Teşkilat-ı Mahsusa’dan Esedullah Timi’ne devlet aklı: Kontrgerilla

Teşkilat-ı Mahsusa'dan Esedullah Timi'neCİHAN BAŞAKÇIOĞLU

İZMİR (DİHA) – Devletin ötekileştirilenlere yönelik katliamları sürerken, son dönemde Kürdistan’da (Batı Ermenistan’da-‘Akunq’ web sayfası) devlet eliyle yaşanan ve 1990’lı yılları dahi aşan katliamlar, “Kontgerilla eliyle bir Kürt soykırımı mı yapılmaya çalışılıyor” sorusunu akıllara getiriyor. İktidara geldiği günden bugüne “Neo Osmanlıcılık” tartışmalarını beraberinde getiren AKP hükümeti, güvenlik güçleri eliyle sokağa çıkma yasaklarında katliamlarını sürdürürken, İttihat ve Terakki döneminde Ermeni Soykırımı sırasında görev alan Saray’a bağlı Teşkilat-ı Mahsusa’nın yerini, bugün Kürdistan’da AKP Sarayı’na bağlı Esedullah Timi’ne devrettiği görülüyor.

AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran seçim yenilgisinin ardından yeniden devreye koyduğu savaş konsepti ile birlikte Kürdistan illerinde 1990’lı yılların kanlı uygulamalarını aratmayacak katliamlar yaşanıyor. 1990’lı yıllarda devlet tarafından Kürdistan’da geliştirilen katliam politikaları Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele (JİTEM) tarafından hayata geçirilirken, günümüzde ise benzer uygulamaları ve argümanları güden yapılanmaların Kürt illerindeki faaliyeti son dönemde gözler önüne serildi.

Özellikle sokağa çıkma yasağı ilan edilen ve çatışmaların yoğunlaştığı bölgelerde görevli kolluk birimlerince duvarlara “Kurdun dişine kan değdi korkun”, “Yeşil burada PKK nerede” şeklinde yazılamalar yapılırken, bu yazılamaların en dikkat çekici olanı ise, devletin Kürdistan’daki yeni “derin” yapılanması olan “Esedullah Timi” kamuoyunun gündemine geldi. “Allah’ın aslanları” anlamına gelen bu yapılanmanın kim veya kimler tarafından örgütlendirildiği, içerisinde görev alanların kim olduğu ve kimler tarafından yönetildiği ise bilinmiyor. Devletin “gizli yapılanma” ve katliamlar aklı ise, 1900’lü yılların başlarına dayanıyor.

Teşkilat-ı Mahsusa’nın faaliyetleri de reddediliyordu

Devlet geleneği ve aklının var olduğu her dönemde kendine muhalif güçleri yok etme ve bu işlemlerde kendi tarafından oluşturulan gizli yapıları görevlendirme çabası 1911 yılından bu yana etkin bir biçimde var olduğu görülüyor. Ortadoğu coğrafyası ve Osmanlı tarihinde, 1911 yılında Enver Paşa başkanlığındaki İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne bağlı olarak kurulan ve Türk-İslam sentezine dayalı olarak faaliyet gösteren Teşkilat-ı Mahsusa olarak ortaya çıktı. Teşkilat-ı Mahsusa hakkında resmi tarih ve tarihçiler, teşkilatın bir istihbarat örgütü ve Trablusgarp ile Balkan savaşlarında zorunluluktan kaynaklı bir örgütlenme olduğu, zorunluluktan dolayı operasyonel yetki verildiği söylemi etrafında bir söylem geliştirse de, 1990’lı yıllardaki JİTEM faaliyetleri reddedildiği gibi teşkilatın dahili operasyonlarından söz edilemiyor ve ret ediliyor.

Ötekileri yok etmek için çeteciler temin edildi

Teşkilatın içerisinde görev alan Galip Vardar’ın anlatımlarına göre, geniş teşkilat yapısı “iç düşman” olarak nitelendirilen ötekileri ve gayrimüslimleri yok etmek için çete ve çetecileri temin ediyordu. Daha sonra hapishanelerdeki adli suçlulardan ve dağlardaki “başıbozuk” olarak nitelendirilen çetecilerden yüzlerce ağır suçlu Teşkilat-ı Mahsusa saflarında “vatan” hizmetine alındı. Özellikle ilk olarak Trabzon’da bu uygulama hayata geçirilirken, bu işleri ise Rıza Bey, Nail Bey ve Cemal Azmi Bey ortak karar alarak yürütmekteydi. Mahkûmların çetelerde kullanılmasına dair kararnameler daha sonra çıkarılacaktı.

