyonu olarak da anılan Suçları Soruşturma Komisyonu da Ermeni Soykırımı sorumlularını bulmak amacıyla önemli soruşturmalar gerçekleştirmiştir. Bu komisyon, iki ay içinde, Ermeni katliamlarıyla ilgili, aralarında şifreli telgraflar, resmi yazışmalar, talimatlar ve emirler ile görgü şahitlerinin tanıklıklarının bulunduğu çok sayıda kanıt elde ederek, bunları da 1919 Ocağında İstanbul askeri mahkemesine teslim eder. Lakin 1. Divan-ı Harp mahkemesi, belirtilen soruşturma komisyonları tarafından elde edilen verileri eksik olarak kabul ederek oluşturduğu 5 soruşturma komisyonu da, bir dizi ek veri elde edip askeri mahkemelerin savcılarına teslim eder.
İttihat ve Terakki Partisi üyelerinin yargılanması, 28 Nisan 1919 tarihinde başlar ve aynı yılın 17 Mayısına kadar sürer. Dava esnasında, 11 kişi gıyabında, 20 parti lideri ve üst düzey görevli ise tutuklu olarak yargılanır. Tutuklu olarak yargılananlar, başbakan Sayit Halim Paşa, dışişleri bakanları Halil Menteşe ve Ahmet Nesimi, adalet bakanı İbrahim Pirizade, parti merkez komitesi üyesi Küçük Talat, Teşkilat-ı Mahsusa üyesi Rıza Bey, parti merkez komitesi genel sekreteri Mithat Şükrü, parti merkez komitesi ve Teşkilat-ı Mahsusa üyesi Ziya Gökalp, gıda bakanı Kara Kemal, eğitim bakanı Şükrü Bey, İstanbul muhafız birliği komutanı Ahmet Cevat ve Ankara milletvekili ve Teşkilat-ı Mahsusa üyesi Atıf olmuştur. Gıyabında yargılananlar, içişleri bakanı ve başbakan Talat, savaş bakanı Enver, bahriye bakanı Cemal, parti merkez komitesi üyesi, eğitim bakanı ve Teşkilat- Mahsusa liderlerinden Doktor Nazım, parti merkez komitesi üyesi ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın Doğu Vilayetleri kısmı yöneticisi Behaettin Şakir, parti merkez komitesi üyesi Doktor Rüsuhi ile kamu güvenliği bakanı ve Teşkilat-ı Mahsusa üyesi Aziz bulunmaktaydı.
Bu davanın ilk oturumunda mahkeme katibi Şefik tarafından iddianame okunur. Şifreli telgraflar ve üst düzey memur ile subayların vermiş olduğu tanıklıklardan derlenmiş olan 41 resmi ve yarı-resmi orijinal belge üzerinden derlenen bu suçlama dosyasına özellikle değinmek yerindedir. Bu belgelerden her birinin, Osmanlı İmparatorluğu Adalet ve Dahiliye bakanlıklarına bağlı yetkili görevliler tarafından incelenerek gerçekliği tasdik edilmiş olması, onlara özel bir önem atfetmektedir. Bunun haricinde, çoğu kez sanıklara belgeler altında bulunan kendi imzaları gösterilmiş ve onlar bu imzaların kendilerine ait olduğunu ikrar etmiştir. Ana iddianamede yer bulan belgelerin büyük bir kısmı, parti merkez komitesi ve hükümet üyeleri tarafından gönderilen gizli talimat ve şifreli telgraflardan oluşmaktaydı. İddianamede, dava dosyasının esas amacının Ermenilerin tehciri esnasında gerçekleştirilen trajedinin soruşturulması olduğu belirtilmekteydi. İddianame, Ermenilerin imhasının, İttihat ve Terakki Partisi Merkez Komitesi tarafından, ayrıntılı görüşmeler neticesinde önceden karar verilmiş olduğunu vurgulamaktaydı. Böylelikle, yazılı ifade vermiş olan Osmanlı üçüncü ordusu komutanı Mehmet Vehip Paşa, Ermenilere uygulanan vahşet ve katliamlar ile mal varlığının yağmalanmasına, İttihat ve Terakki Partisi Merkez Komitesi tarafından karar verilmiş olduğu ve bu kırımlar gerçekleştirmek amacıyla Behaettin Şakir’in, üçüncü ordu dâhilinde özel katiller hazırlayıp şahsen yönetmiş olduğunu bildirmiştir. İddianamede, İttihat ve Terakki yöneticileri tarafından hapishanelerden salıverilen suçlulardan oluşan Teşkilat-ı Mahsusa’nın asıl amacının, cinayetler işlemek olduğu vurgulanmakta ve bu teşkilatın, İttihat ve Terakki ile sıkı ilişkiler içinde