70 yıl sonra da yüzleşme yok: 6-7 Eylül ve azınlıklar

Araştırmalar, toplumun 6-7 Eylül 1955 hakkında sınırlı bilgiye sahip olduğunu gösteriyor. Türkiye’de azınlık hakları ve temsili ise hâlâ büyük bir açmaz. Mevcut Meclis’te yalnızca iki gayrimüslim milletvekili var. Onlardan biri, 36 yıl sonra Türkiye’ye dönen Süryani Milletvekili George Aslan.

Soru: Peki mesela örnek olarak Madımak gibi bir olay, bu tip olaylarla yüzleşilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?
Cevap: Ne gibi olaylar?
Soru: Madımak.
Cevap: Madımak, o nedir?
Soru: Sivas’ta insanları yakmışlardı Alevileri, yaklaşık 30-40 yıl önce.
Cevap: 30-40 yıl önce insanları yaktılar. Ya onunla ilgili bir bilgim yok, ilk defa sizden duyuyorum, Madımak.

Alıntı, Hakikat Adalet ve Hafıza Çalışmaları Derneği için KONDA Araştırma ve Danışmanlık tarafından 2022’de yapılan “Gençlerin İnsan Hakları Algısı” başlıklı kamuoyu araştırmasından.

KONDA’nın aynı yıl yaptığı iki farklı araştırmaya göre, 6-7 Eylül 1955’e dair toplumun bilgi düzeyi düşük ve görüşülen her 5 kişiden 3’ü konuya dair fikir beyan etmekten kaçınıyor.

Araştırmaya katılanların sadece yüzde 15’i, faillerin cezalandırılması gerektiğini savunurken, yüzde 5’i devletin resmî bir özür dilemesini, yüzde 9’u ise mağdurların haklarının anayasal güvenceye alınmasını talep ediyor. Karşıt görüşte, her 100 kişiden 8’i devletin bu konuda herhangi bir müdahalede bulunmaması gerektiğini söylüyor.

Siyasi tercihlere göre bakıldığında, AKP, MHP ve İYİ Parti seçmenleri arasında benzer bir tutum görülüyor ve bu pozisyon, Türkiye ortalamasıyla hemen hemen aynı. CHP ve DEM Parti (o dönem HDP) seçmenleri ise devletin 6-7 Eylül 1955 ile yüzleşmesini daha güçlü biçimde destekliyor. Ancak CHP’lilerin yarısından fazlası, HDP’lilerin ise neredeyse yarısı bu konuda fikir beyan etmiyor.

Söz konusu araştırmalar, Türkiye’de azınlıklara yönelik hak ihlalleri ile yüzleşme konusunda toplumsal farkındalık ve taleplerin hâlâ sınırlı olduğunu gösteriyor.

“Benim dilim de kutsal, İsa Mesih’in dilinde konuşuyorum”
70 yılın ardından 6-7 Eylül 1955 ile ilgili resmî bir yüzleşme yaşanmadı. Temsiliyet boyutunda ise Cumhuriyet tarihinden bu yana Meclis’te görev alan azınlık milletvekili sayısı 30’u bulmadı.

Mevcut Meclis’te yalnızca iki gayrimüslim milletvekili bulunuyor: AKP’li Sevan Sıvacıoğlu ve DEM Parti’li George Aslan (Aryo).

DEM Parti Mardin Milletvekili George Aslan, azınlıklar için yürüttüğü hak mücadelesiyle tanınırken, Meclis konuşmaları sırasında mikrofonunun kapatılmasıyla da kamuoyu tarafından biliniyor. Süryanice konuştuğu için “sesi kısılan” Aslan, şöyle diyor: “Meclis’te Türkçe dışında bir dile yer yok. Arapçaya ‘kutsal dil’ diye izin veriyorlar; ama benim dilim de kutsal. Ben de İsa Mesih’in dilinde konuşuyorum.”

Süryani Milletvekili George Aslan ile 6-7 Eylül’ü, azınlıkların temsiliyetini ve yeni barış süreci kapsamında kurulan Komisyon’da azınlıkların rolünü konuştuk.

