Tarih doktoru
Bu makale, İzmir muhacirlerinin 1922 güzünde Yunanistan’da iskân edilmesiyle ilgilidir.
Makalenin amacı, konuyla ilgili kaynaklar ve literatür temelinde, Ermeni ve Yunanlılardan (Rum) oluşan İzmir muhacirlerinin, 1922’den sonraki sürede Yunanistan’daki durumlarının sunulup, irdelenmesidir.
Muhacirlerin toplu olarak iskân edilmeleri sebepleri ve sonuçlarını inceleyerek, tarafımızdan bir dizi soru ortaya konulmuştur. Planlanmış cürümün sonucu olarak muhacir durumuna düşmüş olan Hıristiyan Ermeni ve Yunanlıların toplu iskânının nasıl mümkün olduğu, “ağırlayan ülke” olarak Yunanistan’ın tepkisinin nasıl olduğu, toplumun, muhacirlerin iskânıyla ilgili kesin ve sistematik bir programa sahip olup olmaması vs.
Batılı tarihçilerden Eric Hobsbawm’a göre, Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren, Soykırım ve Vatan kaybı (Apatrit) gibi yeni kelimeler icat etmeye gerek duyulacak kadar inanılmaz boyutlardaki tehcir ve katliamların, o güne kadar bilinmeyen derecelerini “dünya kendi kendisine öğretmiştir”[1].
İzmir Hıristiyanlarının “milli temizliğinin”, genellikle ifade edildiği gibi, salt bir “felaket” olduğunu zannetmek saflık olur.
Bu olay, Türklerin soykırımcı siyasetinin “başarılı bir nihayetiydi”.
Türkiye’yi etnik anlamıyla olduğu kadar, “tarihi” açıdan Türkleştirmenin, Mustafa Kemal Atatürk’ün, Hıristiyan milli azınlıkları Türkiye’den sürgün etme siyasetini aklayan bir yöntem olduğunu belirten uluslar arası siyaset uzmanı H. Hakobyan, bu açıdan tamamen haklıdır[2].
İzmir’de vuku bulan cürümün görgü şahidi olan, ABD’nin Yakın Doğu elçisi George Horton, Türklerin tüm kanlı tarihi boyunca icra etmiş oldukları hiçbir olayın, İzmir’in 1922 yılında tahrip edilmesi kadar zalimce olmadığını, savunmasız ve silahsız insanlara karşı uygulanan eziyetler açısından en alçakça yöntemlerin seçilmiş olduğunu belirtmektedir[3].
İzmir’in tahrip edilmesi, C. Horton tarafından, hayatta kalan Hıristiyanların İzmir’i terk etmeye mecbur kalıp, Yunanistan’ın hümanizmine ve lütfüne sığındıkları, korkunç felaketin “şeytani nihayeti” olarak betimlenmektedir[4].
Vuku bulanlarla ilgili inandırıcı veriler sunan elçilerin, konsolosların ve misyonerlerin şahadetleri özellikle ilginçtir.
Örneğin, ABD’nin eski elçisi Henry Morgenthau “… Türk ordusu, Kemal’in gözü önünde, İzmir’in Yunan mahallesindeki Yunanlı erkek, kadın ve çocukların sistematik katli, evlerin ve kiliselerin planlı soygunu, ayrım yapılmaksızın kadın ve genç kızların iğfal edilmesi, 16-50 yaş arasından çalışan erkeklerin seçilip, ülkenin içlerine sürülerek hemen tümünün ölene kadar zorunlu çalıştırılmasını gerçekleştirmiştir.
… Tüm bu şiddet olayları, Türklerin, Yunanlıları Küçük Asya’dan tamamen sürülmesine yönelik amaçlarının açık ifadesidir. Türk milliyetçilerinin, Kemal’in kontrolü altında sürdürmüş olduğu plan gereğince Küçük Asya tamamen “Türkleştirilmiştir”.
Yunanlı ahalinin sürülmesi veya tehcir edilmesi planı çok basitti. İzmir dehşeti sonucunda binlerce Yunan ailesi hemen bölgeyi terk etmiştir…”[5].