bulunduğu, bu örgütün başlıca görevlilerinin, parti merkez komitesi üyeleri olduğu belirtilmekte, Teşkilat-ı Mahsusa şakilerinin daha sonra, tehcir edilen Ermenilerin imhasını gerçekleştirmek amacıyla kullanılmış olduğu vurgulanmaktaydı. İddianamede, Ermenilerin tehciri esnasında farklı zamanlarda ve yerlerde vuku bulan suçların soruşturulması neticesinde, bu cürümlerin yerel nitelikte olmayıp, sanıklar tarafından teşkil edilmiş olan “özel bir merkezin” sözlü talimatları ve gizli emirleri doğrultusunda planlanıp gerçekleştirilmiş olduğu ve Ermeni katliamlarının Talat, Enver ve Cemal’in doğrudan emirleri ve bilgileri dâhilinde gerçekleştirilmiş olduğunun tamamen kanıtlanmış olduğu vurgulanmaktadır. İddianamede, İttihatçıların Birinci Dünya Savaşı’nın sunmuş olduğu imkânlardan, gizli planlarını gerçekleştirmek amacıyla faydalanmış oldukları vurgulanmaktadır. İddianamede, Soykırım’ı gerçekleştirenlerin ve inkâr eden Türk tarihçilerin, tehcirin bir savaş gerekliliği olarak gerçekleştirilmiş olduğu sözde “argümanı” da yalanlamaktadır. İddianameye istinaden, örneğin savaş alanı olarak kabul edilmeyen Bolu’dan Ermenilerin tehcir edilmesinin, askeri gereklilikten öteye, parti amaçları ve niyetlerinin gerçekleşmesine yönelik olduğunu kanıtlamaktadır. Bu işlemler ne cezalandırma, ne de dirlik-düzen faaliyetleriydi. İddianame, Ermenilerin imha edilmesi metotlarına, Ermenilerin mal varlığına el koyma ve yolsuzluklara özellikle eğilmekteydi. İddianamede, Jön Türk partisi üyelerinin büyük bir kısmının, Ermenilerin taşınır ve taşınmaz mal varlıklarının yağmalanmasından zenginleşmiş olduğu da vurgulanmaktaydı. İddianamede, Ermeni katliamlarının açıkça parti ve hükümet tarafından emredilmiş olduğu belirtilmekte, kanıt olarak da yerlerinden edilen Ermenilerin imha edilmesiyle ilgili şifreli telgraf gösterilmekteydi. Bu belgede, Ermenilerin katledilmesi konusunda parti teşkilat ağıyla birlikte sivil ve askeri yöneticilerin katılmış olduğu ve katliamların, İçişleri Bakanlığı ve şahsen Talat tarafından denetlendiği vurgulanmaktaydı. İddianamede, Ermenileri korumaya cüret eden görevliler ve basit insanlara görevinden alma ve hatta ölüm cezasıyla tehdit edilmiş olduğu kaydedilmekteydi.
Parti üyelerinin yargılanması esnasında sanıkların mahkeme başkanının vermiş oldukları soruları cevaplarken, benzer ifadeler vermekteydi. Bu açıdan, hapishanede sanıklara birbirleriyle sohbet etme, durum incelemesinde bulunma ve gelecekte verecekleri ifadeleri uyarlama verilmesi büyük rol oynamaktaydı. Özellikle ilk oturumlar esnasında sanıklar kaçamak cevaplar verip, Ermeni katliamları hakkında bilgileri olmadığını söyleyip, başkanın sorularını anlamadıkları süsü verip, o dönemin olaylarını hiç hatırlamadıklarını söylemekteydiler. Lakin davanın daha sonraki oturumları esnasında sanıklar bu taktiği sürdüremez. Divan-ı Harp heyeti, farklı metotlara başvurarak, onların bu konudaki inadını kırmayı başarır. Parti üyelerinin yargılanmasının son oturumlarında mahkeme çapraz sorgulama metoduna başvurur ve beklenmedik bir şekilde sanıkların kendi imzalarını taşıyan şifreli telgrafları veya sözlü ve yazılı ifadelerini kanıt olarak okutur. Tüm bu metotlar netice verir ve sanıklar, sert inkâr duruşlarını terk edip, bazı önemli bilgiler vermeye başlar. Örneğin, yargılamanın altıncı oturumu esnasında Teşkilat-ı Mahsusa üyesi Atıf, parti merkez komitesinin, Teşkilat-ı Mahsusa’ya destek vermiş olduğunu itiraf eder. Belirtilen sanık, aynı oturumda, Teşkilat-ı Mahsusa’nın, hapishaneden salınmış olan suçlulardan meydana getirilmiş olduğunu da tasdik eder.
