Batı Ermenistan 14-17 Nisan 2017. Ermenistan, cennet vatan

ASTĞİK K. AŞIKYAN

O tarafta kalmış olan vatanımı nasıl anlatayım? Duygularımı tam anlamıyla nasıl açıklayayım?

Her tarafta güzellik, sükûnet ve hüzün. Dağlar, taşlar, nehirler, göller, sessiz ve hüzünlü yıkılmış kiliseler, fakat büyük bir sevgi ve sınırsız özlemle bizi karşılıyorlar. Uzun bir ayrılıktan sonra ziyaret ettiğimiz hısımlarımız. Ruhlarımızda korkunç bir suçluluk duygusu ve büyük bir yük var. Bu anıtlar ve dağlara huşuyla yaklaşıyoruz. Kader çok sert davrandı bize karşı. Bu toprakların sahipleri olan bizler katledildik, sürüldük ve dünyaya serpiştirildik, vatan toprağının gücünden ve bereketinden mahrum, sonsuz özleme mahkûm edildik.

Bu topraklar ve kiliseler ise, öz rençperleri ile duacılarına, tarım şarkıları ve ilahilerine mahrum kaldılar.

Birbirleriyle çelişen, sonsuz bir duygu seli boşalıyor. Acı ve gurur, ümitsizlik ve sorumluluk, şikâyet ve kararlılık.

Lakin en egemen düşünceler gelecekle ilgili, kaybın korkunçluğunu kavrama, bilinçlenme ve yapılacakların gerekliliği hakkında düşünmek.

Batı Ermenistan, Ermenilerin kalbidir.

Tüm süre boyunca düşünüp duruyorum, çözüm hangisi, bu toprakları nasıl ve ne zaman geri alacağız? Kiliseleri ve manastırları nasıl restore edeceğiz, vatan toprağına yerleşimi nasıl sağlayacağız.

Ne güçlü bir vatana ve diasporaya sahip olacağız ki, bu amaçlarımız gerçekleşsin? Bizim kuşağımızın rolü ne olmalı? Sonsuz düşünceler içindeyiz… Toprağın gücü içimize etki yapıyor.

Bizden önceki nesiller Soykırım’dan birkaç yıl sonra bağımsızlık inşa etti, biz ise, çocukluk yıllarımızda Artsakh’ın (Dağlık Karabağ-çev. notu) kahramanlık mücadelesine ve zaferine tanık olduk. Ya bizim kuşağın yapacakları ne? Ermeni tarihinin sayfalarındaki parmak izimiz ne olacak? İmkânlar ve fırsatlar çağında yaşayan bizler.

Babam sürekli tekrarlar “Dört krallığa sahip olmuşuz, şimdi ise sadece bir vatan parçası”. Bazen, bu denli saf mıydık ki, güzelim vatanımıza sahip çıkamadık diye düşünüyor, fakat bir sonuca varamıyorum. Bunca kayıp ve yıkım gördükten sonra öfkelenmemek, patlamamak mümkün değil. Kayıp vatan toprağına ayak basıp, bize miras kalmış olan bir parça vatan toprağına yönelik yükümlülüğü ve sorumluluğu hissediyor, onu her ne pahasına olursa olsun savunmak için özveri sergilemiş olan kahramanları, içlerinden bazılarının bilinçli ve eşsiz fedakârlıklarını takdir ediyor insan.

Onların, güçlü bir vatana sahip olma rüyaları kesinlikle yerine gelecektir.

Geçen yılın Nisan ayındaki dört günlük savaş esnasında, vatandaşlarımızın uyanışını ve birlikteliğini görerek, kendi kendimize şaşırdık.

Yeni tarihimizin gururu olan Artsakh tehlikedeydi ve herkes yardıma koştu. Bu Nisanda ise tersi oldu. 70 yıllık Sovyet mantalitesinin kalıntıları, etkileri ve izlerini ortadan kaldırmak için daha ne kadar zaman gerekecek?

Hür, bağımsız, aktif ve bilinçli vatandaşlara sahip olmak için daha ne kadar geçecek?

Kutsal yolculuğumuz, Ahalkalak’ın eğri-büğrü yollarından başladı. Türk-Gürcü sınırıyla karşılaştırıldığında, Ermeni-Gürcü sınırının çok kötü durumda olduğu fark ediliyor. Gürcü yöneticiler, Ermenilere baskı uygulayıp, Cavakhk bölgesini Ermenilerden boşaltmak amacıyla, bilinçli olarak Cavakhk’ı kaderine terk etmiştir.

