NURHAK YILMAZ
Onlarca ödül aldığı ilk filmi Sonbahar ile genç bir ömrün sonbaharına yakılmış yalın bir ağıtla izleyici karşısına çıkan yönetmen Özcan Alper, şimdi de, İstanbul’dan başlayıp Diyarbakır’dan geçen, oradan Hakkari’ye uzanan bir yol hikâyesiyle, yeni bir ağıtla izleyiciyle buluşmaya hazırlanıyor.
Alper, yolla, kesişen hayatlarla ve toplumsal belleğe dokunmaya çalışan insan hikâyeleriyle örmeye çalıştığı ‘Gelecek Uzun Sürer’i, “Gelecek için geçmişin mirası, yükü ve ağırlığı üzerine” bir film olarak tanımlıyor.
2008 yılı sonunda gösterime giren ve yeni Türkiye sinemasının çok önemli filmleri arasında önemli bir yer edinen ‘Sonbahar’ın ardından yeni Özcan Alper filmi ‘Gelecek Uzun Sürer’in çekimleri başladı. Senaryosunu kendisinin yazdığı, Almanya-Türkiye ortak yapımı olan film, EURIMAGES, NRW, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Van Belediyesi ve Sur belediyesinin desteği ile çekiliyor. Başrollerini Gaye Gürsel ile Durukan Ordu’nun paylaştığı, sürpriz bir ismin, Agos’un Ermenice sayfalar editörü Sarkis Seropyan’ın da rol aldığı filmde, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Grubu oyuncularının yanı sıra çok sayıda amatör oyuncu da yer alıyor. Diyarbakır aşaması tamamlanan filmin çekimleri Van, Bitlis, Hakkâri ve İstanbul’da devam edecek.
‘Sonbahar’da, cezaevinden çıkarak gittiği memleketinde ölüme gün sayan Yusuf’un hikâyesini fonda içli bir ağıtla perdeye yansıtan Özcan Alper, ‘Gelecek Uzun Sürer’de geçmişte yaşanan felaketlerin konuşulabilmesine, bununla beraber de, insanların birbirlerinin hikâyelerinin farkına varmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor. İstanbul’da bir üniversitede müzik araştırmaları yapan Sumru (28), alan çalışması yapmak üzere doğuya doğru bir yolculuğa çıkar. Sumru’nun sesler ve ağıtların peşinden çıktığı yolculuğun ilk durağı Diyarbakır’dır. Ve kentin daracık-tarihi sokaklarında yolu, korsan DVD satan Ahmet’le, zorla ayakta duran bir kilisenin Ermeni bekçisi Antranik amcayla ve ömrü ağıtlar toplamına dönüşmüş “savaş mağdurları” ile kesişir. Sumru, dinlediği ağıtlar ve bu ağıtların arka planındaki hikâyelerle birlikte kendi kişisel hikâyesi ile de yüzleşmeye başlar.
‘Anlatabilirsek çok şey söyleyebilir’
‘Gelecek Uzun Sürer’ filminin de ‘Sonbahar’ gibi bir ağıt – hikâye olduğunu söyleyen Özcan Alper, “Sonbahar, Doğu Karadeniz’e ait bir ağıttı. Parçalanan Sovyetler sonrası o coğrafyaya ait bir ağıttı, ya da 90’larda üniversitede okumuş bir kuşağın çıkışsızlığı ile de ilgili bir şeydi. Şimdi fark ediyorum ki, aslında bu film de yok olmakta olan kültürler, hem de sesler, hem de yok edilmekte olan bir tarihe dair bir ağıt” diyor.
Filmin ana karakteri Sumru’nun müzik araştırmaları yapması ve özel olarak ağıtlarla ilgilenmesi nedeniyle ağıtların bu filmde daha belirgin olduğunu dile getiren Alper, filmin adı, hikâyesi ve konusuna dair şunları söylüyor:
“İçinde biraz edebiyat var, biraz şiir var. Aslında bir vefa hikâyesi… Bir yolculuk hikâyesi, ama bir taraftan da, galiba gitmek zorundan kalanların ve geride kalanların hikâyesi. Gidenler, gidemeyenler ve kalanlar üzerine bir hikâye. İsminden de biraz anlaşılabilir, gelecek için geçmişin mirası, yükü ve ağırlığı üzerine. Ve bu yüzden adı ‘Gelecek Uzun Sürer’. Hem son birkaç yıldır tartışılan politik gündemle ilgili, hem de aslında bunun arka planına dayalı. Eğer iyi anlatabilirsek, çok şey söyleyebilir ve söylemeye devam edebilir.”
‘Fark edilmeyeni fark etme çabası’
“Uzun da sürse,” geleceği kurmak için geçmişi konuşma ve unutmama üzerine kurulan film, adı konulmamış bir savaşın gerçek tanıkları aracılığıyla geçmişe “insani” bir yerden dokunmayı amaçlıyor. Filminin, büyük şeyler arasında fark edilmeyen bir şeyleri fark etme çabası olarak algılanmasını isteyen Özcan Alper, bu hikâyeyle vermek istediklerini ise şöyle anlatıyor:
“Bildiğini zannettiğin şeylerin birebir tanıkları ile konuşmak çok acayip bir duygu yaratıyor insanda. Yani artık senin için rakamların bir önemi kalmıyor. Film bunu yapabilirse, ben o zaman yapmak istediğimi yapmış olacağım. Bir yerde John Berger’in bir lafını kullandık, ‘Bu efendiler yalnızca masumları katletmekle kalmaz, hafızayı da yok ederler. Yeni dünya tiranlığına karşı yükselen muhalefete ilham vermesi için bu kayıtların tutulması şarttır’ diyor. Benimki de böyle bir şey oldu. Hem bunu kayıt altına almaya çalışmak, hem de bunu konuşmak. Ya da belki birbirimizi dinlemek. Yine dingin bir film galiba, ya da öyle olmasını istiyorum. Belki durup düşünmek ya da konuşulmayan şeyleri bir daha dinlemek, akıldan geçirmek. Benim birebir dinlemelerde fark ettiğim şey, bir kere adalet duygusu çok zedelenmiş. İnsanların öncelikli olarak buna inanmaları gerekiyor. Ben de benzer duygular yaşıyorum, bu ülkede Ogün Samast ile taş atan çocuklar aynı kefeye konuldu. Artık sözün bittiği yer diyorsun.”