10 Nisan 1919 tarihinde Yozgat Ermenilerinin tehciri ve katli yargılaması sonucunda darağacına çıkartılan Boğazlıyan kaymakamı Mehmet Kemal’in idam cezasından sonra İstanbul’da kitlesel gösteriler düzenlenir. Hatta, üst düzey görevlilerden oluşan sanıkların hapsedilmiş olduğu ve “Bekirağa Bölüğü” olarak anılan hapishanenin, zamanında Bastille’de olduğu gibi saldırıya uğrayacağı konusunda şehirde haberler dolaşır. 1919 Mayısında, bu hapishanede en az 250 kişi tutuklu bulunmaktaydı. 23 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul’da, yargılamalara karşı düzenlenen en büyük gösteriye, büyük bir kısmının İttihatçılardan oluştuğu 200 bin kişi katılır. Bu gösteriler, Jön Türklerin ülkede hâlâ büyük bir güç oluşturduğunu göstermekteydi. Başbakan Damat Ferit Paşa hükümeti, gerginliği yumuşatmak niyetiyle, yukarıda belirtilen hapishaneden, özellikle Ermeni katliamlarıyla ilgili olmaktan zan altında bulunan 41 tutukluyu serbest bırakır. Damat Ferit, parti üyelerinin yargılanmasına da geçici olarak durdurulması kararı alır. Tüm bu olayların etkisi altında Büyük Britanya yüksek komiser yardımcısı, amiral Web, Büyük Britanya’nın artık Türk hapishanelerine güvenmediği, ayrıca kendi mahkemesi vasıtasıyla savaş suçlularını yargılamayı düşündüğünden dolayı, “Bekirağa Bölüğü” hapishanesinde tutuklu diğer mahkûmları daha güvenilir bir yere nakletme kararı alır. Amiral Web, çok hızlı bir şekilde en tehlikeli suçluların listesini hazırlar. 28 Mayıs 1919 tarihinde İngilizler, 67 tutukluyu “Bekirağa Bölüğü” hapishanesinden gemiyle Malta Adası’na nakleder. General Miln son anda 11 suçluyu daha gemiye bindirir. Büyük Britanya, aralarında Ermeni Soykırımı sorumlularının da bulunduğu, Malta’ya sürgün edilen savaş suçlularını başlangıçta gerçekten mahkûm etmeye niyetli olmasına rağmen, zaman içinde kararlılığı giderek zayıflar ve İngiltere, Ermeni Soykırımı’nı gerçekleştirmiş olan canileri, nihayetinde İngiliz savaş esirleriyle takas eder. Malta sürgünleri Türkiye’ye döner, Kurtuluş Savaşı’na katılır ve cumhuriyetin ilanından sonra önemli siyasi mevkiler elde ederler. Böylece, Ermeni Soykırımı sorumluları, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosunu oluşturur.
