İstanbul’da Ara Güler’le başbaşa…

Mark Grigoryan

“İstanbul fotoğrafçısı” diye bilinir. Onun fotoğrafları 1950’lerin, 60, 70’lerin İstanbul’unu olduğu gibi korumuştur.

Şimdi 84 yaşında olan Ara Güler’den söz ediyorum.

Uzun yıllardır kendisiyle mülakat yapmak istedim. Ama ne zaman İstanbul’a gitsem ya yazlığındaydı, ya da meşguldü. Bir defasında da hasta olduğu için görüşememiştik.

Sonunda, sıcak bir sonbahar günü Beyoğlu kalabalığından çok da uzakta olmayan, kendisine ait ‘Ara Cafe’de buluştuk. Cafe’nin etkisi yakındaki sokağa dek yayılmış, evlerin duvarlarında Ara Güler’in dev boyutlardaki fotoğrafları görülüyor.

Ara Güler

“Bana İstanbul fotoğrafçısı diyorlar. Ama ben dünya vatandaşıyım. Dünyanın foto muhabiriyim.”

Kalın bir bastona yaslanarak geliyor Güler. Mülakatı Ermenice yapıyoruz. Ama cafenin kapısında dostları belirdikçe Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Rumca konuşmalar duyuluyor.

”  Ama ben dünya vatandaşıyım. Dünyanın foto muhabiriyim.” diyor.

Ara Güler, 1970’lerde dünyanın birçok ünlü kişisinin portrelerini çekti. Winston Churchill, Indira Gandhi, Maria Callas, Alfred Hitchcock, Marc Chagall, Salvador Dali, Pablo Picasso bu isimler arasında.

Moskova’da sessiz buluşma

Sovyetler Birliği döneminde Moskova’da, ünlü Ermeni besteci Aram Haçaturyan’ın fotoğrafını çekmeye gittiğinde yaşadıklarını anlatıyor.

“Dairesine girdiğimde birbirimizle konuşamadığımızı farkettik. Aram Haçaturyan ne benim Ermenicemi konuşuyordu, ne Fransızca, ne de İngilizce.” diyor.

Ara Güler, Batı Ermenicesi konuşuyor. Ermenistan’da konuşulan Doğu Ermenicesinden çok farklı Türkiye’de konuşulan Ermenice. Öyle ki bazı dil uzmanları, ikisinin farklı diller olduğunu düşünüyor.

“Birisinin portresini çekerken öyle sessiz duramazsınız. Ama Haçaturyan’la konuşamıyorduk, zira konuşabileceğimiz ortak bir dil yoktu.” diye sürdürüyor, Moskova’daki dairede yaşadıklarını anlatırken…

“Piyanosunun başına oturmasını istedim. Oturdu ama sanki yıl 1905’miş gibi poz veriyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse Sovyetler Birliği’nde kimin fotoğrafını çektiysem hepsi de 1905’teymiş gibi eski moda pozlar veriyorlardı.” diyor.

Ara Güler, modelini rahatlatması ve objektife bakmaktan vazgeçirmesi gerektiği inancıyla stüdyo ışıklandırması yaratmaya karar vermiş. Ön ve arka cephe ışıklandırmaları için 800’er watt’lık iki lamba çıkarmış ve fişleri prize taktığı anda, tüm ev, evden de öteye tüm mahalle tam bir karanlığa bürünmüş.

Gülümseyerek, “O zaman Sovyetler Birliği’ne karşı savaşın nasıl kazanılacağını anlamıştım. Atom bombasına gerek yoktu. İki 800 watt’lık lambayı prize taktığınızda Sovyetler çöküyordu.” diyor.

Ara Güler ve Aram Haçaturyan karanlıkta, birbirleriyle konuşamaz, fotoğraf çekimini sürdüremez halde, sessizlik içinde karanlıkta kalakalmışlar. Zaman geçsin diye, Haçaturyan Güler’e yemek yemeyi teklif etmiş ama elektrik kesik olduğu için hiçbir şey yapamamışlar. Sonuçta, tek bir söz bile etmeden birbirlerine bakarak, peynir ekmek yemişler karanlıkta.

“Herhalde hayatımın en kötü röportajıydı” diyor Ara Güler.

Salvador Dali ve katranın formülü

Bir keresinde de 20. yüzyılın en ünlü ressamlarından Salvador Dali’nin fotoğraflarını çekmesi için Life dergisince görevlendirilen Ara Güler, o çalışmasını da şöyle hatırlıyor:

“Paris’te, Rivoli Caddesindeki Meurice Oteli’nde kalıyordu Dali. Büyük, pahalı bir oteldi. Kocaman bir süitte kalıyordu. 101 numaralı oda. Kapıyı çalıp girdim içeri. Ayakta duruyordu Dali ve öfkeli bir halde bakıyordu. Derken birden bana doğru koşturdu ve tam anlamıyla burun buruna geldik. Düşünün bir, Salvador Dali ve ben, burun buruna.

Ara Güler

“Fotoğraf makinesiyle eskrim oynar gibiydi. Gerçeküstü bir hava yaratıyordu. Poz vermek için de değildi bu yaptığı; günlük yaşamında da gerçeküstü öğelerin peşindeydi.”