Danimarkalı misyoner Jensine Oerts, konuyla ilgili olarak “Tarihte görülmemiş Hıristiyan takibatları, İzmir’in meşum felaketiyle son buldu. Vuku bulanlarla ilgili yaklaşık bir fikir elde edebilmek için, şehrin ateşe verilmiş olduğunu belirtmek yeterlidir… İnsan cesetleriyle örtülü ve kana boyanmış olan liman, halkın tek sığınağıydı”[6],- demektedir.
Benzer şahadetler, tahayyül edilemez insani nefret hakkında bir fikir elde etmek için yeterlidir.
Görgü şahitlerinden birçoğu, bu tiksindirici olayları önlemeye muktedir olmayıp, facia sürecine müdahale etme hakkına sahip olmayarak, ister istemez “seyirciye” dönüşmekteydi.
Lakin bu aczin, onların bilincinde derin bir iz bırakmış olduğu kesindir.
Orts’un, “… Balkonumuzdan, günlerce açık hava altında kalarak gemileri bekleyen binlerce insan görüyorduk, yaklaşık 80.000 kişiydi. Yardımımıza ihtiyaçları vardı, fakat biz hiçbir şey yapamadık…
Mutlu bir tesadüf sonucunda kurtulmuş olan Yunanlıları ve Ermenileri nakletmek için mümkün olan tüm kayıkları kullandılar… Bu hengâme içinde birçoğunun, eziyetlerine son vermek veya başarılması hemen-hemen imkânsız olan, yüzerek kıyıya varmak için kendilerini iskeleden denize atmaları gibi, unutamayacağımız sahnelerin şahidi olduk”[7].
Her halükârda İzmir halkının büyük bir kısmı, hayatını bir günah ve ölenlere yönelik bir ihanet olarak görerek, hayatta kaldı.
Bir milyonun üzerinde Yunanlı 1922 sonbaharında Küçük Asya ve Doğu Trakya’dan Yunanistan’a göç etti. Yaklaşık beş milyon[8] nüfusa sahip ülkede, muhacirlerin sayısı, genel olarak, bir buçuk milyona ulaşmıştı. Farklı kaynaklara istinaden Atina, Libazma, Kokina, Aleksandropol, Selanik ve diğer şehirlere[9] yerleşmiş olan muhacir Ermenilerin tüm Yunanistan’daki sayısı 90.000’den[10] 200.000’e[11] kadar gösterilmektedir.
H. Morgenthau “750.000 kişi iki hafta içinde hayvan sürüsü gibi Selanik ve Atina limanları ile Ege Denizi’nin Girit, Midilini, Kios ve Evbea adalarına döküldü. Bu insanların Yunanistan’a vardıklarındaki durum tarif edilemez derecede acınılacaktı…
Yolculukları, birbirini takip eden yakıcı güneş ve dondurucu sonbahar yağmurları altında geçmekteydi. İki bin kişilik olmasına rağmen, yedi bin kişiyle doldurulmuş olan bir gemiyi kendi gözlerimle gördüm.
Diğer durumlarda olduğu gibi, bu durumda da su veya gıda yoktu… Tifo ve çiçek hastalığı yayılıyor, her yer bit kaynıyordu. Güvertede çocuklar doğuyordu. Birçoğu, felaketlerine bir son vermek için kendisini denize atıyordu.
Hayatta kalanlar da pis, ateşler içinde, evsiz, yorgansız veya sıcak elbise, gıda ve maddi imkândan yoksun olarak karaya vardı.
Muhacirler, bu korkunç eziyetlerin haricinde ölüm, kayıp ve çeşitli hastalıklar sebebiyle koca, eş ve çocuk kaybı felaketlerine de maruz kalmaktaydı”[12],- diye yazmaktadır.
Morgenthau, bu yaşlıların, çocukların ve kadınların daha birkaç hafta önce mutlu yuvalarında barış içinde yaşamış olduklarını belirtmektedir[13].
