1915 Soykırım kurbanları ve hayatta kalan çocukları için adalet istediler.
18 Nisan Cumartesi sabah saat 11.00 de Soykırım Karşıtları Derneği (SKD)´nin çağrısı üzerine Frankfurt Kennedy Alle Türkiye Cumhuriyeti Başkonsolosluğu önünde bir araya gelen SKD Aktivistleri ve Dostları, TC’nin 1915 Soykırımını inkâr politikasını protesto ettiler.
Soykırım kurbanlarının anısına saygı duruşu ile başlayan etkinliğin amaçlarına ilişkin SKD adına kısa bir konuşma yapan Ali Ertem, şu görüşlere yer verdi:
“Değerli Dostlar,
Yıllardır biz bu kapının önünde, 1915 Tarihi Soykırım Gerçeği’nin inkârı için geleceğimizi yalan ve iftira üzerine kurmak isteyen TC devletinin, insanlık karşıtı politikasını sona erdirmesini ve soykırımı tanımasını talep ediyoruz. Bizler bu kapıda yıllardır TC devletinin soykırım mağduru halklara (Ermeni, Asuri – Süryani, Helen ve Ezidi) karşı sürdürmekte olduğu soykırım politikasını sona erdirmesini ve mağdur halklardan özür dilemesini talep ediyoruz. Sesimizi seslerine kattığımız soykırım mağduru halkların adalet feryadına kulak tıkayan TC yetkilileri, soykırımın inkarını daha pişkin daha agresif bir biçimde propaganda etmeye devam ediyorlar.
Skandal bir biçimde dini ve ulusal duyguların istismarı temelinde, her yıl 18 Mart’ta kutlanan “Çanakkale zaferi” tarihinin değiştirilerek 24 Nisan’a alınması ve bununla da yetinmeyip Ermenistan devlet Başkanı Sayın Serj Sarkisyan’ın, Çanakkale’ye “zafer kutlamaya” çağırılması, TC yetkililerinin ahlaki normlara ve her türlü insani değerlere ne kadar yabancı olduklarını göstermiştir. Soykırım politikasında ısrar ederek insanlığa meydan okumanın bedeli çok ağırdır. Tarihte bunun en bariz örneği Nazi karanlığının yıkılışıdır. İnsanlığın tahammül sınırının bittiği yerde İttihat karanlığının akıbeti de aynı olacaktır.
Bizler bir kez daha devlet yetkililerini uyarıyoruz: Vakit geç olmadan soykırımın tanınmasını ve mağdur halklardan özür dilenmesini istiyoruz!
Soykırım mağduru halklar için adalet istiyoruz!”
Ali Ertemin konuşması ardından, Frankfurt’ta bir sempozyuma davetli olup Aramızda bulunan değerli bilim kadını Dr. Meline Anumyan, 100 yıl önce Ermeni halkının beyin tabakası, (millet vekilleri, dini liderleri, doktorları, öğretmenleri, mimarları, mühendisleri, sanatkârları, kısacası toplumsal hayat içindeki en şahsiyetleri) bir gecede nasıl alınıp, dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkarılışlarına ilişkin şunları söyledi:
“Milli, siyasi, toplumsal, askeri, bilimsel ve kültürel kişiliklerin, soykırımı gerçekleştiren cellâtlar tarafından taammüden toplu imhası, politisit veya siyasi cinayet olarak adlandırılmaktadır. Bu yaklaşımın amacı, söz konusu etnosu, öz savunma tertiplenmesini üzerine almaya muktedir güçlerden mahrum etmektir. Siyasi cinayetlerin bir aşaması, siyaset, toplum ve kültür emekçileri nezdinde Ermeni aydınlarının toplu olarak imha edilmesi olup, Ermeni Soykırımı’nın anma günü olarak kabul edilen 24 Nisan 1915 tarihinde başlatılmıştır.
Bu darbe, özellikle Ermeni aydınlarının çok sayıda yazar, sanatçı ve bilim adamından oluşan kaymak tabakasının bulunduğu İstanbul‘da güçlü olmuştur.
