Doğduğumuz yerlerde, nesnelerin bizler daha seçim yapına zahmetini tanımadan gönlümüzü fethettiği yerlerde, dış dünyanın yalnızca kişiliğimizin bir uzantısı gibi göründüğü yerlerde hissettiğimiz rahatlık gibisi yoktur.
GEORGE ELIOT, The Mili on tlıe Floss
Sait Çetinoğlu
Hagop Handjian’ın 1924 yılında düzenlenen tek kullanımlık pasaportu elime geçmeden önce pasaportu eline vermek deyiminin üzerinde pek düşünmemiştim.
T.C. vatandaşı Hagop Temmuz 1924 tarihinde ülkesinden ayrılırken eline tek kullanımlık/geri dönüşsüz pasaport tutuşturularak doğduğu ve yaşadığı topraklardan ilişiği kesilmiştir.
Handjian, tek kullanımlık pasaportunu eline aldığı an ne düşünmüştür bilmiyoruz ancak tarihsel ata topraklarından sökülen Ermenilerin toprakları ile ilgili hasret kokan devasa edebiyatı ürünlerini göz önüne aldığımızda neler düşündüğünü tahmin etmek zor değil.
Filistinli sürgün Edward Said Kış Ruhu Sürgün Üzerine Düşünceler[1] Makalesinde köklerinden, topraklarından ve geçmişlerinden koparılan sürgünleri ve mültecileri konu alır ve mültecilerin psiklolojisini kıs ruhuna benzetir: Sürgün hakkında düşünmek tuhaf bir biçimde davetkâr hatta kışkırtıcı bir şeydir de, sürgünü yaşamak korkunçtur. Sürgün, bir insan ile doğup büyüdüğü yer arasında, benlik ile benliğin gerçek yuvası arasında zorla açılmış olan onulmaz gediktir: Özündeki kederin üstesinden gelmek mümkün değildir… Sürgünde elde edilen kazanımlar sonsuza dek arkada bırakılmış bir şeyin kaybedilmesiyle sürekli olarak baltalanır… Sürgün iflah olmaz ölçüde sektiler ve dayanılmaz ölçüde tarihsel bir şey, insanlar tarafından başka insanlar için üretilmiş bir şey değil midir; tıpkı ölüm gibi, ama ölümün nihai merhametini de sunmadan milyonlarca insanı geleneğin, ailenin ve coğrafyanın verdiği besinden koparan bir şey değil midir?… Sürgünlük bazen geride kalmaktan ya da çıkarılmamaktan evladır: Ama yalnızca bazen… Sürgünün hayatının önemli bir kısmı, yolunu yitirmesine neden olan kaybı, yönetilecek yeni bir dünya yaratarak telafi etmeye çelişir… Ne kadar iyi idare ederlerse etsinler, sürgünler farklılıklarını her zaman (hatta bu farklılıktan yaralanırken bile) bir tür öksüzlük olarak hisseden egzantriklerdir… Sürgün, kişinin bir memleketi olduğunu, bu memlekete sevgi ve bağlılık duyduğunu varsayar; her türlü sürgün için geçerli olan şey, yurdun ve yurt sevgisinin kaybolması değil, bu kaybın her ikisinin varoluşuna da içkin olmasıdır… Sürgün, asla memnun, uysal ya da güvenli olmama durumudur Wallace Stevens’m sözleriyle, “bir kış ruhu”dur sürgün; burada bahar olasılığı kadar yazla güzün pathos’u da yakın ama ulaşılamaz bir yerdedir Belki de, sürgün hayatının farklı bir takvime göre hareket ettiğini ve ev hayat, kadar mevsimlere bağlı ve yerleşik olmadığını söylemenin bir yoludur bu. Sürgün, alışılmış düzenin dışında sürdürülen hayattır Göçebedir, merkezsizdir, kontrapuntaldır.
Handjian, Eline tutuşturulan tek pasaportla sürgüne yollanırken kendini kış ruhuna teslim edecektir artık. Hagop’u bu teslimiyete iten zorunluluğu bu coğrafyanın “azınlık”ları çok iyi bilmektedirler. Hagop, güvensizlikten dolayı Batının, güvensiz ve ucuz işgücünü karşılamaya ve bilmediği ülkeye gitmek için ata toprağını terk ederken bu coğrafyada Hagop’lara yapılan zulümlere (en hafif deyimiyle)yabancı değildir. Hagop’lara başka bir seçenek bırakılmamıştır.Hagop’ların gidişleri bu zulümler sonucudur. Ancak sorgulamak gerekir ki; Agop’ların eline tek kullanımlık pasaport tutuşturularak yurttaşlık haklarından mahrum ederek ata topraklarından kovmak hangi zihniyetin eseridir.