Devletin üst düzey yöneticileri teşkilat başında

Yurtiçi ve yurtdışında karşı-istihbarat, propaganda, örgütlenme, suikast eylemlerinde bulunan Teşkilat-ı Mahsusa, 5 Ağustos 1914’te Harbiye Nezareti’ne bağlı resmi bir örgüte dönüştürülürken kurulan bu kontra yapının içerisinde Enver Paşa, Binbaşı Süleyman Askeri, Eşref Sencer Kuşçubaşı, Zenci Musa, Yakub Cemil, Dr. Bahattin Şakir, Mithat Şükrü Bleda, Ohrili Eyüb Sabri, Fuat Balkan, “Kel Ali” lakaplı Ali Çetinkaya, Çerkes Reşit Bey, Ahmet Fuat Bulca, Nuri Conker ve Rauf Orbay gibi devletin önemli kademelerinde bulunan isimler de aktif olarak yer aldı. Bu isimlerin birçoğu daha sonra teşkilatın gerçekleştireceği katliamları ve eylemleri yönetecek kadrolar haline dönüştü.

‘Ordu-parti-güvenlik’ üçgeninde etnik temizlik

Teşkilat-ı Mahsusa’nın ordu, parti ve güvenlik üçgeninde birbiriyle iç içe geçmiş, asker-sivil arasında geçişli bir kadroya sahip olduğu görülürken, teşkilat kadrolarının bugünün özel hareket timleri dönemin ise, “Harekat Ordusu” kadroları ile benzerlik gösterdiği ve II. Balkan Savaşı sırasında şekillenmeleri yanı sıra asıl etnik temizlik deneyimlerini savaş öncesi Ege ve Trakya pratiklerinde kazandıkları ve geliştirdikleri görülüyor.

Ermeni Soykırımı sürecindeki en önemli kadroların da Ege ve Trakya pratiklerinde devşirildiği bilinen yapının, Ege’de Rum örgütlenmelerine korku salarak yer yurtlarından sürüldüğü, evleri, toprakları ve taşınır mallarına el konulduğu ve bu süreçte insanların katledildiği görülüyor. Çeşitli tarihçilerin verilerine göre, dönem itibariyle Çeşme’de varlıklarını bırakarak bir hafta içinde 40 bin Rum tarihsel topraklarından buharlaşırken, yok edilen gayri Türk unsurların sayısı çeşitli şahsiyetlere göre 150 bin ile 1 milyon 500 bin arasında değişiyor.

Ermenilere yönelik saldırılar

Ege ve Trakya’da hayata geçirilen bu etnik temizlik planı gözden geçirilerek daha büyük ölçeklisi dönem itibari ile Ermenistan’da uygulandı. Çetelerin oluşturulmasından hemen sonra Ağustos ayı ile birlikte Rusya içlerinde askeri eylemlere başlanırken, aynı zamanda bölgede Ermenilere yönelik saldırılar ve katliamlar gündeme geldi. Özellikle Kafkas sınırlarında, Ermeni köylerine, entelektüellerine, politik ve dini liderlere yönelik saldırılar söz konusu olurken, çeteler, asıl görevlerini Ermeni köylerini basmak ve yağma etmek olarak görüyorlardı. Köylerdeki erkekleri katlederlerken, kadınlara ise tecavüz ediyor, Ermenilerin ellerinde para ve değerli olan ne varsa el koyuyorlardı.

Emniyetçiler, askerler ve çeteler kontrolünde ‘soykırım’

Ayrıca Ermenileri baskı altında tutma amacıyla çok “gizli görev” birlikleri oluşturulurken, bu organ Milli Emniyet Müdürü ve Talat’ın yakın arkadaşı Canpolat, Polis Şefi ve Nazır Bedri, onun yardımcısı Mustafa Reşat Mimaroğlu ve Milli Emniyet Teşkilatı’nın iki ayrı kısmının müdürleri Aziz Akyürek ve Ahmet Esat Uras gibi isimlerden oluşuyordu. Bu müdürler, özellikle de, 1915-1917 arasında Emniyet Müdürlüğü 3. Kısım ve Kısmi Siyasi şefi, Bedri ve yardımcısı Reşat, Ermeni soykırımının örgütlenmesinde kesin bir rol oynadılar. Ancak teşkilatın, 1915 Soykırım süreci ile ilişkilendirilmemesine özen gösterilirken, resmi tarih çerçevesinde yayınlanan çalışmalarda bu konunun özellikle karartılmasına çabalandığı görülüyor. Ermeni Soykırımı’nı savunan tarihçiler Teşkilat-ı Mahsusa’nın adını ortaya atarken, Teşkilat-ı Mahsusa’nın soykırımı gerçekleştirmiş olan örgüt olduğu iddiası, Andonyan’ın belgelerinden yola çıkılarak öne sürülmüştü. Teşkilat ise 8 Ekim 1918’de İttihat ve Terakki hükümetinin iktidardan ayrılması ile birlikte Teşkilât-ı Mahsusa da resmen tasfiye edilmişti.