Tüm bu zorluklara rağmen Cavakhk’ın kalbi Ermenilerle çarpmaktadır. Her yanda, dükkânda, eczanede vs. Ermenice yazılar var. Evlerin mimarisi ilginç ve beyaz ile açık mavi-yeşil renklerle boyalı. Köylüler sabah erkenden var güçleriyle topraklarında ve çiftliklerinde çalışıyor. Cavakhk’ın kendisi, Ermeni davasının hassas bir parçacığı olup, tüm Ermenilerin ihtimamına layık olmalıdır.

Yolumuzu sürdürüyoruz. Türkiye sınırını aşıyoruz. Türk askerlerinin bizi daha resmi karşılayacağını sanıyordum, fakat tahmin ettiğimden daha sevecendiler, lakin yüzlerinde temkinli bir gülümseme vardı. Vatanımızı görmeye gittiğimizi biliyorlar. Sahiplerin biz olduğumuzu biliyorlar.

Cahil ve basit halk gibi, Ermenilerin 30 milyonluk bir millet olduğu, er veya geç gelip kendilerini evlerinden kovacaklarını, Türkiye hükümetinin kendilerine daha iç kesimlerden yer vereceğini düşünmüyorlar belki de (Muş bölgesindeki köylülerden bazıları rehberimize böyle demişlerdi).

Rastladığımız askerler o denli saf değildi, fakat biz Ermenilere yönelik hürmete benzer farklı bir yaklaşımları vardı, kaldığımız otelde veya restoranlarda rastlamış olduğumuz diğer Türk vatandaşları gibi.

Bu yaklaşım bize iyi duygular bahşetti.

Yol üzerinde, Ermeni Yüksek Platosu’nun 4. büyük gölü olan, deniz seviyesinden 1.800 m. yükseklikteki ve günümüzde “Çıldır Gölü” olarak anılan Dsovakn Hüsiso’nun kıyısında mola verdik. Tamamen donmuştu. İlk olarak donmuş bir Ermenistan gölü gördüm. Bu göl balık açısından zengin olup, Türkiye’deki tanınmış balık avı yörelerinden biridir.

Kahvaltı için Kars’a gittik. Programımızda böyle yazılmıştı ve ne hayallere dalmama sebep oldu. Halkımızın kaderi farklı olsaydı, istediğimiz zaman Kars’a kahvaltıya gidebilirdik. Dolmuşlar 200 drama (Ermeni parası-çev. notu) Kars istasyonuna götürebilirlerdi ve yol da tahminen bir saat sürerdi. Leziz peynirle ekmek yemeğe gider, dönüşte de yanımızda bal getirirdik.

Sırada Ani şehri var. Ani harabelerinin Ermenistan sınırına bu denli yakın olması infial uyandırıyor. Acımasız gerçek, tümüyle gözümüzün önüne geliyor. Sınırın sağ tarafında yıkılmış ve terk edilmiş vatan, diğer tarafta ise, bin bir güçlükle varlığını sürdüren, gelişen bir vatan.

Ani katedrali, mimari açıdan hayret uyandırmaktadır. Ermeni’nin yüreği sessiz, çilekeş, her bir taşın içinde çarpmakta, yarı yıkık bu heybetli Ermeniliğiyle, zamana direnmiş ve globalizme karşı durmaktadır.

Aras Nehri üzerindeki köprüyü geçtiğimizde karanlık basmış durumda. Duruyoruz. Nehrin şarıltısını ve yıldızlı gökyüzünün zevkini tadıyoruz.

Ertesi günü, Ararat’ın yamaçlarında bulunan Taroink kalesini ziyaret ediyoruz. Dsağkants dağlarından, Vaspurakan (Van-çev. notu) bölgesine doğru yolu sürdürüyoruz. Programdaki yerleri görmek için sabırsızlanıyorum, fakat özellikle de Van’ı. belki bizim ilk başkentimiz olduğundan dolayı, lakin benim için Van bizim ebedi başkentimizdir. Belki de yazar Malkhas’ın, çok sevdiğim “Zartonk” (Uyanış-çev. notu) romanından çok etkilenmiş olduğumdandır. Belki de milletimiz içinde yeni bir uyanışın gerekliliğini derinden hissettiğimden dolayıdır. Heyecanlıyım.

3.500 m. yüksekliğindeki volkanik Tondrak (Tendürek-çev. notu) dağı ve lavla dolu ovalarına rastlıyoruz.