Bu zihniyete biraz daha yakından bakalım: Ankara Hükümeti’nin ilk aldığı kararlardan biri Ermenilerin ülke içinde dolaşmalarının yasaklanması kararıdır. Bu karar, savaş sonrasında Ermenilerin ülkelerine/evlerine dönmelerinin yasaklanmasıdır aslında. Güvenlik gerekçesine sığınılarak alınan kararla Ermenilerin doğdukları topraklara, ülkelerine girişi yasaklanmıştır.
Bilindiği gibi, Ankara’da Meclis’in açılmasının tarihi 23 Nisan’dır ve bu meclisçe oluşturulan İcra Vekilleri Heyeti’nin ilk günleri sayılabilecek günlerde yani daha çiçeği burnunda iken 18 Haziran 336 [1920] tarihinde aldığı bir kararla Ermenilerin dolaşmalarını yasaklamıştır: “Dahiliye Vekaletinin14 Haziran 336 tarih ve 769 numaralı tezkeresi hey’etimizce lade’lkıraa dahilde bulunan Ermenilerin takım takım İstanbul ile bazı sevahile geçerek eli silah tutanların ecnebiler tarafından teslih ve İslamlar üzerine taslit eylediği anlaşıldığından bunlardan hiçbirinin serbesti-i yer ve seyahati münasip görülmemiş keyfiyyetin ol vecle tebliği karar-gir olmuştur.”
Bu kararın en önemli nedenlerden biri; tehcirden bir şekilde hayatını kurtarıp, sağ olarak doğduğu topraklara dönmek ve yerine yurduna sahip çıkmak isteyen Ermenilerin bu imkanının ellerinden alınmak istendiğini söylersek abartmış olmayız. Erzurum ve Sivas kongrelerinde Ermeni heyulasının dolaşması bu kanımızı güçlendirmektedir. Heyeti Temsiliye adına Mustafa Kemal’in Kürt egemenlerine yazdığı mektuplarda birinci tehlike olarak Ermenilerin geri dönme tehlikesini vurgulayarak yardım istemesi boşuna değildir.
16.3.1923 tarihinde ve 90 A 6 sayı ile alınan bir kararla uygulama perçinlenecektir; “Harb mıntıkasındaki Gayrimüslimlerin kayıtsız ve şartsız dolaşmalarının mahzurlu olduğu” belirtilir.
Endişe Ermenilerin geride bıraktıkları malların geri alınması, mallarına sahip çıkmaları ihtimalidir. Bu sırada Ermeni malları emval-i metruke sayılarak dağıtımı yapılmaktadır. Bu dağıtım sırasında Ermenilerin bir sorun çıkarması arzu edilebilir bir şey değildir.
Durum bununla sınırlı kalmaz, 1924’te ülkede bir şekilde kalabilenler mübadele yada kovma ile bu coğrafyanın en kadim halkları topraklarından sökülmesi politikaları yürürlüğe girer.
Ahmet Emin Yalman Yakın Tarihimizde Gördüklerim ve Geçirdiklerim[2] adlı anılarında Ankarayı sarsan Ermeni Zenginleri Fırtınası’ndan söz eder. Dahiliye vekili Ferit (Ahmet Ferit Tek) istifa etmiş 11 memur da azledilmiştir.
Olay şudur, !924 yılında birkaç tane Ermeni ve eski Osmanlı meclis-i Mebusanı eski mebusunun ülkeye girişi haber alınır. Bu kişilerin mallarına sahip çıkmak istemeleri geniş bir yankı bulur, ortalık karışır. Nasıl böyle bir şeye cüret edilebilir. Bunlar haklarını nasıl arayabilirler. O günlerin gazetelerinden konuya ilişkin ibret verici yazıların bir kısmını aşağıda örnekliyoruz.