29 Eylül 1923 tarihinde oluşturulan Muhacir Sorunlarını Düzenleme Komitesi’nin başkanlığını H. Morgenthau yapmaktaydı.
Morgenthau, muhacirlere yönelik büyük sorumluluk duymakta ve herhangi bir başarısızlık kabul etmemekteydi. “… Başarısızlığım, bu insanların daha derin eziyet çekmelerine sebebiyet vermek demektir… Hiçbir şey, onlara yardım etme yolunda engel olamaz… Ümitlerini kaybetmiş olanları, kurtulabilmeleri için benim ümidimle yakarım…
Yunanistan’da para tedarik edemezsek, Avrupa’da ederiz, Avrupa’da olmazsa, Amerika’da kesin olur…”[14].
Muhacirlerin Yunanistan’a yerleşmesi, zor olmakla birlikte, yine de gerçekleşti. Yerli Yunanlılar, onları, ulusal ailenin tam anlamındaki üyeleri olarak memnuniyetle kabul etti. Herhangi bir ayrımcılık olmadan tüm vatandaşlık haklarını elde ettiler[15].
Vahram Papazyan’ın[16] aşağıda belirteceğimiz anıları Yunanlıların, özellikle Ermeni muhacirlere gösterdikleri şefkatli yaklaşımıyla ilgilidir “Yunan hükümeti ve halkının biz Ermenilere göstermiş olduğu asil ruh ve sevgi, kalemle tarif edilemez. Küçük Asya’dan, Ermenilerle birlikte yüz binlerce Yunanlı geldi ve Yunanistan’ın farklı bölgelerine yerleştirildi. Lakin yerel halk, göç etmiş olan kendi vatandaşlarından ziyade biz Ermenilere daha sıcak bir ilgi gösterdi.
Devlet, ayırımsız tüm muhacirlere düzenli maddi yardımda bulundu. Dağıtım esnasında önce biz Ermenilere, daha sonra Yunanlı muhacirlere ödeme yapılmaktaydı…
Yunanlı doktorlar, neredeyse karşılıksız olarak hastalarımızı tedavi etmekte, dükkân sahipleri, hiç tanımadıkları Ermeni muhacirlere veresiye gıda ve mal vermekteydi.
Birçok bölgede, işçiye ihtiyaç duyulduğunda, önce Ermeni’ye iş vermekteydiler”[17].
Okulların, kiliselerin, tiyatroların, kışlaların ve depoların, Selanik’te açık hava altında yaşayan insanlar için geçici yurt olarak kullanıldığı bilinmektedir[18].
Milletler Cemiyeti’nin göçmen sorunları ve savaş esirlerinin vatana dönmesi konusundaki yüksek komiseri Fridtjof Nansen’in izlenimleri bu açıdan hayli ilgi çekicidir “O zamana kadar bütün bir halkın ayakta olmasını görmenin ne anlama geldiğini bilmiyordum. Bu, gerçek bir “Volkswanderung”du (halk göçü). Eski zamanlarda olduğu gibi.
Bir tepenin zirvesine çıktık. Karşımda, binlerce ışığıyla bütün bir şehir gördüğümü zannettim. Bu, onların tüm vadiye yayılmış olan kamplarıydı… Başlarının üzerinde herhangi bir örtü olmadan, yerde yatıyorlardı… Nereye gittiklerini ve ne bulacaklarını bilmiyorlardı, yurt mu, yoksa düşmanlık mı?”[19].
Yunanistan’ın, muhacirlere gösterdiği özverili ve insaflı yaklaşımı azımsanamaz. H. Morgenthau “… Yirmi altı milyon erkek, kadın ve çocuğun aniden ve beklenmedik bir şekilde gemilerle Boston, New York, Philadelphia ve Baltimore limanlarına geldiğini tasavvur edin. Dahası, bu devasa kalabalığın pis, tifo ve çiçek hastalığından kırılıp, açlıktan ölme noktasında ve parasız veya herhangi bir mal varlığından yoksun olduklarını tasavvur edin. Bu yirmi altı milyon insani yaratıkların (çoğunlukla kadın, çocuk ve yaşlılar) acilen gıda, kalacak yer ve tıbbi yardım açısından tamamen Amerika’nın merhametine kalmış olduğunu tasavvur edin.
