Onun Osmanlı Meclisi’nde bulunduğu üç dönem boyunca izlediği siyasi çizgiyi, iç içe geçmiş üç temel düzlemde ele alabiliriz: Liberal-özgürlükçülük ve Osmanlıcılık konusundaki fikirlerinın yanı sıra, Ermeni halkının güvenliği konusundaki kaygıları, Zohrab’ın siyasi tutumunu belirleyen unsurlardı.
Pek çok konuda İttihatçılara muhalefet etse de, Ermenileri onlara destek vermeye çağırdı. Bunu yaparken Meşrutiyet rejimini savunmayı amaçladığını ve bunun da Ermeni halkının kaderine ilişkin bir tercih olduğunu görebiliriz. 1890’larda Ermenilere karşı izlenen şiddet siyasetini yakından bilen bir avukat, yazar ve siyasetçi olarak, halkının istibdat değil ancak meşrutiyet rejimi altında huzur bulacağına inanıyor, eski rejimdeki kırımların tekrarlanmaması için, meşrutiyeti getiren İttihatçıları yeğliyordu.
İttihatçıların baskıcı bir tek parti iktidarı kurduğu 1912’ye dek bu desteği sürdüren Zohrab, Ermenilerin toprak, müsadereler, güvenlik gibi sorunlarının çözümü için verilen sözlerin tutulmadığını görünce daha sert bir muhalif tavır benimsedi. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, güncesinde ‘şovenizm’ diye nitelediği dil her yere hâkim olacak, bütün uzlaşmacı sesleri bastıracaktı.
Zohrab, bazı kaynakların zikrettiği gibi 24 Nisan 1915’te tutuklanmadı. İttihatçılar İstanbul’da pek çok Ermeni aydını tutukladıklarında, hâlâ bir mebus olan Zohrab’a dokunmamışlardı. Ancak Mayıs ayının son haftasında, Erzurum mebusu Vartkes Serengülyan’la birlikte, hiçbir gerekçe gösterilmeksizin tutuklandı. Onlara, Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanmak üzere Diyarbakır’a götürülecekleri söylendi.
Falih Rıfkı Atay’ın ‘Zeytindağı’ adlı eserinde anlattığı gibi, Urfa’dan ayrıldıktan bir süre sonra, Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı olarak çalışan Çerkes Ahmet çetesi tarafından, Vartkes Efendi’yle birlikte, başı taşla ezilerek öldürüldü.
24 Nisan 1915’in yıldönümünde, onun karısına gönderebildiği son mektubu Ermeniceden çevirerek aktaralım. Türkçede ilk kez yayımlanan bu mektup, o günlerin haletiruhiyesine dair çok şey anlatıyor.
Halep, 2/15 Temmuz 1915, perşembe öğle
On gün daha burada kalmayı ve belki de Diyarbekir’e gitmekten kurtulmayı umut ediyorduk, bu sonuncusu çok zayıf bir umut olsa da… Senden gelen telgraflar ve Haçadur Efendi’nin(1) babasına yazdığı mektuplar, Diyarbekir’e gitmenin kaçınılmaz olduğunu gösterdi bize.
Az önce karakoldan, cumartesi sabah saat yedide yola çıkmak gerektiği haberi geldi; dört saat trenle, sonra yedi saat arabayla, cumartesi akşamı Urfa’ya varacağız. Ondan sonrası da arabayla dört gün, Siverek’e kadar iki gün, iki gün de Siverek’ten Diyarbekir’e… Eğer aralıksız seyahat edersek perşembe (Allah izin verirse) Diyarbekir’e varabiliriz. Varır varmaz telgrafla haber veririm.
Şimdi, sevgili karım, bizim için artık son perde başlıyor; Halil Bey’in(2) vefa duygusunu unutacağına, bize yardım etmeyeceğine inanmıyorum. Umudum ondadır; bir de masumiyetimde, ama bu dönemde masumiyet beş para etmiyor.
Bundan önceki mektubumda da yazmıştım, bu beladan ve tehlikeden kurtulmamız ancak ve ancak orada hakkımızda kati ve güçlü bir savunma gösterilmesiyle, nüfuz kullanılmasıyla mümkün. Bizi men-i muhakeme ile kurtarmalarını istemek lazım. Bunun için bir dakika bile kaybetmemek gerek. Bu mektubum (eğer güvenli bir elden sana ulaştırmam mümkün olursa) bu salı değil, sonraki salı sana ulaşır.
Aynı şekilde, orada, hapishanede değil bir otelde, o mümkün değilse hususi bir odada kalmaya çok ihtiyacım var. Bu konuda da hemen bir şeyler yap. Bu ayrıcalığın nedeni tabii ki hastalığım; maalesef resmi olarak da tasdik edilen hastalığım…
Diyarbekir’den ve başka yerlerden gelen haberler iyi değil. Çok sert cezalar verilip uygulandığına dair haberler alıyoruz. Diyarbekir’de de neler olacak, Allah bilir?
Bundan sonra benden yazı almayacaksınız. Eğer sağ kalırsam haftada bir kez telgraf çekerim.
Ne halde olduğuma dair açıklama vermiyorum ki senin de cesaretini kırmayayım. İki defadır hilali görüyorum ve seni ve çocuklarımı gözlerimin önüne getirip öpüyorum. Üçüncü hilal de mi böyle olacak? Tehlike altındayım. Çalış, çok çalış (inanıyorum ki Diyarbekir’de soruşturma, mahkeme, ve diğer işleri çabucak halledip her şeyi bitirecekler, fait accompli yapacaklar. Bunu bil. Eğer hâlâ dost kaldıysa, hepsinden fikir al).
Eğer Diyarbekir’de vaziyetimi tehlikeli görürsem, size telgraf çekerim: “Paraya lüzumum var.” Eğer çok tehlikeli görürsem: “Paraya çok lüzumum var.”
Daha yazmaya gücüm yok. Eğer sağ kalmazsam, çocuklarıma son buyruğum ve vasiyetim birbirlerini hep sevmeleri, seni saymaları ve üzmemeleridir… Bir de beni hatırlamaları… Eğer ölürsem, varlığımdan 2000 lirayı bir hayır işine harcayın.
Hepinizi öpüyorum.
K. ZOHRAB
Halep’teki 22 günümüzde bu otelde kaldık:
Grand Hotel Restaurant Rod-Elfaradj Ahmed Loutfi Zehné Alep (Syrie).
(1)Haçadur Efendi (Haçik Peltekyan): Zohrab’ın bürosunda çalışan bir kâtip.
(2) Halil Bey (Menteşe): İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelenlerinden. Meclis-i Mebusan reisliği, dahiliye nazırlığı (Halil Menteşe Dahiliye değil, Hariciye Ve Adalet Nazırı olmuştur-Akunq web sitesi yöneticileri) gibi görevlerde bulundu; Cumhuriyet döneminde de ölümüne dek milletvekilliği yaptı. Zohrab, Halaskâr Zabitan olayı günlerinde hayati tehlike altında olan Halil Bey’i evinde saklayıp onu ölümden kurtarmıştı.
Leave a Reply