‘Niye benim fotoğrafımı çekmek istiyorsun?’ diye sordu. Ünlü bir kişisiniz de ondan dedim. ‘Peki’ dedi, Dali ve sürdürdü: ’10 dakika poz veririm ve 25 bin dolar isterim. Mümkün değildi. Hakkını vererek çekim yapabilmek için en az bir saate ihtiyacım vardı ve zaten üzerimde o miktarda para da yoktu. ‘Yanımda nakit para yok, gidip alayım’ dedim.”

Ama bu, Ara Güler’in Dali’yle fotoğraf serüveninin yalnızca başlangıcı olmuş. Fotoğraf çekimi konusunda pazarlık yapmayı başarmış ama makinesini ve gereken gereçleri hazırlar hazırlamaz, Salvador Dali oradan oraya hareket etmeye başlamış. Fotoğrafları çekmek mümkün olamamış.

“Fotoğraf makinesiyle eskrim oynar gibiydi. Gerçeküstü bir hava yaratıyordu. Poz vermek için de değildi bu yaptığı; günlük yaşamında da gerçeküstü öğelerin peşindeydi.” diyor.

Dali’nin fotoğrafını çekme görevi sonuç veremeyecek gibi görünüyormuş. Hiçbir sonuç alınamadan, bir ay geçmiş. Sonunda Ara Güler isyan bayrağını çekmiş; “Ya dosdoğru çekeriz fotoğrafları, ya da ben giderim.” demiş. Dali kabul etmiş, bunun üzerine.

“Ertesi gün gittim ama bu kez de odada üç Fransız gazeteci vardı. ‘Bunlar burada ne arıyor?’ diye sordum Dali’ye. ‘Bunların gözü önünde çalışamam ben. Seçiminizi yapın, ya onlar, ya ben.’ dedim. Dali, ‘Tamam onları göndereyim” dedi. Çok kızmıştım, suratımı asıp bir köşeye çekildim. Dali gazetecilerin önüne geçti ve onlara, ‘katranın kimyasal formülünü bilir misiniz?’ diye sordu. Bilmedikleri açıktı. Dali yüksek sesle upuzun bir formül açıkladı. Gazeteciler başlarını sallıyordu. ‘Bakın’ dedi ve ‘ben bastonumu bir kazan katranın içine soksam o baston 25 bin dolar eder.’ diye sürdürdü. Sonra gazetecilerden birine parmakla işaret ederek ‘sen katran kazanını dürtükleyecek olsan herkes sana aptal der. Anladın mı?’ dedi. Gazeteciler yine başlarını salladılar. Dali de, “İyi o zaman, gidip yazın ne anladıysanız” diye tamamladı sözlerini.”

Ve işte bundan sonra Ara Güler, Salvador Dali’nin fotoğraflarını çekmeyi başarmış…

İstanbul’dan kalanlar…

İstanbul’da bir Ermeni ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Ara Güler, gazetecilik mesleğine yerel Ermeni gazetesinde başladı.

Yaptığı önemli haberlerden biri Kumkapı’daki Ermeni balıkçılarının gündelik yaşamlarını konu alan dizi yazılarıydı. Bu yazılar 1950’lerin ortalarında İstanbul’da, Zhamanak gazetesinde yayımlandı.

“Yazı işleri müdürüyle arkadaştım. Şimdiki yazı işleri müdürü Ara Koçunyan’ın dedesi. Ermeni balıkçılara ilişkin röportajlar, benim en önemli ve en ciddi çalışmalarımdan biriydi. Sonradan bu röportajları kitaplaştırdım.” diyor.

Nobel Ödülü sahibi romancı Orhan Pamuk da, İstanbul’u anlatan kitabında birçok Ara Güler fotoğrafı kullanmış. Pamuk, bir Ara Güler kitabının ön sözünde, “Ne zaman Güler’in İstanbul resimlerine baksam, yazı masama koşup bu şehir hakkında yazı yazmak istiyorum.” diyor.

Ara Güler, fotoğraflarının taşıdığı değerin farkında.

“1950-60’lardan kalma İstanbul fotoğraflarım olmasa, o eski günler, bugün unutulmuş olacaktı.” diyor kahvesinden bir yudum alarak.

Ve öfkeli bir ifadeyle sürdürüyor:

“Eski şehirden hiçbir şey kalmadı. Şehrin estetiği değişti. Uygarlık ileriye gidiyor ama insanlar güzellik anlayışını kaybetti…”

https://www.bbc.com/turkce/haberler/2012/12/121213_ara_guler_interview?fbclid=IwAR3CxyZihJQi0A_K6BN_c9UTJO4OeVGeKCXibD560MeU-LcHMWUCxZjNLZY 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Hoş Geldiniz

Batı Ermenistan ve Batı Ermenileri’yle ilgili bilgi alış verişi gerçekleştirme merkezinin internet sitesi.
Bu adresten bize ulaşabilirsiniz:

Son gönderiler

Sosyal Medya

Takvim

September 2025
M T W T F S S
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930