6-7 Eylül’le ilgili ne toplumsal anlamda ne de devlet nezdinde bir yüzleşme olduğunu görüyoruz. Sizce bu, ne ifade ediyor?

Okullardaki müfredata baktığımızda bile inkârın ne derece güçlü olduğunu görüyoruz. Bugüne kadar Türkiye’deki azınlıkların tarihine, kültürüne, dillerine dair hiçbir içerik konulmadı. Aksine, bazen ayrımcı ifadelerle anıldılar. Rumlar ve Ermeniler için ayrı okullar olduğu için belki bir miktar tanınıyorlar; ama Lozan Antlaşması’na göre azınlık statüsüne sahip olan Süryaniler için böyle bir bilinirlik, hiçbir zaman söz konusu olmadı. Bu nedenle de Türkiye’de Süryaniler, hep korku ve çekincelerle yaşamak zorunda kaldı.

Buna dair yaşadığım bir örnek var. CHP’li bir milletvekili bana Meclis kulisinde, “Süryaniler nereden geldi?” diye sormuştu. Ben de ona, “Normalde başka partiden biri bunu sorsa çok şaşırmam; ama bir sosyal demokrat bunu sorduğu için hayal kırıklığı yaşıyorum,” dedim. Ardından “Gelin, bir önerge verelim ve bu halkların tarih ve kültürlerinin müfredata dahil edilmesini talep edelim,” dedim. Ama o sadece geçiştirdi. Bu örnek bile varlığımızın nasıl yok sayıldığını gösteriyor.

Bir Trabzon ziyaretimizde de tepedeki bir köşkü gezerken rehber “Burası da Atatürk Köşkü,” dedi. Bir iş insanına aitmiş; ama Atatürk buraya geldiğinde bir gece kalmış ve adı ondan sonra “Atatürk Köşkü” olmuş. Rehbere, iş insanı için “Rum muydu, Ermeni miydi?” diye sordum. Cevap vermedi. “Sahibinin ya da varislerinin hakkı ne oldu?” dediğimde, “Oraları kurcalamayın” benzeri bir yanıt aldım. Bu tavır, bizler için başlı başına acı verici. Keza, bugüne dek hiçbir devlet yetkilisi çıkıp da “Evet, bu halklara karşı çok şey yaşattık, hata ettik, özür diliyoruz,” demedi. Tıpkı 1915’te olduğu gibi. Soykırım kelimesini dile getirdiğimizde adeta damarlarına basılmış gibi tepki veriyorlar.

6-7 Eylül’ün ailenizin hafızasında nasıl bir yeri var?

Ben olaylardan sonra dünyaya geldim. Ailem de İstanbul’da yaşamadığı için, olaylara dair pek bir bilgileri yoktu. Babam ve amcam, 1960’larda İstanbul’a geldiler ve Balıklı Rum Hastanesi’nde çalışmaya başladılar. Orada biraz cesaretli olanlar bazen kendi yaşadıklarını ya da duyduklarını anlatıyordu; ama çoğu kişi susmayı tercih ediyordu. Korkuyorlardı haklı olarak.

Azınlıkların temsiliyeti
Cumhuriyet tarihi boyunca, TBMM’de azınlıkları temsil eden milletvekili sayısının çok az olduğunu görüyoruz. Bugün de sadece iki kişisiniz. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Partiler bize hiçbir zaman kapı açmadı. Bazen iş insanı olduğu için ya da birilerine yakın olduğu için tek tük isimleri listeye aldılar; ama bu hiçbir zaman samimi bir davet olmadı. Yani aslında bize vicdanlı bir şekilde “Siz de bu ülkenin değerli bir parçasısınız, gelin partimizde siyaset yapın,” diyen olmadı. DEM Parti dışında. Bugün bazıları bana “Neden o kadar konuşuyorsun?” diyor. E ben oraya çay içmeye gitmedim ki? Milletvekili olmadan önce Mardin’de yaptığım konuşmada da, sonrasında Meclis’e girdiğimde de sadece Süryanilerin değil; Türkiye’de ezilen ve sömürülen tüm halkların, azınlıkların sesi olmaya çalışacağımı söyledim. Bugüne kadar dilediğim kadar olmasa da bunu yerine getirdiğime inanıyorum.