İttihatçı yöneticiler tarafından önceden hazırlanmış olan kara listelere istinaden, tüm karakollara özel olarak mühürlenmiş zarflar gönderilir. Eski takvimle 1915 Nisanının 11, 12 ve 13’ünde, çok sayıda Ermeni siyaset, toplum ve kültür adamlarının tutuklanması gerçekleşir.
Tutuklanan Ermeni aydınların ilk grubunu oluşturan yaklaşık 200 kişi, İstanbul merkez hapishanesi olan Mehterhane’ye kapatılır. Ermeni aydınlar, yirmi dört saat tutuklu kaldıktan sonra, 25 Nisan 1915’te, İstanbul’un Haydarpaşa tren istasyonuna götürülüp, oradan da tehcir edilir.
Tanınmış Ermeni kişiliklerin bir kısmı, 75 kişilik bir grup halinde ayrılarak Ayaş’a yollanır, kalanları ise Ankara’ya. Ayaş’a gönderilenler, bu şehrin dışında bulunan “Sarı Kışla” kışlasına yerleştirilip korkunç işkencelere tabi tutulur. Ayaş’a sürülenlerin içinde, Ermeni düşün âleminin ünlü temsilcilerinden, Taşnaklardan Khaçatur Malumyan (Aknuni), Garegin Khajak, Ruben Zardaryan ve Sargis Minasyan, milli mebuslardan Harutyun Cangülyan, Nazaret Dağavaryan, Hambardzum Boyacıyan ve Harutyun Şahrikyan, şair Siamanto, artist Yenovk Şahen, yazar Sımbat Bürat, doktorlardan Khaçik Partizakyan, Karapet Paşayan, Tigran Allahverdi vs. bulunmuşlardır.
İçlerinden milli mebus Büzand Boyacıyan’ın sözleriyle “Ayaş hapishanesine atılan ve hükümet tarafından “siyasi suçlu” olarak damgalananlar, Ermeni düşün katmanının en önde gelen kişileriydi”.
Ayaşlı onbaşı Faşiloğlu Refik’in, Ermeni aydınlarına ateş etmek istememiş, fakat komiser Zeki Hasan ve Çavuş Hurşit’in onları kudurmuşçasına, hunharca öldürmüş olduğu dikkat çekicidir. Çavuş Hurşit, Ankara’ya dönerek “Katletmeye başladığımızda, yer-gök öldürülenlerin feryatları ve haykırışlarıyla inliyordu. Ben, Doktor Paşayan’ın önce gözlerini oydum, daha sonra da boynunu kestim, işte onun altın kösteği ve saati”,- diye hayâsızca anlatmıştır.
Sürgün edilen aydınların diğer grubu (yaklaşık 150 kişi) Çankırı’ya yollandı. Bu grupta rahip Komitas, başrahip Grigoris Palakyan, ünlü Ermeni şair ve doktor Ruben Çilingiryan, şair ve Taşnaktsutyun üyesi Daniel Varujan, avukat Gaspar Çeraz, “Sabah” gazetesi redaktörü ve Ramkavar Azatakan Partisi yöneticisi Tiran Kelekyan, “Büzandion” gazetesi redaktörü Büzand Keçyan, öğretmen ve Taşnaktsutyun üyesi Armenak Barseğyan, “Vostan” redaktörü Mikayel Şamdancıyan, yazar ve tarihçi Aram Antonyan, öğretmen ve Taşnaktsutyun üyesi Movses Petrosyan, Hınçak Partisi üyesi Samvel Tomacanyan, eczacı ve aktivist Vahram Asturyan, mimarlardan Simon Melkonyan ve Manuk Basmacıyan, Osmanlı Bankası görevlilerinden Vağinak Partizpanyan ve daha başkaları vardı.
İçlerinden bir kısmını iki kervana ayırdılar. Bu kervanların ilkinde 52, ikincisinde ise 24 kişi bulunmaktaydı. Bu iki kervan da Der-Zor’a sürüldü. İlk kervandan, sadece Paronyan adında Protestan bir kitapçı, sunmuş olduğu çok sayıda müracaatlar sayesinde kurtulup İstanbul’a döndü. Birinci grubun kalan tüm üyeleri, Elbistan yollarında acımasızca katledilmiştir.