Tamamen Amerika’ya sığınarak, hayatlarının sonuna kadar ev ve geçimleri için imkân elde etme imkânına sahip olmalıdılar. Şimdi de, Amerika’nın, hümanizmi ve aklıselimine atılan bu eldiveni kabul ederek, açlıktan ölmek üzere olan insanları yedirdiğini, evsizlere konut sağladığını, hastaları tedavi ettiğini, içlerinden az yetenekli olanlara iş imkânı sağladığını tahayyül edin… Böylelikle yirmi altı milyon mahvolmuş insanın hayatı kurtarılmış olup, tüm bunlar, ülkeye yerleştikten sonraki altı yıl içinde gerçekleştirilmiş olur. Dünya, Amerikan hümanizmi, Amerikan cömertliği, Amerikan çabası ve yaratıcılığının övgüleriyle çalkalanmaz mıydı?
Son altı yıl içinde Yunanistan, tabii tam anlamıyla olmasa da, benzer bir başarı elde etti ve dünya tüm bunlar hakkında hiçbir şey bilmemektedir”[20].
Dünya tabii ki soykırım eylemleri dizisi ve bunun sonucunda oluşan ve dünya sathına yayılmış muhacirlerin yaşam şartları konusunda bilgi sahibiydi. Bunun sonucunda da, sürgünlere sığınma veren ülkeler ve bu arada Yunanistan’ın “inanılmaz boyutlardaki muhacir ülkesi” olarak, sorumluluğunu layıkıyla yerine getirip, kalacak yer ve gıda temin ettiğini bilmekteydi. Lakin o “adaletli” dünya, takdirini belirtmek konusunda neden bu denli cimri davranıyordu?
Hâlbuki Yunanistan hükümeti, muhacirleri tüm ülke sathında yerleştirmek için büyük çaba sarf etmişti[21].
Her halükârda uluslar arası toplumun ilgisizliği, İzmir muhacirlerinin Atina ve çevre şehirlere, Girit ve Yunanistan’ın doğu adalarına yerleşmesini önlemedi[22].
Böylece, 100.000 muhacir Selanik’e, yaklaşık 120.000’i Trakya ve adalara, 130.000’i Mitilini’ye, 60.000’. Kios adasına, 15.000’i Samos’a, 50.000’i Pireye’ye ve 27.500’ü Girit Adası’na yerleşmişti[23]. Lozan Konferansı, 1 Kasım 1922’de bu veriler altında başladı, hâlbuki İstanbul ve banliyöleri ile İmroz ve Bozcaada’da yaklaşık 300.000, Küçük Asya’da ise 400.000 Yunanlı bulunmaktaydı. Türk-Yunan mübadele antlaşması uyarınca bu insanların büyük bir çoğunluğu yerlerinden edildi[24].
Ermenistan dışişleri bakanlığı verilerine göre, Ermeni muhacirlerin sayısı 120 bine ulaşmaktaydı, Ermeni milli kuruluşlar ise yüz bin rakamını vermektedir. Farklı kaynaklara göre ise bu sayı iki yüz bin kadardır[25]. Yunanistan, daha önce gelmiş olan 90.000 kişi de dâhil olmak üzere, 1923’e kadar toplam 1.060.000 mülteci kabul etmiştir[26].
Muhacirlerin ne şartlar altında yaşadıkları konusunda bir fikir sahibi olmak için, aşağıdaki verileri okumak yeterlidir. “Atina okullarından birinde, üç büyük odada, 22 aile, yani 91 kişi kalmaktaydı. Bunların 17’si erkekti, fakat içlerinden 7’si, ailelerine herhangi bir yardımı dokunmayan yaşlılardı. Kalanlar, üç hatta beş çocuğa bakan 60-70 yaşında kadınlardı…”[27].
Uluslar arası hayır kuruluşları ve özellikle misyonerler tarafından mültecilere sunulan hizmetler çok yönlü ve çeşitliydi.
Örneğin “Yaşam çağrısını” kabul ettirmek ve hayatın anlamını yeniden bulma konusundaki sürekli telkinleri, onların misyonunun esas bölümünü teşkil etmekteydi. “Hayatın, omuzlarına ve düşüncelerine yük olduğu” hayatta kalanlar arasında, inanç tohumları atma denemesi dahi mukavemetle karşılaşmaktaydı.