Olağanüstü askeri mahkeme, 3 Haziran 1919 tarihinde ana davaya yeniden bakmaya başlar. Bu oturumda Malta’ya sürgün edilen sanıkların isimleri de okunmakla birlikte, sanıkların İngilizlere teslimi konusundaki raporun İstanbul muhâfızı, mîrlivâ Seyyid Paşa tarafından okunmasından sonra bu kişilerin dosyaları ayrılır. Böylece, ana davanın ikinci aşamasında veya hükümet üyelerinin duruşması esnasında eski Şeyhülislam Musa Kâzım, eski posta ve telgraf bakanı Hüseyin Haşimi ve eski senato başkanı Rıfat’ın dosyaları incelemeye alınır. Bu dava esnasında, eski sadrazam Talat Paşa, eski harbiye nazırı Enver Paşa, eski bahriye nazırı Cemal Paşa ve eski maarif nazırı Doktor Nazım da gıyaplarında yargılanmaya devam eder. 22 Mayıs 1919 tarihinde savcı yardımcısı Feridun Bey tarafından, partinin kanunsuzluk ve yolsuzluklarının da yer aldığı iddianame takdim edilir. İddianameye göre, tehcir edilen Ermenilerin kervanları, onları imha eden ve tüm mal varlıklarını yağmalayan özel düzenlenmiş çetelerin saldırılarına maruz kalmıştır. İddianamede, hükümetin, tehciri ve katliamları gerçekleştirmeyi reddeden tüm vali ve kaymakamları görevden aldığı belirtilmekte, Ermeni katliamlarının, partinin üyeleri tarafından önceden planlanmış ve gerçekleştirilmiş olduğu vurgulanmakta, bu gizli grubun liderlerinin, partinin merkez komitesi üyelerinden Doktor Bahaettin Şakir, Doktor Nazım ile Rıza ve Atıf beylerden oluştuğu, komitenin ana planlarının ise sadrazam Talat ile harbiye nazırı Enver ile bahriye nazırı Cemal tarafından gerçekleştirilmiş olduğu belirtilmektedir. Esasen ana davanın ikinci aşamasının oturumları esnasında sanıkların sorgulanması, savaş zamanında İttihat ve Terakki Partisi’nin faaliyetleri, savaşa katılma konusunda gösterdikleri girişim ile yapılan yolsuzluklarla ilgiliydi. Böylece, 5 Temmuz 1919 tarihinde nihayetlenen dava sonucunda Talat, Enver, Cemal ve Doktor Nazım idama, Cavit, Mustafa Şeref ve Şeyhülislam Musa Kâzım ise 15 yıl sürgüne mahkûm olurken, Rıfat ve Haşim beyler beraat eder. Genelde Ermeni tehciri ve katliamları suçlamasıyla sürdürülen davaların sonunda, olağanüstü askeri mahkemelerin yargı heyetleri, idam cezaları verirken özellikle firari sanıklar hakkında daha “bonkör” davranmışlardır. Ermeni tehciri ve katliamları suçlamasıyla açılan yaklaşık 63 dava sonucunda genel olarak 20 idam hükmü verilmiştir. Bu idamlardan sadece 3’ünün yerine getirilmiş olup kalan 17’sinin ise, sanıkların firarda bulunduklarından dolayı gıyabında verilmiş olduğu ilginçtir. İdam cezasına çarptırılan mahkûmlar Boğazlıyan kaymakamı Mehmet Kemal (Yozgat Davası), Erzincan jandarma komutanı Hafız Abdullah Avni (Erzincan Davası) ve Bayburt yöneticisi olup daha sonra Urfa kaymakamı olan Behramzade Nusret (Bayburt Davası) olmuştur. Darağacına çıkartılan ilk kişi olan Yozgat davası sanığı Boğazlıyan kaymakamı Mehmet Kemal’in idam cezasına çarptırılmasının, Türk toplumu arasında öfkeye neden olduğundan dolayı Divan-ı Harb-i Örfiler, mahkemede hazır bulunan sanıkları ölüm cezasına çarptırmaktan kaçınmışlardır. Osmanlı hükümeti, gıyabında verilen ölüm cezalarını yerine getirmek amacıyla hiçbir adım atmamıştır. Ana dava sonucunda ölüm cezasına çarptırılanlardan Talat, 15 Mart 1921 tarihinde Berlin’de, Ermeni bir intikamcı olan Soğomon Tehliryan tarafından, Enver, 4 Ağustos 1922 tarihinde Orta
Asya’da, Kızıl ordu birliklerinden biriyle girmiş olduğu çatışma esnasında, Cemal, intikamcılar Petros Ter-Poğosyan ve Artaşes Gevorgyan tarafından 25 Temmuz 1922 tarihinde Tiflis’te, Sait Halim ise, Roma’da 1921 yılında Arşavir Şirakyan tarafından öldürülmüştür. Aynı Şirakyan, 17 Nisan 1922 tarihinde Berlin’de Cemal Azmi’yi ve Behaeddin Şakir’i öldürür. Doktor Nazım ise, Mustafa Kemal’e karşı suikast düzenleme suçlamasıyla 1926 yılında Ankara’da darağacına çıkartılır.