Meclis’te Süryanice konuştuğunuz için de defalarca mikrofonunuz kapatıldı, bu sansüre dair ne söylemek istersiniz?

Meclis’te Türkçe dışında bir dile yer yok. Özellikle Kürtçeye. Yalnızca Arapçaya “kutsal dil” diye izin veriyorlar; ama benim dilim de kutsal. Ben de İsa Mesih’in dilinde konuşuyorum.“İsa Mesih’in dili olan Süryanice de kutsaldır,” dediğimde bunu görmezden geliyorlar. Çünkü amaç, Türkiye’de başka seslerin duyulmaması. Oysa gerçek çok net: 1915’te Türkiye’de 3 milyon Hıristiyan azınlık vardı. Bugün nüfus 86 milyona çıkmışken Hıristiyan azınlık sayısı sadece 50 bin. 110 yıl boyunca hiç mi nüfus artmadı? Elbette arttı; ama bu insanların kökleri kesildi. Talat Paşa’nın kendi hatıralarında bile “Eğer iktidara gelirsem bunların kökünü kurutacağım,” dediği yazıyor. İktidara geldiğinde de bunu yaptı.

Türkiye’de gerçek bir yüzleşme olmadığı sürece, özellikle Hristiyan halklara karşı yapılanlarla ilgili bir yüzleşme gerçekleşmediği sürece, ülkeye demokrasi geleceğine inanmıyorum. Gerçek bir iktidar çıkıp dürüstçe, “Evet, bu coğrafyada birlikte yaşadık, acılar oldu, birbirimizi öldürdük; ama hâlâ buradayız. Bu halklardan özür diliyoruz,” demedikçe hiçbir şey değişmez. Oysa bu Türkiye’yi küçültmez, tam tersine yüceltir. Ama nerede o duyarlılık?

Barış süreci kapsamında Meclis’te kurulan Komisyon’da azınlık hakları için somut adımlar atılacak mı?

Şimdiye kadar bu konuda bir şey duymadım. Çeşitli kurumlarla görüşmeler yapılacağı söylendi; ama azınlıkların da dahil edilip edilmeyeceğini göreceğiz. Ancak hakiki bir toplumsal barıştan söz ediyorsak, bu sürece azınlıkların dahil edilmesi şart. Evet, ortada büyük bir sorun var: Kürt sorunu. Bu çözülmeden ne demokrasi gelir ne de ülke ilerler. Ama bunun yanında azınlıkların, diğer toplumsal kesimlerin sorunları da ele alınmalı ki Türkiye’nin önü açılsın.

Bakın, ben 36 yıl Avrupa’da yaşadım. Burada siyaset yapmaya harcadığım enerjinin yüzde 10’unu orada harcasaydım bakan bile olurdum. Ama orada hiçbir zaman kendimi evimde hissetmedim, hep misafir oldum. Buraya döndüm ve mücadele ediyorum, çünkü doğup büyüdüğüm ülkenin demokratikleşmesini ve gelişmesini istiyorum. Bundan sonra da elimden geldiği kadar bu mücadeleyi sürdüreceğim. Çünkü devrimciyim ve Türkiye’de yaşayan bütün halkları seviyorum.

