Gevorg Halaçyan
Dersim’in kuzey doğal savunma hattını oluşturan Munzur ve Mercan sıradağlarının ondan fazla zirveleri sürekli olarak karla örtülüydü. Yüzyıllar boyunca birikmiş kalın kar tabakası kayaların kiremit rengini almışlar.
Kar kendi içinde beyaz kar kuruçukları besler. Bunlar yaz sıcağındadoğarlar ve güz soğuklarında da yok olurlar. Yerli halkın inancına göre bu kar kurtçukları, karın ruhudur.
Munzur ve Mercan dağ zirvelerinin yüksekliği 3100-3600 metre arasında ölçülür. Bu dağlar doğudan batıya, Bingöl’den Eğin’e yer yer de coşkun derelerin yatağı olur. Bunların sağ tarafında Erzincan vadisi uzanır. Sol tarafında ise sayısız zirveleri, gecitleri, ucurumları ve ormanlık dağları ile Dersim.
İşte bu iki dağ, tükenmeyen su ambarları ile iki ünlü nehir oluştururlardı. Yazın iki ayın dışında gecilemezdi bu nehirlerden.
İlginç olan ise, eğer Dersim’liler bu yaşam kaynağı nehirlerle gururlanıyorlarsa, ayni şekilde Erzincan’a bakan dağlı ve ovalı köylüler de yaralanıyor ve seviniyorlardı bu nehirlerle.
Bu dağların eteklerinden fışkıran kaynakların suları kuzeye doğru Fırat, güneye doğru ise Aradzani nehirlerine dökülüyorlardı.
Öyle ki Dersim sınırları içinde ve dışında bu pınarlar kendi tarihsel adlarını koruyorlar, Munzur gözeleri ve Mercan suyu.
Munzur gözeleri zeranik köyü kuzeyinde ki ve ziyaretin güneyindeki dağ eteklerinden kaynaklanıyordu.
İlk ve en böyük göze yekpare granik bir kayadanbüyük bir hızla fışkırıyordu. Suyun debisi o kadar yüksekti ki, gözeden ilk çıkan su süt gibi beyaz bir renk alıyor, bir kaç dakika öyle kaldıktan sonra, hava ile temas edip beraklaşıyordu.
Bu ilk gözenin çok yakınında, eski çağlardan kalmış, taştan oyulmuş bir havuz içinde ise, daha da büyük bir göze fışkırıyor.
havuzun duvarlarına çarparak gölleniyor ve oradan da diğer gözenin suyu ile birleşerek güçlü bir dereye dönüşüyordu.
Bu iki kaynaktan iki, beş ve on metre uzaklıkta, hepside kayalıklardan fışkıran kırktan fazla irili ufaklı gözebirbirine karışarak ve ilk iki gözenin suyuna karışarak gürültü ile çağlayan bir dere oluşturuyorlardı. Dere Zeranik ve Pılurköylerinin arasından akıp önce batıya sonrada güneye kıvrılıyor ve Aradzani ‘ye kavuşuyordu.
Denebilir ki, aynı dağların Erzincan vadisine bakan eteklerinden fışkıran gözelerde aynı yapıdaydı, ancak burada taşdan oyulmuş havuzlar ve yan yana fışkıran pınarlar yoktu ve sularıda Aradzani yerine fırat nehrine akıyordu.
Dersim’deki tüm cematler için bu gözeler, suya ibadetin çok somut izlerini taşımaktalarve çok eski çağlardan kesintiye uğramadan günümüze taşınmış bir geleneği ifade etmekteler.
Yerel geleneklere göre, gözelerde karşılaşan düşmanlar silahlarını bırakıp suya yaklaşmakta, yıkanıp avuçlarıyla su içtikten sonra biri birlerinin omuzunu öpmekte, sonrada kuçaklaşıp ağlamaktalar. Bu tören hiç konuşulmadan uygulanıyordu. Gözelerde buluşmalarını Anahidin sağladığına inanıyorlardı. Ve Anahidin memlerinden akan sütü içerek, kin ve düşmanlıktan arınıyor, süt kardeş oluyorlardı.
“Atalarımızın geleneksel inançına göre, Munzur gözeleri ilk anamız tanrıça Anahid’in gögüslerinden fışkırıyorlar. Bu sebebten de aşiretler arasındaki düşmanlıklar, çatışmalardan kaynaklanan husumetler, yıllar süren kin ve nefret gözeleri ziyaret ederek ve Anahid’in sütünü( suyunu) içerek çözüm buluyor” Bu tesbit Kürt yazar Nuri Dersimiye aiit.