İkinci kervandan ise, sadece Aram Antonyan, yolda ayağını kırmış olduğundan dolayı hastaneye nakledilmek suretiyle kurtulmuştur. İkinci grubun kalan tüm aydınları Elmadağı eteklerine getirilip bıçaklanarak öldürülmüşlerdir.
1915’te, Istanbul’un haricinde, aralarında Yerukhan, Tılgatintsi gibi çok sayıda yazar ve eğitimcinin de bulunduğu, taşradaki Ermeni aydınlar da (yaklaşık 800 kişi) toplu olarak tutuklanmış, tehcir edilmiş ve katledilmiştir.
Osmanlı Meclisi üyelerinden ünlü yazar ve avukat Grigor Zohrap ile Taşnaktsutyun üyesi Vardges Serengülyan’ın trajik ölümüne özellikle değinmek isteriz. Bu ikisi, “devlet aleyhine suç işlemekle” suçlanmakta olup, Diyarbakır divan-ı harbinde yargılanmaları gerekmekteydi.
Adana ve Halep üzerinden Urfa’ya, ardından da bir saat uzaklıkta bulunan Karaköprü mevkiine getirilmişlerdir. Burada kendilerini bekleyen, Çerkez Ahmet yönetimindeki silahlı bir çete tarafından korkunç işkencelerle öldürülmüşlerdir.
Ermeni Soykırımı esnasında uygulanan politisitin esas sonucu, soykırım süresinde ve bundan hemen sonra Batı Ermenilerinin beyin takımının yok edilmesinin haricinde, daha sonraki on yıllar içinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Ermenilerin, özellikle de İstanbul Ermenilerinin depolitizasyonu olmuştur. Gerçekten de, son yüzyılda, İstanbul Ermeni toplumunun önemli bir sayı oluşturmuş olmasına rağmen, Türkiye Ermenileri tarafından herhangi bir siyasi parti kurulmamıştır. Sadece son yıllarda, Türkiye’nin AB’ye üyeliği süreci bağlamında, bazı Ermeni hemşerilik dernekleri kurulmuş olmakla birlikte, bunların faaliyetini siyasi olarak addetmek mümkün değildir.
Günümüz Türkiye’sinde dahi, Batı Ermenilerine yönelik politisit olgusunun var olduğunu belirtmek gerekir. Hem “Agos” gazetesi baş redaktörü Hrant Dink’in 19 Ocak 2007 tarihindeki katli, hem de İstanbullu Ermeni dil bilimcisi Sevan Nışanyan’ın hapsedilmesini, siyasi cinayete özgün olaylar olarak kabul etmek mümkündür.
Son olarak, Komitas gibi ruhsal darbe yemiş veya katledilmiş Ermeni sanat ve kültür adamlarından birçoklarına, yaşama ve üretme imkânı verildiği takdirde, Ermeni ve dünya kültürüne daha ne kadar katkı yapmış olacaklarını tahmin etmek imkânsızdır”.
Interkulturelles Jugendforum adına Mustafa, ATİK adına da Ufuk arkadaşlar, kurumları açısından 1915 Soykırımının anlam ve önemine dair birer konuşma yaptılar ve SKD ile dayanışmalarını dile getirdiler. Son dönemde eşzamanlı olarak kurumlarına yapılan saldırılara ve uyduruk bahanelerle tutuklanan yoldaşlarının durumlarına dikkat çektirler.
TC devletinin “Çanakkale zaferi” safsatasını teşhir eden SKD açıklamasının Döne Gündüz tarafından, okunması ardından TC Konsolosluğu kapısına 1915 karanlığını temsil eden siyah bir çelenk bırakıldı.
Ali Ertem’in SKD adına, dayanışma gösteren kurumlara (ATİK, ADHK Interkulturelles Jugendforum) ve şahsiyetlere teşekkür konuşması ardından etkinlik sona erdi.




Leave a Reply