Sınır tanımayan direniş-3
Çok halklı bir coğrafyada direnişin, kırılmanın ve yeniden doğuşun öyküsü:
- Farklı halklar, kimlikler, coğrafyalar… Ama kadın olmanın bedeli hep aynı karanlıktan geçti. Kadınların hafızası, bir yandan sessizliğe gömülmüş katliamları saklarken, diğer yandan bu sessizliğin zincirlerini kırmanın ayak seslerini büyüttü.
- YPJ ile birlikte Êzîdî kadınlar kendi dağlarını geri aldı, Kürt kadınlar sınırları sadece coğrafi değil, ideolojik olarak da aştı, Arap kadınlar sessizliğin prangalarını kırdı, Süryani kadınlar kendi varlıklarını silmeye çalışan tarihe karşı yeniden doğdu.
MERAL MELTEM TİRYAKİ / HESEKÊ
25 Kasım, yalnızca Mirabal kardeşlerin katledildiği bir gün değildir; dünyanın dört bir yanındaki kadınların acılarla yoğrulan tarihinin sesidir. Kadınların bedenine, hafızasına, hayatına işlenen zulümlerin günüdür. Ama aynı zamanda kadınların sessizlikten isyana, isyandan özgürlüğe yürüdüğü bir tarihin de adıdır. Bu topraklardaki kadınların yaşadıkları, Mirabal kardeşlerin kaderinden ayrı değildir; belki daha sessiz, daha derine gömülü, ama aynı derecede yakıcı ve yıkıcıdır.
Suriye…
Bin yılların harman yeri. Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin, Ermenilerin, Türkmenlerin, Çeçenlerin ve yüzyıllardır ateşin, kıyımın, sürgünün hafızasını taşıyan Êzîdî halkının iç içe yaşadığı bir coğrafya. Bu topraklarda kadın, yalnızca bir birey değil; çoğu zaman toplumsal belleğin taşıyıcısı, kültürün koruyucusu, acıyla güçlenen direnişin özü oldu.
Her halkın kadını “dün, bugün ve yarın” arasında kendi köprüsünü kurdu. Ama bu köprü, çoğu zaman aynı taşlardan örüldü: Kayıp, dayanışma, sessiz çığlık ve yeniden kurma iradesi.
Sessizlikleri direnişin en ağır hâliydi
Süryani bir öğretmen “Yıllarca boş kalan sınıfa geri döndüğümde ilk harfi tahtaya yazdım. Tebeşir kırıldı ama ben kırılmadım. Çünkü o sınıfın duvarları bile bizi yeniden görmek istiyordu.” Onların “dünü”, göç yollarında kaybedilmiş evler, kaybolan köy adları, sessizce anlatılan unutulmuş hikâyelerle doludur. Tarihsel kırılmalardan sağ çıkmak için “bellek koruyucu” oldular. Alfabenin, kilisenin, duanın taşıyıcıları…
1915’te Hakkâri’nin köylerinde, Tur Abdin’de, Şırnak’ın vadilerinde binlerce Asuri kadın öldürüldü, esir edildi. Yüzlercesi kayboldu; bazıları zorla evlendirilerek kimliklerinden, dilinden koparıldı. Asuri kadınların sessizliğinde, kaybolan köylerin taşlarına sinmiş bir yas hâlâ durur. Soykırımın yollarında binlercesi Fırat’ın sularına atıldı, sürgün kervanlarında açlık ve hastalıkla öldürüldü yada o yol güzergâhlarında satıldı. Hayatta kalanların çoğu zorla Müslümanlaştırıldı, çocukları ellerinden alındı. Ermeni kadının yarası sadece tarih kitaplarında değil; bugün hâlâ kuşakların içinden geçip gelen bir acıdır. İkinci kez Süryan kadınlarının yok oluşla yüzleştirildikleri 20. yüzyıl boyunca, Midyat ve Mardin çevresinde evlerin boşalmış kapılarında onların çığlığı yankılandı. Sessizlikleri direnişin en ağır hâliydi.