Ahmet Emin Yalman, anılarında: 2 Nisan 1924 tarihli İstanbul gazetelerinde “Zengin Ermenilerin memlekete dönüşü meselesi” başlığı altında bir takım yayınlar başladı. İşin esası şuydu: Mütareke yıllarında bir takım Ermeni ve Rum zenginleri yabancı pasaportlariyle yurt dışına çıktılar, bunların malları «Metruk mal» sayıldı, hükümetçe el konuldu. Mesele geniş menfaatlere dokunduğu için Lozan’da yabancı devletlerin bunu bir mesele haline koymalarının yolu ilgililer tarafından arandı ve bulundu, buna dair uzun uzadıya konuşmalar oldu, hükümetimiz şu noktada İsrar etmişti: “Bunlar, yabancı pasaport kullanmak suretiyle kendi kendilerini Türk vatandaşlığından çıkardılar, böylece tabiî bir tasfiye oldu, bu gibiler bir daha memlekete gelemezler ve mallarına sahip çıkamazlar.” Lozan’da bu görüş tarzımız kabul edildi, kapılarımızın kapalı kalması sağlandı. Halbuki 1924 vılı başlarında zengin Ermenilerden Karnik Sebuhyan, Gümüşgerdanyan, Yenon Değirmenciyan yurda dönmenin ve mallarını geri almanın yolunu bulmuşlardı. Bu neticenin bazı nüfuzlu adamların araya girmesiyle elde edildiği ve arada büyük paralar döndüğü rivayeti ortaya yayılmıştı. Cezveciyan, Narliyan adlı zenginler de acılan kanılardan faydalandıkları ve daha bir çoklarının faydalanmağa hazırlandıkları da ileri sürülüyordu.Gazetelerde devam eden yayınlardan şu noktalar anlaşılıyordu: Türk pasaportuyla giden azınlık mensuplarının dönmesine bile izin verilmezken(abç) yabancı pasaportuyla giden zenginlere kapıların açılmasında her halde bir sebep olduğuna hükmetmek lâzım gelir. İstanbul Emniyeti, izin verirken Ankara’dan gelen emirlere dayandığını söylüyordu. İçişleri Bakanlığı böyle emirler verildiğini inkâr ediyor. Bakan, Sebuhyan’ın girmesine evvelce yanlış olarak izin verildiğini, tekrar yurt içinden çıkarılmasının emredileceğini, yolsuzluk iddiaları hakkında tahkikat açılacağını söylüyordu.
3 Nisan 1924 tarihli Vatan gazetesinde okuyucu mektubu adı altında şunlar yazılıdır: Gazeteler olup biteni pek geç Öğrendiler ve ilgilileri bir, iki kişiden ibaret sandılar. Saflıklarına hayret ediyorum. Geri gelenler, ortalıkta adı gecen Sebuhvan ile bir, iki Ermeniden ibaret değildir. İnsan kaçakçılığının ölçüsü çok geniştir. İstisnasız surette bütün Rum ve Ermeni zenginleri memlekete girmenin yolunu buldular. (Vatan haini) diye hakkında türlü türlü isnatlar ileri sürülen Kozmeto’nun yurda girmek istediğini, fakat buna imkân verilmediğini gecende gazeteler gürültülü bir surette yazdılardı. Bundan bir hafta sonra Kozmeto gürültüsüzce İstanbul’a girdi, halâ İstanbul’dadır. Kendisinden önce İstanbul’a gelen eşi, Kozmeto’nun mallarının (Terkedilmiş mal) muamelesi görmesini her nasılsa önledi. Bu mesele hakkında aylarca devam eden muamelelerin hepsi neticesiz kaldı, hepsinde Kozmeto zafer kazandı.Bütün bu işlerin içinde büyük paralar döndüğü bellidir. Kaçanlara ait malların istilâ gören bölgelerin sıkıntılarını def için kullanılacağı hükümetçe kararlaşmışken, böyle bölgeler açıkta kaldı, kaçanlar mallara kondular.
Ahmet Emin Yalman 3 Nisan Tarihli başyazısı da bu konu üzerinedir: Memlekete bir daha girmemeleri lâzım gelen, malları metruk sayılan azınlık mensuplarına ait kimselerin para kuvvetiyle yasakları yardıklarına ait söylentiler her tarafı tuttu. Bu hadiseler fıçıyı taşıran son damla tesirini gösterdi.
Yalman, Gazetelerdeki yayınlar üzerine, Sebuhyan, Değirmenciyan, Gümüşgerdanyan gibi hudut dışına çıkarılmış bulunan Ermeni zenginlerinin ne suretle İstanbul’a qirdikleri hakkında araştırmalar açıldığını, Emniyet Umum Müdürü Muhiddin Bey’in: Kozmeto’nun girdiğini duymamıştım. Gelmişse elbette hudut dışına çıkarılacaktır. Para alındığı yalandır. Hükümet memurları namusludur. Para alınmış olsaydı, bunlar hudut dışına çıkarılmazlardı beyanatı verdiğini aktarır.