Gayrimüslim milletvekilleri
Berç Türker (Keresteci), Ermeni, Bağımsız, 1935-1946
Nikola Taptas, Rum, Bağımsız, 1935-1943
Abravaya Marmaralı, Musevi, Bağımsız, 1935-1943
İstamat Zihni Özdamar, Türk, Ortodoks, Bağımsız, 1935-1946
Mihal Kayaoğlu, Rum, Bağımsız, 1943-1946
Avram Galanti Bodrumlu, Musevi, Bağımsız, 1943-1946
Nikola Fakaçelli, Rum, CHP, 1946-1950
Vasil Konos, Rum, CHP, TBMM’ye katılmadan istifa etti.
Salamon Adato, Musevi, DP, 1946-1954
Ahilya Moshos, Rum, DP, 1950-1954
Andre Vahram Bayar, Ermeni, DP, 1950-1954
Aleksandros Hacopulos, Rum, DP, 1950-1960
Zakar Tarver, Ermeni, DP, 1954-1960
Hanri Soryano, Musevi, DP, 1954-1957
Yusuf Salman, Musevi, DP, 1957-1960
İzak Altabev, Musevi, DP, 1957-1960
Hristaki Yoannidis, Rum, DP, 1957- 1960
Mıgırdiç Şellefyan, Ermeni, DP, 1957-1960
Erol Dilek, Musevi, Kurucu Meclis Devlet Başkanı Temsilcisi, 1961
Hermine Agavni Kalustyan, Ermeni, Kurucu Meclis Devlet Başkanı Temsilcisi, 1961
Kaludi Laskari Rum, Kurucu Meclis Devlet Başkanı Temsilcisi, 1961
Berç Sahak Turan, Ermeni, Cumhuriyet Senatosu Üyesi, 1961-1964
Cefi Jozef Kamhi, Musevi, DYP (sonra DTP), 1996-1999
Erol Dora, Süryani, HDP, 2011-2018
Ali Atalan, Ezidî, HDP 2015-2018
Selina Doğan, Ermeni, CHP, 2015-2018
Markar Esayan, Ermeni, AKP, 2015-2020
Garo Paylan, Ermeni, HDP, 2015-2023
Feleknas Uca, Ezidî, HDP, 2015-2023
Tuma Çelik, Süryani, HDP (sonra bağımsız) 2018-2023
George Aslan, Süryani, DEM Parti, 2 Haziran 2023-günümüz
Sevan Sıvacıoğlu, Ermeni, AKP, 2 Haziran 2023-günümüz

6-7 Eylül’de ne olmuştu?

6 Eylül 1955 günü, Demokrat Parti’ye yakın İstanbul Ekspres Gazetesi’nde çıkan ‘Atatürk’ün Evi Bombalandı’ manşetiyle başlayan pogrom, Türkiye tarihinin en karanlık sayfalarından biri.

Saat 13.00’da devlet radyosundan duyurulan ve Yunanistan’da Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’te doğduğu eve bomba atıldığı iddiasına dayanan bu haber, kitleler tarafından Rum, Ermeni, Süryani ve Yahudi yurttaşlara yönelik organize saldırıların fitilini ateşledi. İki gün boyunca süren toplu imha ve yağma sırasında İstanbul ve İzmir’de binlerce mağaza, kilise, sinagog, gazete binası ve mezarlık tahrip edildi.

Saldırılar özellikle dinî mekânlara yoğunlaştı; kiliseler birkaç saat içinde harabeye çevrildi, dinamitle patlatıldı, kutsal eşyalar tahrip edildi, mezarlar açıldı. Ölü sayısı farklı kaynaklarda 11 ile 15 arasında. Resmî kaynaklara göre 4 bin 214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır ve 26 okul hasar gördü. 150 milyon liralık zararın çok küçük bir bölümü, daha sonra DP yönetimi tarafından tazmin edildi. Binlerce kişi gözaltına alındı ve İçişleri Bakanı Namık Gedik istifa etti. Yassıada mahkemelerinde, DP’nin görevini yerine getirmediği tespit edilerek yargılama yapıldı.

6-7 Eylül’ü izleyen dönemde özellikle Rumlar İstanbul’dan göç etmeye başladı.

1955’te 105 bin olan Rum nüfusu, 1964’te Rumların zorla yerinden edildiği sürgünün (apelasis) hemen sonrasında 30 bin kişiye, Türkiye’nin Kıbrıs harekâtından sonra ise 1975’te 5 bin kişiye düştü. Güncel verilere göre ise şu an Türkiye genelinde sadece 2 bin Rum bulunuyor.