Bilindiği gibi, İttihat ve Terakki Partisi bölge sorumlu sekreterleri, Ermeni Soykırımı’nın gerçekleştirilmesinde önemli rol üstlenmiş, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı bölgelerindeki Ermenilerin tehcir ve katlini yerinde düzenleyerek denetlemişlerdir. İttihat ve Terakki Partisi bölge sorumlu sekreterlerinin davası, 21 Haziran 1919 tarihinde İstanbul askeri mahkemesinde başlamış, fakat 28 Haziran 1919 tarihli duruşmadan sonra mahkemede değişiklikler yapılması sebebiyle, 6 Ekim 1919 tarihine kadar davanın görülmesine ara verilmiş olduğundan dolayı, 7 ay sürmüştür. Davalı sayısı, başlangıçta 7 kişiden oluşmuş, daha sonraki duruşmalarda davalıların sayısı 12’ye çıkmış ve hüküm 12 kişiye okunmuştur. Parti sorumlu sekreterleri hakkında verilen hükme istinaden, sanıklardan Kastamonu sorumlu sekreteri Hasan Fehmi, Müslüman ahaliyi sürekli olarak Ermenilere karşı kışkırttığı, şahsi inisiyatifiyle valiyi görevinden azlettiği, Ermenilere ait malları zimmetine geçirdiği, kendisi tarafından tayin edilen yeni vali Atif’le birlikte Ermenilerin tehcirini gerçekleştirdiği için 10 yıl kürek cezasına çarptırılır. Mahkeme hükmüne istinaden, Bolu Ermenilerinin sayısının az olmasına ve kanuna göre tehcire tabi olmamalarına rağmen, sanıklardan eski Bolu sorumlu sekreteri Mithat, halkı “Ermenileri istemiyoruz” diyerek gösteri yapmaları için kışkırtmıştır. Daha sonra, yukarıda adı geçen sanık tarafından, tehcire karşı duran Bolu vali yardımcısı Ali Hilmi Bey de görevinden azledilmiştir. Bu suçlardan ötürü, Bolu sorumlu sekreteri Mithat da mahkeme tarafından 10 yıl kürek cezasına çarptırılmıştır. Sanıklardan Edirne delegesi Abdulgani, dava hükmüne istinaden, tehcir eylemi üzerinde büyük etki etmiş, silahlı çetelerle her yeri dolaşmış, Ermenilerin maddi varlıklarına el koyarak büyük zenginlik elde etmiştir. Dava hükmünde belirtildiği üzere, adı geçen sanığın Edirne’deki tehcirin bir gece içinde gerçekleştirilmiş ve sadece bir Ermeni kafilesi gönderilmiş olduğunu belirtmiş olmasına rağmen mahkeme, Edirne’ye yaptığı başvuru sonucunda, Edirne Ermenilerinin üç kafile halinde tehcir edilerek Der-Zor’a gönderildikleri bilgisine ulaşmıştır. Edirne tehciri davası dâhilinde de Abdulgani’ye aynı suçlamayla dava açılmış olduğundan dolayı mahkeme, sanık hakkındaki hükmünü bu davanın kararına göre vermeye karar vermiştir. Sorumlu sekreterlerle ilgili dava hükmüne istinaden, sanıklardan Manisa sorumlu sekreteri Avni Bey, bazı kişileri gayrihukuki olarak hapsetmekten dolayı 9 ay hapis cezasına çarptırılır. Diğer sanıklar mahkeme tarafından beraat ettirilir.