1911’den 1990’lara aynı uygulama

Türkiye’de devlet aklının 1990’lı yıllarda bir anlamda “Türkleştirme” amacıyla JİTEM eliyle gerçekleştirdiği katliamların İttihat ve Terakki döneminde Teşkilat-ı Mahsusa eliyle yapılan katliamlarla benzerlik göstermesi dikkat çekiyor. Faili meçhullerin, suikastların ve köy boşaltmaların yoğun olarak yaşandığı dönemde İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, polis bölgesinde bin 912 insan yaşamını yitirirken, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre ise, bin 165 yurttaş “yargısız infaz” sonucu katledildi. Öte yandan 403 kişi gözaltı ve cezaevinde yaşamını yitirirken, 3 bin 541 köyün de boşaltıldığı TİHV verilerine yansıyor. Öte yandan Teşkilat-ı Mahsusa’da olduğu gibi JİTEM’in faaliyetleri de devlet tarafından reddediliyor. Öyle ki dönem itibariyle JİTEM içerisinde faaliyet gösteren ve çeşitli katliamlara imza atan isimlerin “JİTEM’i bilmem JÖTEM’i bilirim. O da seni seviyorum demek” sözlerini Türkiye yargısı önünde sarf ettiği görülüyor.

Teşkilat-ı Mahsusa’dan JİTEM’e

Kamuoyunda “Alacakaranlık” yılları olarak nitelendirilen 1990’lı yıllarda tarihsel aktörlerin görevlerinin değişmediği ise görülüyor. Siyaset, istihbarat, asker, polis, kontrgerilla ve yeraltı dünyasına ait isimlerin başrollerini oynadığı dönemde, “‘özel ordu” kurduğu iddia edilen dönemin Başbakanı Tansu Çiller, sonraki yıllarda “suç örgütü yöneticisi” kararıyla Susurluk’tan hüküm giyen polis Mehmet Ağar, çeşitli faili meçhul soruşturmalarında gözaltına alınıp bırakılan MİT’çi Mehmet Eymür, Korkut Eken, JİTEM’in kurucularından Veli Küçük, hayatta olup olmadığı tartışılan “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım, Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı dönemin isimlerinden bazıları. Eski özel tim polisleri Susurluk hükümlüleri Ayhan Çarkın, Ayhan Akça, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Mustafa Altunok, Ercan Ersoy ve Ziya Bandırmalıoğlu’nun ise bu süreç içinde infazlarda, kayıplarda görev aldığı biliniyor.

2023’e doğru bir Kürt Soykırımı mı?

İktidara geldiği günden bu yana “Neo Osmanlıcılık” tartışmalarını beraberinde getiren AKP iktidarının Temmuz ayından bu yana Kürt illerinde gerçekleştirdiği katliamlar ise “Kürt soykırımı” tartışmalarını gündeme getirir nitelikte. 1990’lı yılların uygulamalarını da aşan katliamların boyutu daha da ağırlaşırken, Temmuz ayından bu yana Silvan, Cizre, Nusaybin ve daha birçok noktada ilan edilen sokağa çıkma yasaklarında onlarca yurttaş katledildi. Kamuoyunda 1990’lı yıllarda bölgedeki katliamlarda görev alan özel harekatçıların ve suç örgütü liderlerinin yeniden göreve getirildiği iddiaları tartışılırken, “Beyaz toros” yerine “Ranger”ların gündeme gelmesi ve yargısız infazların artması nedeniyle birçok kesim tedirgin. Ayrıca Türkiye metropollerinde ise Kürt yurttaşlara yönelik başlatılan linç kampanyaları, gözaltı ve tutuklamalar, siyasi soykırım operasyonları gündemdeyken, bölgede ortaya çıkan ve JİTEM’in yeni adı olarak nitelendirilen yapılanma “Esedullah Timi” ise katliamlarını hunharca sürdürüyor.

20 yıl sonra ‘Esedullah Timi’ de reddedilecek mi?

Özellikle özyönetim isteyen kesimlere yönelen AKP iktidarı, Nusaybin, Silvan ve daha birçok bölgede katliamlarla “terör” estirirken, son olarak Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi cinayeti kontrgerilla tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Öte yandan devletin son Teşkilat-ı Mahsusa’sı Esedullah Timi’nin faaliyetlerinin de 20 yıl sonra inkar edilip edilmeyeceği sorusu ise kamuoyunda tartışılıyor.

http://www.diclehaber.com/tr/news/content/view/485925?from=2975960978

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Hoş Geldiniz

Batı Ermenistan ve Batı Ermenileri’yle ilgili bilgi alış verişi gerçekleştirme merkezinin internet sitesi.
Bu adresten bize ulaşabilirsiniz:

Son gönderiler

Sosyal Medya

Takvim

September 2025
M T W T F S S
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930