Bir diğer çok yaygın inanişa göre, Munzur dağının en yüksek ve her zaman karlarla kaplı zirvesi Dersim’i koruyan Anahid’in doğudan batıya bakan silueti idi. Sol memsinden de Fırat’a doğru akan pınarlar fışkırıyordu. Anahid memelerinden fışkıran kutsal sütle iki kardeş nehrin sularını kutsamakta ve temizlemekte. Kimileri de Fıratı ve Aradzaniyi Anahid’in kolları olarak görmekteydi. Anahid iki kolu ile Dersim’i sarmış, Türk istilasından korumaktaydı.
Söylence Munzur köyü çobanlarından Munzur’un adıyla açıklıyordu Zerenik köyünün kuzeyinden doğan Munzur gözelerinin mucizelerini. Gerçi yerli halkın anlatımları pek çok değişik hikayeleri vardı, ancak hepsininde kahramanları aynıydı, prens ve nazır Cemşit ile çoban Munzur. Kimi anlatılarda “Boz atlı”, kiminde ise”Hazireti Hıdır” katılıyordu hikayeye.
Munzur dağında, Anahid gözelerine ibadetin etkisi ile, çoktan beri içimde, Türk düşmanı, Ermeni dostu, ancak kız kaçırma sebebiyle birbirne düşman olmuş iki büyük aşireti, Demenyan (Dermanvelyan) ve Mirti’leri ( Mamgun) barıştırma fikrinin doğmasına neden olmuştu.
Bu iki aşiretin düşmanlığı Türk hükümetine satılmış, onlar hesabına calışan Çarsancak beylerince ve Şah Hüseyin 2’nin torunlarınca kışkırtılıyordu.
Barış ancak Hazireti Hıdırın aracılığıyla olabilirdi.
İki tarafın da hürmet ettiği Seyit Rıza’ya düşümde Hazireti Hıdır’ın Anahid gözelerine ziyarete gitmek üzere, barıştırma görevini kendisine verdiğini söyledim.
“Bu düş değil, hayaldir, adil yargılayan tanrının işidir. Şimdi bu işin olacağına eminim. Sen Ermenisin ve konuksun. Bölgede senin sözlerine inanırlar. Allah yardımcın olsun. Ama çok dikkatli olmalısın. Söyle bakalım, bu konda ne düşünüyorsun”?
Gecenlerde Hasan ağaya konuk olduğumda, düşümden veya Demenyan aşiretinden bahsetmeyen, bunca zamandır bu bölgede olduğum halde, Anahid gözelerine gitmeye fırsatım olmadığını, Anahid’in sizin büyük ananız olduğu kadar, bizimde gecmişte tapındığımız tanrıçamız olduğunu söyledim ve beni oraya götürmesini riça ettim.
“Pekala evlat, sana torunum Hüseyinin kirveliğini önermiştim bu durumda tornumun sünnet törenini vartevor( vartavar) bayramında Munzur’da Anahid gözelerinde yaparız. ” dedi.
“Peki Demenyan aşiretini kuşku uyandırmadan nasıl götüreceksin? diye merakla sordu Seyit Rıza.
” Bunuda düşündüm. Bizim evimiz kirvelik bağıyla Abasanlılar aşiretiyle hısımdır. Ben onların yanıda da bulundum ve Hasan Ağayla ziyaret gününü yine vartavar olarak kararlaştırdık. “
Bu ayrıntıları duyunca Seyit Rıza kucakladı, öptü ve kutsadı beni.
Sahibim Derviş Gülabi yardımcın olsun, ananın sütü helal olsun sana dedi. Tasarlanan barış programı başarıyla uygulandı.
Veli ağa söz verdiği gibi Diyap ağayı da ziyarete getirdi. Onların aşiretinin ileri gelenleri gözeye vardığında bizler zaten eski havuzun yanındaki çiçekli çayırlara yerleşmiştik. Reyberlerin Seyit Rıza, diğer bir kaç Seyit ve pirlerle ilk gözede yerlerini almışlar, gurup gurup gelenleri izliyorlardı. Diyap ve Veli ağaların geldiğini görünceonlara doğru hareketlendiler. Biri birlerini selamladıktan sonra aşiret reisleri Seyit Rıza’ya yaklaştılar. Önce eteğini sonra omuzunu öptüler.
Bu arada ben de Veli ağayı selamladım.
Selamımı aldıktan sonra kucakladı beni ve öptü.
Aynı anda Hasan ağa da beraberindekilerle ayağa kalkmıştı. İki düşman biri birlerini süzdüler ve yürekleri titredi. Önce asıldı yüzleri, sonrada taş kesildiler durdukları yerde.