Van şehri, Akdeniz bölgesinden bana tanıdık şehirlere benziyor. Kars dışındaki tün şehirler öyleydi. Kuruluşu, binalar, dükkânlar, hep Latakya’yı andırıyor, Sovyet yapı izine rastlanmıyor, bu yüzden de daha cana yakın hissediyordum.

Van’ın içinden geçerek, Mıher Kapısı’na gidiyor, yukarıya tırmanıyor ve kapıyı çalıyoruz, fakat açan yok. Daha güçlü vuruyoruz. Hiçbir ses yok. Orada mı, çoktan çıkmış mı, yoksa içerde bizim güçlenmemizi mi bekliyor açmak için?

 

Van kalesine doğru…

Şuşi kale-şehri, bizimdin, bizden cebren yabancılaştırıldın, tekrar bizimsin, seni bizim yaptık, seni yabancının elinde esir bırakamazdık. Van kale-şehri, sen hep bizim oldun, esarettesin, fakat bizimsin ve hep bizim kalacaksın. Türk’ün asırları, entrikaları, inkârları ve yıkımları. Van kalesi ayakta. Mıher Kapısı’nın anahtarı sadece Ermeni’dedir.

Yeniçağlardaki gerçek zaferlerimiz, kale-şehirlerin kurtarılmasıyla başlamıştır…

Sürsün bu yol.

Muş şehrindeki ilk durağımız, birkaç eski Ermeni evi ile Aziz Marine kilisesinin yıkıntı halinde kalmış olduğu, Ermenilerin Saritağ mahallesi. Karşı tepede Ermeni mezarlığı olmalıydı, fakat izi bile kalmamış. Georg Çavuş’un mezarı da burada olmalıydı. Kahramanımızın şehit düştüğü yer olan Sulukh köprüsünü ziyaret ediyoruz.

İsa Mesih’in göğe yükselişinin pazarındayız. Geriye sadece iki yarı yıkık kubbenin kalmış olduğu Aziz Karapet manastırına doğru çıkıyoruz. Etraftaki tüm köy evlerinin duvarlarında kilisenin taşlarını ve haçtaşları görüyoruz. Sanırım çok uzun zamandır Aziz Karapet manastırında Paskalya kutlanmamıştı. Türkler, müzede sergilemek için sadece bir tek Ermeni bırakmak istiyordu, fakat biz, Soykırımı görmüş olan Ermenilerin üçüncü, dördüncü nesliyiz ve Paskalya’da Aziz Karapet’te dua ediyor, geleneksel yumurtalarımızı tokuşturuyor ve Artsakh (Dağlık Karabağ-çev. notu) şarabı içiyoruz. İşte, bizim dirilen, imkânsız olanı tanımayan bir millet olduğumuzun kanıtı.

Hac yolculuğumuzun en zor kısmı Aziz Arakelots manastırına çıkmaktır. Gerçekten de bir hac yeri, tam bir tepeyi aşıyoruz, karşımızda yeni bir tepe beliriyor. Yaklaşık iki saat tırmandıktan sonra, nihayet en büyük ve ünlü hac yerlerimizden birine ulaşıyoruz. Atalarımızın bu yükseklikte bir manastır kompleksi inşa etmiş olduğuna şaşırmamak mümkün değil. Aziz Arakelots çok yalnız, tek başına. Tepeden tüm Muş ve Karin (Erzurum-çev. notu) ayaklarımızın dibinde gözüküyor. Solda Bürakn (Bingöl), sağda ise Tavros’un (Toroslar-çev. notu) karlı dağları. İnsanların bıraktığı son izler, define arayıcılarının bıraktığı çukurlar.

Programın son gününde, vatanımım batısıyla zaman açısından en yeni bağım olan, babamın anneannesinin doğum yeri Karin var. Anneannem Mari Kavafyan, Soykırımdan sağ kurtulan bir yetim olarak, iyi insanların yardımıyla Lübnan’a varır, Ermeni çocukların toplandığı yetimhanelerin birinde kalır ve daha sonra Kesap’a gelin gider. Eski ve asıl bağım ise, kral Büyük Tigran’ın zamanlarından geliyor. O dönemde Batı Ermenistan’ın farklı kesimlerinden toplanan Ermeniler, Kilikya’daki Kesap’a yerleşti ve günümüze kadar da oradalar. Köklerim.

Karin-Erzurum, günümüzde Türkiye için stratejik büyük öneme haiz ve en milliyetçi şehirlerden biri. 400.000 nüfusu var ve kış sporu açısından ünlüdür.