Film dört dilli
‘Gelecek Uzun Sürer’de karakterler kendi dillerini konuşuyorlar. Türkçe, Kürtçe, Ermenice ve Ermenicenin bir lehçesi olan Hemşince. Filmde Diyarbakır’da yapayalnız yaşayan ve Ermeni kilisesinin bekçiliğini yapan Antranik amcayı oynamak üzere aslında Ermenistan’dan bir oyuncu ile görüşülmüş, ancak bu mümkün olmayınca Agos’un Ermenice sayfalar editörü Sarkis Seropyan’a düşmüş rol. “Her işte bir hayır vardır” diyen Özcan, Seropyan’ın filmde oynamak için değil kendilerine yardım etmek amacıyla Diyarbakır’a geldiğini ve bunun “çok da güzel olduğunu” söylüyor.
‘Herkes bir parçayı tamamladı’
Filmin Diyarbakır çekimlerini kentte yaşayanlarla çok yakından temas kurarak, tek tek hikâyelerinin içine girmeye çalışarak yürüten Özcan, burada aldığı desteği ve karşılaştığı atmosfere dair ise şunları anlatıyor:
“Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nin, özellikle kültür bölümü çalışanlarının, Sur Belediyesi’nin, Van Belediyesi’nin ciddi destekleri oldu. Çalıştığımız ya da girdiğimiz bütün mekânlarda, her şeyden önce manevi olarak kendimizi yalnız hissetmedik. Bu, bir filmde çok önemli. Hem çok ciddi destek gördük, hem zorlandığımız anlarda insanları yanımızda hissettik. Diyarbakır’da bireysellikten öte, güzel bir şey çıksın çabasını çok fazla hissettim. Bu, bazen bir satır oldu, bazen bir cümle, bazen birinin duyduğu bir şarkı, bazen birinin bulduğu bir afiş, bazen oraya yapıştırdığı bir fotoğraf oldu. Herkes bir şey koydu ve bir parçayı tamamladı. Herkesin bu yönde çok ciddi bir çabası oldu, umarım bu ruh filme de yansır. Bunun dışında bize burada evlerinin kapılarını açan, hikâyelerini açan, bizi kırmayıp yaşadıkları büyük acılara rağmen tekrar tekrar aynı şeyleri yaşama pahasına gelen insanlar oldu. Aslında bütün bunlar bizim için hem büyük bir değer, hem şans. Bizim için kıymetli şeylerdi. Diyarbakır’da iyi ağırlandık.”
‘Sonbahar’ın görüntü yönetmeni Feza Çaldıran’la bu filmde de yola devam eden Özcan Alper, teknik ekibe ilişkin şunları söylüyor: “Kendi içerisinde küçük ve güzel bir ekip kurduk. Belki sonraki filmlerde çalışmak isteyebileceğim insanlar. Hem Sonbahar’da çalıştığımız, hem yeni eklenen arkadaşlar, yine buradan sinema ile uğraşan Hamdi Akyol, Reşat Ayaz, Hüsamettin Bahçe gibi genç arkadaşlar ekibe dahil oldu. İranlı bir ses ekibimiz var. Teknik olarak biraz daha uğraştık, Sonbaharı 16 mm kamera ile çekmiştik, şimdi 35 mm kamera ile çalışıyoruz.”
‘Şimdi olmazsa ne zaman dedim’
Kendisi için “tanıdık” olan Doğu Karadeniz’den sonra, hâkim olmadığı bir coğrafyada film çekmenin, dokunmak istediği mesele açısından da “riskli” sayılabileceğini ifade eden Alper Özcan, kendisini bu hikâyeyi çekmeye iten sebepleri şöyle anlatıyor:
“Aslında bu coğrafya bize çok uzak değildi. Çünkü kendi kültürümüzün, dilimizin, varlığımızın farkına, Kürt coğrafyasındaki insanların mücadelesi ile vardık. Karadeniz gibi bir coğrafyada film çekip, sonra hâkim olmadığım bir coğrafyaya geçmek, dil olarak, konu olarak riskliydi, ama açıkçası şöyle dedim kendime; şimdi bu kadar enerjim varken, böyle bir mesele anlatmaya kalkışmayacaksam, o halde ne zaman anlatacaktım? Bunları düşündüm ve bu konuda kendimle hesaplaştım. Herkesin bir şekilde fikir beyan ettiği meseleler bunlar. Ama ben kendi aklım, vicdanımla ve tabii ki sanatın diliyle bir şey anlatmak gerekliliğine inandım. 10 yıl sonra belki bu konuda yüzlerce film yapılacak, ama bugün burada durmak, fikir beyan etmek çok daha önemli, çok daha kritik bir nokta. Çünkü bütün bu meseleler bugün konuşulursa, bugün sakin bir şekilde herkes birbirini dinlerse, çok daha anlamlı olacak. Sanat her zaman gerçek, iyi ve güzel olanı ortaya çıkarır diye düşünüyorum. Ben umutluyum.”
Agos
Sayı:763


Leave a Reply