O okudukça ben özgürleşiyorum
Kürt bir kadın; “Gençken kendi dilimde okumak yasaktı. Şimdi kızım okuldan koşarak gelip kitabını bana gösteriyor. Ben ağlıyorum… Çünkü o okudukça ben özgürleşiyorum” diyor. Zîlan Deresi’nde 1930’da katledilen binlerce kişiden çoğu kadındı. Roboskî’de bombaların altında parçalanan çocukların annelerin sesi, o geceden sonra artık hiçbir şekilde aynı çıkmadı. 90’larda yakılan köylerde, göçe zorlanan halkın yükünü kadınlar omuzladı. Amûdê sinemasında yanarak katledilen çocukların çığlıklarının acısı hala anaların yüreklerinde sızlıyor. Kürt kadınını hem kimlik hem toplumsal statü açısından görünmez kıldılar. Dili yasaklandı, kültürü bastırıldı, kadın sesi çoğu zaman evlerin iç duvarlarına hapsoldu. Ama Kürt kadını, sesi kısık olduğunda bile nesiller boyu hafızayı taşıyan kişiydi: ağıtlarla, masallarla, dengbêj güneşleriyle…
Savaş eşimi aldı ama beni güçlendirdi
Arap bir kadın “Savaş eşimi aldı ama beni güçlendirdi. Kızımı okula gönderirken ellerim titriyor. Korkudan değil… Bir kadının kaderini değiştirdiğimi bildiğim için” diyor.
Arap toplumunda kadın, modernleşme ve gelenek arasında sıkıştı. Bir yanda eğitim ve kamusal alanda yer alma isteği, diğer yanda ataerkil kalıpların dizgini. Arap kadının dünündeki en güçlü sosyolojik bağ şuydu: “Ev ile toplum arasındaki ince çizgiyi zarafetle yürümek.” Savaşın, devlet şiddetinin ve geleneksel baskının birleştiği bir üçgenin içinde görünmez kılındılar. Suriye savaşında binlercesi kayboldu, yüzlercesi esir edildi.
Kurtuluşumuz tuttuğumuz eli bırakmamaktı
Êzîdî bir kadın; “Beni ölümden kurtardıktan sonra annem sadece şunu dedi: ‘Kızım, sen döndün ama biz de seninle yeniden doğduk.’ O an anladım… Bizim kurtuluşumuz sadece hayatta kalmak değil, birbirimize tuttuğumuz eli bırakmamaktı.” Êzîdî kadın için dün, çoğu zaman hakikatin ağırlığından yapılmış bir yüktür. Yüzlerce yıl boyunca dini kimliklerinden dolayı hedef oldular. Onlar için dün, yalnızca geçmiş değil; ateşten sınavlarla yazılmış bir kolektif travmadır. Toplum tarafından korunan ama dış dünyada tehlikenin simgesi hâline getirilen bir yaşam. Sosyolojik olarak Êzîdî kadınların dününü tek bir cümleyle özetlemek mümkündür: “Hem kutsal kabul edilen hem de en çok incinen.” Dünyanın tanıklık ettiği en karanlık katliamlardan biri 2014’te Şengal’de yaşandı. Kadınlar kaçırıldı, esir pazarlarında köle olarak alınıp satıldı. Ama geri dünya, dönen Êzîdî kadınlarını gördüğünde şunu öğrendi: Kadınların acısı kader olmaktan çıkıp, direnişi güçlü bir duruşun sembolü olabiliyordu.
Bu örnekler, kadınların Mirabal kardeşlerle aynı kaderi paylaştığını gösterir. Farklı halklar, kimlikler, coğrafyalar… Ama kadın olmanın bedeli hep aynı karanlıktan geçti. Kadınların hafızası, bir yandan sessizliğe gömülmüş katliamları saklarken, diğer yandan bu sessizliğin zincirlerini kırmanın ayak seslerini büyüttü.
Savaş, ülkenin bütün kadınlarını benzer acılarla yüz yüze bıraktı; fakat her halk bu acıyı kendi tarihsel bagajıyla taşıdı.
Hafızayı kaybetmeden geleceği kurmak
Rojava’da kadınların özgürlük devrimiyle birlikte toplumsal roller arttı; savaşın getirdiği boşluklar kadınları ev içinden kamusal alana itti.
Birçok kadın, hayatta kalmak için liderlik etmeye başladı. Bu, sosyolojik bir kırılma noktasıdır. Kültürel yok oluş tehlikesine karşı kadınlar, dil okulları açtı, kilise korolarını yeniden örgütledi, göç etmiş topluluklarla bağ kurdu. Bugün onlar için en büyük mücadele: “Hafızayı kaybetmeden geleceği kurmak.” Kırılmış kimliği yeniden toplamak. Savaş, Êzîdî topluluklarını darmadağın etti. Kaçırılan kadınlar, parçalanan aileler, travmanın kolektifleştiği bir toplum…Ama bugün Êzîdî kadınlar, Rojava’daki kurumlar ve toplumsal destek mekanizmaları sayesinde tarihlerinde ilk kez özneleşiyorlar. Kendi kültür merkezlerini kuruyor, travma çalışma gruplarına katılıyor, kendi sesleriyle var oluyorlar.