İsveçli bayan misyoner A. Yohanson’un bu durumla ilgili açıklaması “İnsanların, hastalıklara karşı koyacak güçleri yoktu”[28], şeklindedir. Bu insanlar her bir hastanın hayatını kurtarmak için radikal yollara başvurmaktaydı. Yohanson, konuyla ilgili şöyle yazmaktadır. “Bazen başarıyordum, bazen de başaramıyor. İnatçı olmam gerekiyordu. Tek kurtuluşları ameliyat olan hastalar bazen bana başvuruyor, fakat onları hastaneye yerleştirmem mümkün olmuyordu.
Bazı hastaların bakımlarını evde de yapabiliyordum, fakat bu durumda, hastalar için daha fazla gıda elde etmek için çaba sarf etmeliydim”[29]. Selanik’e sığınan Ermeni mültecilerle ilgili misyonerlerin hümaniter programları, sağlık problemlerinin çözümü ve olumlu şartlarda yaşamanın haricinde, ruhani ve şahsi gelişimin sağlanmasına yönelikti.
Selanik yakınlarında bulunan Kharilaos ve Khermankyo köylerinde kurdukları okulların varlığı bunun kanıtıdır.
Khermankyo okulunda mesela, 103 çocuk eğitim görmekteydi. 1 Mayıs 1923 tarihinde ise Kharialos’ta 95 kızın okuduğu ve ilerde sayılarının daha da arttığı bir okul kurulur[30]. Aynı kuruluş, 15 Ekim 1928 tarihinde Ermeni Ulusal Yönetimi adına Kharilaos’ta, 40-45 çocuğun bedelsiz eğitim gördüğü bir karma Ermeni çocuk yuvası açar.
Çocukların giyim, okul gereçleri ve öğlen yemeği ihtiyaçları okul tarafından karşılanmaktaydı[31].
Böylelikle, “insanın insan tarafından yok edilmesinin karşı konulamaz, gecikmenin ise affedilemez” olduğu bir zamanda, “İzmir muhacirleri ordusu”, zaten daha başka muhacirlerin bulunduğu bir ülkede sığınma bulur. Ekonomik ve maddi açıdan zayıf olan bu devlet, yine de bu insanları açık kollarla kabul etti. Öncelikle sığınma verdi, ardından da onlarla ilgilendi.
Bu insanlar, dramatik ölümlerin ürpertici sahnelerini görerek ruhsal dengeleri bozulmuş olmalarına rağmen, ruhsal sarsıntı geçirmiş olan muhacirlerin “yaşam çağrısını” kabul etmeleri gerekmekteydi.
Yunanistan’a yerleşmeleri, tehcir sonucunda gerçekleşti. Muhacir olmak, tüm zamanlarda da zor olmuştur. muhacirin iç dünyasında gerçek kaos hüküm sürmektedir.
Eski Yunanlılar bu durumu çok iyi anlayarak, suçlular için, “basit ölüm cezasından” ziyade daha korkunç olan sürgün cezasını uygulamaktaydı.
Ağırlayan ülke olarak Yunanistan’ı, farklı uluslar arası kuruluşları, şahısları ve basit halkı birleştiren şey hümanizmdi.
Onların çabaları sayesinde muhacirler hayatlarını yeniden anlamlandırarak, geleceğe yönelik kaybetmiş oldukları inançlarını yeniden elde etmişlerdir. Bu tecrübeyi başarılı olarak kabul etmek mümkündür, muhacirlerin nesillerinin barış ve yaratıcılık içindeki varlığı bunun kanıtıdır.
Hobsbaum, bu olguların ilk modern denemesi olarak, bir buçuk Ermeni’nin Osmanlı İmparatorluğunda toplu imhasını kabul etmektedir.
“Azdak” özel sayı 24 Nisan 2012
Türkçeye çeviren: Diran Lokmagözyan
Akunq.net
[1] Hobsbawm E., Age of Extremes, The Short Twentieth Century 1914-1991, London, 1995, p. 50.