Ermeni katliamları tertipçilerinin sorumluluğu sorunu, İstanbul divan-ı harp mahkemelerinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı bölgelerine göre de yürütülmüştür. Ana davalar da dâhil olmak üzere, Ermeni tehciri ve katliamları suçlamasıyla yaklaşık 63 ayrı dava açılmıştır. Ermeni tehciri ve taktili suçlamasıyla görülen yargılamalar arasından özellikle, Ermenilerin sürgün ve yok edilmesinin hükümetten talimat almış yerel yöneticiler tarafından düzenlenip, koordine edilmesiyle ilgili yargılama süresince en çok ifadenin ve kanıtların sunulmuş olduğu, ilk görülen Yozgat ve Trabzon davaları önemlidir. Bunun haricinde, bu davalar esnasında ifade vermiş olan tanıklar, büyük oranda Türkler ve diğer milletlere ait Müslümanlar olup, Türk tarihçi ve diplomat Bilâl Şimşir ve Türk resmi tarihi temsilcisi Ferudun Ata’nın belirtmiş olduğu gibi “sadece Ermeniler” olmamıştır. Dahası, Trabzon davası esnasında sanıklara karşı ifade vermiş olan kişiler arasında, Van eski valisi Nazım, Erzurum eski valisi Tahsin, bahriye nazırı Avni, adliye müfettişi Kenan, Trabzon ve Lazistan orduları kurmay başkanı Albay Muhtar, Teğmen Ahmet ve benzer şahsiyetler bulunmaktadır.
Ülkedeki siyasi atmosfer de yargılamalar esnasında değişir. Artık esasen milliyetçilerden oluşan son Osmanlı meclisinin mebusları tarafindan 20 Şubat 1920 tarihinde, Ermeni katliamları sorumlularını ortaya çıkarmak açısından hayli tutarlı bir yol izleyen başbakan Damat Ferit Paşa’nın özel divana verilmesi istemiyle hakkında soruşturma açılır. Damat Ferit, Kemalistlerin baskıları neticesinde, 17 Ekim 1920 tarihinde istifasını sunmaya mecbur olur. Yerine, Kemalistlere karşı müspet yaklaşım içinde olan Tevfik Paşa getirilir. Tevfik Paşa’nın görev süresinde, 8 Kasım 1920 tarihinde, Bayburt hükmünü vermiş olan hâkimler tutuklanır. Büyük bir kısmının hâlen askeri, içişleri ve adalet bakanlıklarındaki görevlerini sürdüren ittihatçılar tarafından, divan-ı harp hâkimleri ile mahkemede tanık olarak ifade vermiş olan şahısların sürekli olarak tehdit edilmiş oldukları, fakat hakimlerin tutuklanması olayının emsalinin olmadığını belirtmek gerekir. Behramzade Nusret’i idam cezasına çarptırmaktan dolayı bu hâkimlere karşı ceza davası açılır. 2 Şubat 1921 tarihinde hâkim Nemrut Mustafa Paşa 7, mahkeme üyelerinden Recep Paşa ve Recep Bey 5’er, Fettah Bey ise 3 ay hapis cezasına çarptırılır. Ermenilerin imha edilmesi nedeniyle ölüm cezasına çarptırılan topu-topu 3 caniden 2’si olan Mehmet Kemal ve Behramzade Nusret, Kemalistler tarafından kahraman ilan edilir. Behramzade Nusret’in idam edildiği gün olan 5 Ağustos 1920 tarihinde Ankara Meclisi, bir saygı gösterisi olarak oturumuna 10 dakika ara verir. Aynı Ankara Meclisi 9 Aralık 1920 tarihinde kabul edilen bir kararla, Kemal’in ailesine maaş bağlar ve aynı yılın 25 Aralığında, Behramzade Nusret’in ailesine de maaş bağlanması kararlaştırılır. Sonuç olarak belirtmek gerekirse, İttihatçıların davaları belgeleri, Ermeni Soykırımı olgusunu ispat eden inkâr edilemez kanıtlar içermekte olup, Ermeni katliamlarının taammüt (kasıt) olgusunu tasdik etmektedir. Bu dava belgelerinden her birinin, Osmanlı İmparatorluğu Adalet ve İçişleri bakanlıklarına bağlı yetkili görevliler tarafından incelenerek gerçekliği tasdik edilmiş olması, onlara özel bir önem atfetmektedir. Tüm bu süreç açısından, bu davalar, tarihi olmaktan öteye, hukuksal açıdan da son derece değerli kaynak özelliğindedir. Türk hükümeti üyelerinin, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, savaş esnasında Ermenilere karşı gerçekleştirilen ameliyeleri telin eden bir duruş sergileyip, “İnsanlığa karşı suç” yaklaşımını ortaya koyduklarından dolayı davalar, Osmanlı İmparatorluğu kanunlarına istinaden görülmüş olmakla birlikte, uluslar arası hukukla ilgili önemli normların şekillenmesine de katkı sağlamıştır.
Akunq.net
Leave a Reply