Rojava’daki kadın devrimi bir tesadüf değildi. Bir günün değil; yüzyılların acısının, yüzyılların yok sayılmasının, yüzyılların örgütlü sessizliğinin içinden filizlenen büyük bir dönüşümdü. Bu topraklarda yaşayan tüm halkların kadınları (Kürt, Arap, Süryani, Ermeni, Asuri, Êzîdî) kendileri gibi yaralı olan diğer kadınlarla omuz omuza vererek yeni bir yaşam kurdular. “Artık kendi tarihimizi kendimiz yazacağız” bilinci ve inancıyla; Kadınlar önce evlerinin kapılarını açtı birbirine, sonra sokakları paylaştı, sonra barikatlarda aynı yürekle durdu. Sosyolojik bağ çok nettir: Dünün kırılgan kadınları, bugün kendi tarihlerini yeniden yazma cesaretini buluyor.
Kadın Meclisleri kuruldu; her halkın kadını kendi dilinde söz hakkı aldı.
Eşbaşkanlık sistemi kuruldu; hiçbir makam kadından ayrı düşünülemez hale geldi.
Jinwar (Kadın Diyarı) kuruldu; çorak topraklarda kadınların şiddetten uzak, kendi emekleriyle kurdukları bir yaşam yükseldi.
Ve en çok da kadına kendi olmanın öz güvenini veren, salt erkek işi olmadığını, kadının toplumsal gerçeklikte esas görevlerinden biri olduğunu kanıtlayan Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) doğdu. Êzîdî kadınlar bu birliklerde yer alarak kendi dağlarını geri aldı. Kürt kadınlar sınırları sadece coğrafi değil, ideolojik olarak da aştı, Arap kadınlar sessizliğin prangalarını kırdı, Süryani kadınlar kendi varlıklarını silmeye çalışan tarihe karşı yeniden doğdu. Bu kez kadınlar yalnızca korunmadı; kendi topraklarını, kendi bedenlerini, kendi hayatlarını kendileri savundu. Ve Rojava’da kadınlar ilk kez sadece acıyla değil, bir zaferle de anıldı. Bu zafer, bir bayram gibi değil; acıların üzerinde yükselen bir gurur gibi yaşandı.
Biz susarsak tarih tekrar eder
Küllerinden doğan Êzîdî kadınlarının gülümsemesi,
kayıplarının yasını tutarken bile söz hakkını bırakmayan Kürt kadınlarının dirayeti,
yıllarca susturulan Süryani, Asuri, Ermeni kadınlarının kendi dillerinde karar alabilmesi,
savaşın gölgesinden çıkan Arap kadınlarının kendi meclislerinde konuşabilmesi…
Hepsi aynı şeyi söylüyordu: Kadınlar acılarıyla değil, mücadelesiyle tarih yazar. Rojava’da kadınlar ilk defa kendi tarihlerini kendileri yazdı.
Bugün 25 Kasım yalnızca bir anma değildir. Mirabal kardeşlerin direnişi, Suriye’de yankılanırken şu gerçeği görünür kıldı: Şiddet burada sadece fiziksel değil. Kimliğin inkârı, kültürün silinmesi, zorla yerinden edilme, ekonomik yoksunluk, savaş travmaları, kayıplar… Êzîdî kadın için 25 Kasım özellikle bir “varoluş çığlığı”dır.
Kürt kadın için bir “kimlik mücadelesi”, Arap kadın için “toplumsal zincirin kırılması”, Süryani-Asuri ve Ermeni kadın için “hafızanın korunması”dır.
Hepsinin sesi birleşip tek bir cümlede buluşur: “Biz susarsak tarih tekrar eder.”
Küllerle dolu bir tarihten doğan kadınların ortak hafızasını taşır. Kadınlar artık katliamların gölgesinde kaybolan sessiz figürler değil, artık bu coğrafyanın en güçlü sözünü söyleyenlerdir.
Bugün yapılacak olan
Katliamların üzerini örten sessizliği kırmak, kadınların ortak tarihini görünür kılmak, umudu büyüten kadın dayanışmasını güçlendirmek, Rojava’daki kadın devriminin yarattığı özgürlük bilincini yaymak, acıdan korkmamak, acının içinden doğan iradenin nasıl bir mucize yaratabileceğini bilmek.
Kadınlar acıyı hafızaya gömer, hafızayı mücadeleye dönüştürür, mücadeleyi özgürlüğe taşır. Ve özgürlük kadınların elinde doğduğunda, artık hiçbir karanlık o ışığı söndüremez.
Bu toprakların yarını, halkların kadınlarının kalbinden doğuyor.
Her halkın kadını kendi acısını taşıyor ama toplu bir umudu büyütüyor:
“Biz varız.
Biz direndik.
Biz yenilmedik.’
https://www.ozgurpolitika.com/haberi-25-kasimin-sessiz-cigligi-206624





Leave a Reply