Tamamen korunmuş ve müzeye dönüştürülmüş olan Sanasaryan okulunu ziyaret ediyoruz. Aziz Astvadsadsin kilisesi camiye dönüştürülmüş. Yolda rastladığımız harabe halindeki bina ise EDF’nin (Taşnaktsutyun-çev. notu) bürosu olmuştur.

Araks üzerindeki Hoviv (Çoban-çev. notu) köprüsü, Kars’a dönüş yolumuz. Akşamüzeri Kars kalesine çıkıyor, Aziz Arakelots kilisesini ziyaret ediyoruz. Ziyaretimizin son noktası, yazar Yeğişe Çarents’in evi.

Yüreklerimiz ve ruhlarımız, bin bir düşünceler ve duygularla dolu olarak Cavakhk’ın dolambaçlı yollarından güzel Yerevan’a dönüyoruz, Ermenilerin cıvıl-cıvıl merkezine, tüm zaferlerimizin kaidesi ve varoluşumuzun sağlam temeline.

30 kişilik bir gruptuk, Ermenistanlılar ve diasporanın farklı ülkelerinden gelen. Birçoğumuz için ilk ziyaretti. Farklı ülkelerden gelen, farklı düşünce şekillerine ve yönelimlere sahip Ermenilerin, işgal edilmiş vatan toprağına yönelik tepkilerini duymak çok ilginçti. Bazıları gözyaşlarıyla, bazıları kelimelerle, bazıları şerefe kadeh kaldırarak duygularını yerli yerinde ifade ediyor, bazıları ise anı fotoğraf sayesinde mümkün olduğu kadar kaydetmeye çalışıyordu (yetenekli fotoğrafçılar vardı ve eve döndükten sonra onların eserlerini seyredip mutluluk duyduk).

Bazıları ise bu tecrübeyi sessizce yaşadı.

Hepimizin içinde, farklı dışavurumlarla, kanın aynı çağrısı sesleniyordu.

Ne kadar dolaştıksa, hiçbir yerde ve hiçbir zaman kendimizi yabancı hissetmedik. Sanki şehitlerimizin ruhları bizimleydi. Vatan toprağının gücü bizi bırakmadı. Yıkımın devasa boyutlarına rağmen, hepiz de sınırsız bir gururla doluyduk. Özellikle de, Batı Ermenicesinin Batı Ermenistan’da ne denli tatlı ve gür olduğunu hissettik. Gırtlağımızdan değil, yüreğimizden sesleniyordu.

Yakından görme ve tanımanın duygusu farklıdır. Batı Ermenistan’ı hatırladığımızda aklımıza gelen artık sadece fotoğraflar veya filmler veya okunanlar değil, orada yaşadığımız anlar. Bu durum daha büyük bir sorumluluk yüklüyor bize. İşte gittik, gözlerimizle gördük, şimdi ne yapacağız?

Nerede olursak olalım, ne yaparsak yapalım, her gün düşüneceğiz, vatanımız için ne yapabiliriz diye. Nerede yaşarsak yaşayalım, bu ruh hali gündelik yaşantımıza yansımalı, en belirsiz ayrıntıdan en ulvi ideolojik konulara kadar Ermeniliği takdir edip, öncelik vermeliyiz.

Sevgili vatandaşlar, Batı Ermenistan bizimdir. Hiçbir zaman bizden eksilmedi. Her taşı ve her karış toprağı Ermeni’nindir. Gittim, gördüm ve ikna oldum. Kaçacak yer yok. Ermeniliğin kalbi er veya geç orada atacaktır güçlü bir şekilde.

Batı Ermenistan’a gitmek artık ziyaret amacıyla olmamalı, daha derinden ve derinden eğilimlerle olmalı. Oradaki soydaşlarımızla bağ kurmak, onları benliklerine alıştırmak amacıyla. Onları bizim yapmalıyız. Asıl Batı Ermenilerinin, ülkenin sahibinin, toprağın üzerinde yaşayanın, vatan topraklarında kalmış olanların kendileri olduğunu söylemeliyiz. Onların içinde yeni milli uyanışın kıvılcımını atmalıyız, çünkü yeni tarihimiz oradan başlayacak.

Yerevan, Ağustos 2017

http://www.yerakouyn.com/?p=151285

Türkçeye çeviren: Diran Lokmagözyan

Akunq.net

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Hoş Geldiniz

Batı Ermenistan ve Batı Ermenileri’yle ilgili bilgi alış verişi gerçekleştirme merkezinin internet sitesi.
Bu adresten bize ulaşabilirsiniz:

Son gönderiler

Sosyal Medya

Takvim

August 2025
M T W T F S S
 123
45678910
11121314151617
18192021222324
25262728293031