“Jandarma bu tahrip işine seyirci bulunuyordu”

Dönemin Anadolu Ajansı muhabiri Selçuk Emre, pogroma dair yazdığı raporda şöyle diyor:

Reisicumhurumuz Celal Bayar İzmir’de bulunuyordu ve bir gün evvel, 5 Eylül’de İstanbul’a müteveccihen İzmir’den vapurla hareket etmişti. Başvekil Adnan Menderes tarafından uğurlanıyordu. 6 Eylül sabahı saat 12’de Reisicumhurumuz Celal Bayar İzmit’te mezkûr şehirliler ve Vali tarafından Galata rıhtımında istikbal edilmiş ve kendisini karşılayanlarla birlikte yoluna devam olunmuştu. Reisicumhurumuzun İstanbul’a geliş haberi Ankara ve İstanbul Radyolarının öğle servisinde neşredilerek, üzerine doğruca Ajans da verdi. Haber yapıp Ankara’ya verdikten sonra Ajans dâhilinde açıklama başladı. O esnada telefon geldi. Santralden, acele arandığımız ve Komünizmle alakalı bir mesele için hemen gitmemiz gerektiği soruluyordu.

Bunu müteakip olarak, Atatürk’ün Selanik’te doğmuş olduğu evin önüne (5 Eylül gecesi) bombaların atıldığı, atılan bombanın Atatürk’ün evi ile Selanik Konsolosluğumuza büyük zarar verdiği haberi ajans tarafından intikal ettirildi. Haberin te’yide muhtaç olduğu, intikal eden haberin tahkike muhtaç bulunduğu anlaşılmasına rağmen, radyo tarafından bu haber saat 13.00’ten itibaren yayınlanmaya başlandı.

İstanbul halkı bu haberle sarsılmış, heyecan dalgaları içinde bulunuyordu. Ajans vasıtasıyla alınan talimat üzerine vilayetçe bu hususun teyidi için sefirlik ve konsoloslukla temas edilmeye başlandı. Saat 16.00 sıralarında Londra Büyükelçiliğimizden gelen telgrafla hadisenin doğruluğu anlaşılmış ve Vali tarafından hükümete bildirilmişti. Tophane’deki seyrüsefer ışıklarının yanına geldiğimiz zaman 100-150 kişilik bir grup, ellerinde bayraklar ‘Kıbrıs bizimdir, Kıbrıs Türk’tür, Atatürk’ün evini bombalayanı biz yaşatmayız’ diye bağırarak Karaköy tarafından gelip Boğazkesen’e döndüler. Bu grup bir başıbozuk alayından farksız ve hepsinin elinde sopalar ve demirler bulunuyordu. Geçtikleri her dükkânın camını, çerçevesini indiriyor, içindeki eşyaları tahrip ediyorlardı.

Hayretler içinde kalmıştık… Ne olduğunu pek kavrayamadık… Yol açıldı… Ağır ağır kapı içine doğru tramvay caddesini takiben ilerliyorduk. Tramvay caddesi adeta bir harp meydanını andırıyordu. Caddenin her iki tarafındaki ekseri dükkanlar tahrip edilmiş, içlerindeki eşyalar sokağa atılmıştı… Ve tahrip işi devam ediyordu. Polisler cadde boyunca sıralanmışlar, dükkânları tahrip eden kudurmuş haldeki halka sadece bakıyorlardı.

Kapıiçinden Karaköy’e yaklaştıkça tahribat derecesi artıyordu. Karaköy ve Karaköy Meydanı tahrip edilmiş ve sokağa atılmış buzdolabı, motosiklet, bisiklet ve sair maddelerle dolmuştu. Yol boyunca ters çevrilmiş ve yakılmış otomobiller vardı. Karaköy’deki mağazaların üst katlarından top top kumaşlar atılıyor ve aşağıda bulunan şahıslar tarafından bu kumaşlar geçen otomobillerin tamponlarına bağlanarak caddelerde sürüklendiriliyordu. Karaköy’de noktanın yanında bulunan bir şapkacı dükkânı tahrip edilirken noktadaki polis ve dükkânın önündeki bir jandarma bu tahrip işine seyirci bulunuyordu.


Bianet 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Hoş Geldiniz

Batı Ermenistan ve Batı Ermenileri’yle ilgili bilgi alış verişi gerçekleştirme merkezinin internet sitesi.
Bu adresten bize ulaşabilirsiniz:

Son gönderiler

Sosyal Medya

Takvim

September 2025
M T W T F S S
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930