Hobsbaum, bu olguların ilk modern denemesi olarak, bir buçuk Ermeni’nin Osmanlı İmparatorluğunda toplu imhasını kabul etmektedir.
[2] Hakobyan H., “Vatana dönme fikri ve modern uluslar arası hukuk”, Yerevan, 2000, s.114.
[3] Horton G., “The Blight of Asia”, N.Y., 1926, p.112.
[4] A.g.e.
[5] Morgenthau H., “I was sent to Athens”, USA, 1929, p.47.
[6] Jensine Oerts Peters, “Tests and Triumph of Armenians in Turkey and Macedonia”, USA, 1926, p.48.
[7] A.g.e., s.48-51.
[8] Refugee Greece, Athens, 1992, p.33.
[9] Azatyan L., “Soykırımın Ermeni yetimleri”, Los Angeles, 1995, s.103.
[10] Abrahamyan A., “Ermeni kolonileri tarihinin kısa öyküsü”, II., V. c., 1967, s.105.
[11] A.g.e.
[12] Morgenthau H., “I was sent to Athens”, USA, 1929, p.47-49.
[13] A.g.e., s.101-102.
[14] A.g.e., s.102.
[15] Morgenthau H., “I was sent to Athens”, USA, 1929, p.104.
[16] Beşinci Uluslar Arası Stockholm Olimpiyat Oyunları katılımcısı Vahram Papazyan, 1922 yılının Ağustos sonlarında, patrik Zaven’in talimatıyla İstanbul’dan Pireye’ye, oradan da Girit’e gider.
[17] Papazyan V., “Sevgi, sevgi, sevgi”, Beyrut, 1962, s.135-136.
[18] Refugee Greece, p. 33.
[19] Hakobyan H., a.g.e., s.261.
[20] Morgenthau H., “I was sent to Athens”, USA, 1929, p.2-3.
[21] Ladas S:, “The Exchange of Minorities, Bulgaria, Greece and Turkey”, New York, 1932, p.621.
[22] Abrahamyan A., a.g.e., s.104.
[23] Μαλκίδης Θ., Η Γενοκτονία των Ελλήνων. Θράκη, Μικρά Ασία, Πόντος, Λευκωσία, 2010, σ. 172.
[24] 30 Ocak 1923 tarihinde “Türkiye ve Yunanistan halklarının mübadelesi antlaşması” imzalanır. Yunanistan başbakanı Elefterios Venizelos seçim konuşmalarında şu fikri belirtmekteydi “Konu kesinlikle halkın mübadelesi değildir. Türkiye, bu antlaşmayı imzaladığı anda, zaten yaklaşık bir milyon göçmeni topraklarından kovmuştu… Sonuç, Küçük Asya dağlarında 200.000 vatandaşımızın imhası olur ve Yunanistan’a gelen insanların sayısı çok daha fazla olurdu. Yunanistan’daki Müslümanları göndermeseydik, bu insanlar nereye gidecekti? Çünkü bu antlaşma aslında şu ismi taşıyacaktı “Türkiye’nin, Yunanistan bölgesindeki Yunanistan vatandaşı olan [Türk] soydaşlarını teslim alacağı, Türkiye’den Yunan unsurların kovulması antlaşması”. Mübadele Antlaşması’nın anlamı aslında budur. Antlaşma gerçek ismiyle adlandırılamazdı, çünkü Türkiye bunu kabul etmezdi, bu yüzden de Mübadele Antlaşması olarak adlandırmaya karar verdik”, Aktsoğlu Y., “Lanetli aslanın imhası”, Yerevan, 2007, s.110-111.
[25] Abrahamyan A., a.g.e., s.105.
[26] Edward Hale Bierstadt, “The Great Betrayal, A Survey of the Near East Problem”, N.Y., 1924, p.52-54.
[27] Morgenthau H., “I was sent to Athens”, p.64.
[28] Yohanson A., “Tehcir edilen halk, Ermeni tarihinden bir yıl”, Yerevan, 2008, s.38.
[29] Yohanson A., a.g.e., s.38.
[30] Azatyan L., a.g.e., s.105.
[31] A.g.e., s.202.
Leave a Reply