Gazetenin sahibi ve yazarlarından Ahmet Şükrü’nün (Esmer) 8 Nisan tarihli Ankara’dan gazeteye gönderdiği telgrafı uyarıdır!Ermeniler de türlü türlü bahanelerle İstanbul’un, belki de Anadolu’nun her tarafına dolacaklardır(abç).
23 Temmuz tarihli gazetelerde Sebuhyan’dan ele geçtiği söylenen bir mektup yayınlanır. Mektupta Türkiye’ye gelmek için çılgınca bir arzu duyduğu, fedakârlığı göze aldığı, fakat istenilen 200.000.- Iirayı vermeyince her şeyin patlak verdiği yazılıyordu. Mektup. Sofya’da izin bekleyen Sebuhyan tarafından Ermenice harflerle ve Türkçe ibare ile Manchester’deki oğluna gönderilmişti.
Vatan Gazetesinin 20 Nisan tarihli nüshasında Dahiliye Vekili Ferit’in geçmişi kurcalanarak istifası sağlanır. Ferit, evkaf vekili Mustafa Fevzi Efendi’nin (Sarhan) ricasıyla hudut haricine çıkarılan Sebuhyan’nın tekrar memlekete dönüşüne ait emri verdiğini söyler. Bu arada gazeteciler, vekiller birbirlerine girerler, Emniyetten gazetelere ziyaretler(!) gerçekleştirilir. Nihayet araya yeni Dahiliye vekili araya girerek ortalığı sakinleştirir. Münakaşalar ve tahkikat heyetine ve temizlik isteyen gazetelere hücumlarla ortalığın allak bullak edildiği bir devirden sonra İçişleri Bakanı Recep Bey [Peker] İstanbul’a gelmiş [22 Ağustos 1924], ortalığın yatışması ve memlekette bir iç barış, huzur ve ahenk havası esmesi için gayretler sarfetmisti. Bu arada Gazeteciler Cemiyetinin merkezine giderek uzun bir konuşma yapmış ve gazetecilerin suallerine cevap vermişti.
Hükümet Dersini almıştır. Gerekli tedbirleri alacaktır. Birincisi artık yurt dışına gidecek Ermeniler, bir daha geri gelmemek üzere pasaport verilecektir. Pasaportlara geri dönülemez ibaresi konulur. Ekte örneğini verdiğimiz Agop Handjian’a ait pasaport bunun örneğidir. İkinci önlem bir daha yurt içine gelecek olan Ermenilere Türkiye’ye giriş vizesi verilirken elçiliklerce Türkiye’den herhangi bir menkul, gayrimenkul ve alacak hakkını talep etmeyeceğine bir taahhütname imzalaması koşulu getirilmiştir. Bu taahhütnameyi imzalayan Ermeniler halen yabancı bir ülkede yaşamakta ve bir başka ülke vatandaşı iseler de mülakat vermeyi ve isimlerinin yayınlanmasını kendileri için hala sakıncalı buldular. Sürgündeki de kendini emniyetli hissetmektedir. Bu karar daki gizlilik halen kaldırılmamıştır. BCA Dışişleri Bakanlığı belgeleri arasında bulunmamaktadır.
Agop Handjian gibi kaç kişinin böyle tek kullanımlık, sadece gidişe mahsus pasaportla kovulduğunu bilmiyoruz. Kaç kişi ata topraklarını doğduğu yerleri bir daha görmek için tüm haklarından vazgeçtiğini bilmiyoruz.
Sürgünün’e dair sözlerimizi geçenlerde kaybettiğimiz filistinli büyük sürgün Mahmud Derviş’in Edward Said’in Yurtsuzluk hissinin tamamlanmamış, yarım kalmış şeylerden oluşan liste dediği şiiri ile noktalıyoruz.
Ama ben sürgünüm
Gözlerinizle damgalayın beni.
Neredeyseniz oraya götürün-
Her neredeyseniz oraya.
Yüzümün rengini geri verin bana
Ve vücudun sıcaklığını,
Kalbin ve gözün ışığını,
Ekmeğin tuzunu ve ritmi.
Toprağın tadını… Anavatanımı.
Gözlerinizle siper olun bana.
Hüzün malikânesinden bir kalıntı diye alın beni.
Trajedimden bir dize diye alın;
Bir oyuncak diye alın, evden bir tuğla diye,
Alın ki çocuklarımız geri dönmeyi hatırlasın.
[1] Edward Said, Kış Ruhu, çev Tuncay Birkan, Metis Seçkileri, 2000.
[2] Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihimizde Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 1971, cilt 1, s 114.
Akunq.net
Leave a Reply