Seyit Rıza ” Ya vayremin Derviş Gülabi ” diye dua okuyarak Diyap ağaya yaklaştı.
Ben Veli ve Hasan ağaların arasında durdum. Ansızın iki düşman koptular yerlerinden ve tek bir söz söylemeden selamlaştılar.
Munzur dağları inledi silah sesleriyle. Davul ve zurnanın sesleri Dujik babadan yankılandı. Bir yandan at yarışı yapılıyordu. Diğer yandan kavalların ezgisine yanık bir lo lo lo eşlik ediyordu. Bir başka yanda cirit oynanıyordu Herkes sevinç içindeydi, dost-düşman, Kürt, Ermeni tüm ziyaretçiler.
” DerOhan, Pire Mirekan nidaları arasında uzun bilek Der Ohan elinde gümüş tasla belirdi.
Yaklaştı düşman reislere, önce Ermenice koruyucu duayı okudu, sonra da” şite Anaye pili “diyerek, Anahid gözesinin suyunu düşmanların üzerine serpti, ardından da büğuk sesiyle ilan etti. ” Sere Gania Anahidi dışman bene dost. Dışman cıno. Venge Anahidi, bıra e to veng keno, gone bırayan-şite Anahidi pak keno ( Anahidin çeşmesinde düşman dost olur. Düşman yok. Anahidin sesi kardeşini, kardeşini çağırır. Anahid sütü dökülen kardeş kanını siler. )
Düşmanlar Der ohan’a yaklaştılar, sırayla omuzunu öptüler ve onun öncülüğünde ilk gözeye gittiler, avuç avuç su içtiler, sonra da bir birlerini içirdiler ve tekrar kucaklaştılar.
Dujikg baba uzaktan izlemekteydi. Munzurun zirvelerinde kalın kar tabakaları güneş işinlarıyla parlıyorlardı, halk ise coşku içindeydi. Mirakların soy ustası uzun bilekli Der ohan’ın barıştıma töreninde bulunması önceden tasarlanmıştı. Seyit Rıza tarafsız kalıyordu. Der Ohan görevini yaptı ve barışmış düşmanları Seyit Rıza’ya yönlendirdi. Beninsenen geleneğe göre, barışın düşmanlardan hangisi daha önce gelmişse ev sahibi kabul ediliyor ve geç geleni yanına davet ediyordu.
Misafir tanrınındır ağalar, bugün Mamkunların ocağı ve Demenyanların ocağı birdir. Sahibim Derviş Gülabinin nefesi, Anahidin sesi ( emir anlamında) canım üstüne, gözüm üstüne. Kardeşim Diap, ulu babam Seyit Rıza, Mamkunların ulu babası Ohan dede kirvem benim adıma ve aşiretim adına sizi yemeğe çağırıyor. ( konuk kire bendim ve onun adına yeme davet etme şerefi bana bahşedilmişti) konukları masaya davet ettiler. Masa değildi bu, bir halkın şöleniydi sanki. Beş yerde ocak yakmışlar, sac ekmeği pişiriyorlardı. Bir yerde orman kebabı kavuruyorlardı, tahta kazıklar gecirilmiş “şişege” i pişiriyorlardı bir yanda, ötede ise sac kavurma pişiriyordu ocağın üzerinde, daha beride de coban kebabı.
Bir kez daha yüceltildi Anahid gözelerinin kutsallığı. Bir kez daha anıldı atalarımızın gücü, azameti. Bir kez daha kutsandılar silah-pusatla Dersim’in bağımsızlığını koruyan yiğitlerin anısı ve Dersim’i koruyan azizler bir kez daha anıldılar.
Munzur inliyordu silah sesleriyle. Kurban etleri ocaklarda fukur fukur bişerken, ekmek kokuları et kokularına karışıyordu.
Bu esnada kavalların nağmeleriyle vartavar bayramı putperest dönemlerin Navasart şenliklerine dönüşüyordu. Bayramdı geçmişin güçlü günlerinin bir kez daha anılmasının bayramı.
O yılın Vartavar ziyaretinin orada bulunan herkesçe paylaşılan coşkusu, iki aşiretin barışması ile, dinselden çok siyasal bir anlam ifade ediyordu.
Munzur’da Anahid gözeleri görevini yapmıştı. Gelenek dinsel bir görünümle örtmüştü esas olan siyasi amacı.
Dersim Eremenileri etnografyası
Ermeni bilimler Akademisi Yayını, Yerevan, 1973.
S. 257 – 260:
Çeviren Miran Pırgic Gültekin
Leave a Reply