Diran lokmagözyan
KCK (Koma Civakên Kurdistan) eş başkanı Bese Hozat’ın geniş yankılara yol açan açıklaması, suya atılan taşın halkaları gibi genişleyerek büyüyor.
Bese Hozat herhangi biri, sıradan bir örgüt mensubu, bir partili olsaydı, bu tepkilerin onda biri dahi olmayacaktı.
Lakin Bese Hozat Kürt hareketinin günümüzdeki liderlerinden biri olup, açıklamasını da bu sıfatıyla yapmıştır.
Hareketin lideri ve ömür boyu hapis cezasını İmralı’daki özel hapishanesinde geçiren Abdullah Öcalan’ın da “Ermeni, Rum ve Yahudi lobisinden” bahsetmiş olduğundan dolayı, bu durum bazı Kürt yazarlar tarafından kullanılıp, Hozat’ın kadın olmasından dolayı tenkit edildiği ve benzer gayriciddî “savunmalara” gidilerek, bazı ayrıntılar göz ardı edilmeye çalışılmıştır.
Öcalan hapiste olup, sözleri, sadece kendisiyle görüşen avukatların hafızalarına yer ettiği miktar ve şekil oranında dışarıya ulaştığı, bu durumda da her cümle ve kelimenin tam olarak yansıtılamadığı kesindir. Öcalan’a karşı bir tepkinin oluşmuş olmadığı ise doğru değildir. Öcalan da tenkit edilmiş ve ardından kem-kümlerle durumdan bir şekilde sıyrılmaya çalışmıştır.
Bese Hozat ise, net bir şekilde konuşmuş ve gelen tepkiler üzerine sözlerinin yanlış anlaşıldığına dair herhangi bir açıklama da yapmaya gerek görmemiştir. Dahası, Bese Hozat’tan birkaç gün sonra aynı yaklaşım, artık hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde, KCK yürütme komitesi üyesi Rıza Altun tarafından ve tepki gösteren Ermenileri aptal yerine koyarcasına Bese’nin sözlerini çeşitli şekillerde “açıklamaya” çalışan (Amerika’daki Ermeni lobiler) şahıslara nispet eder misali, “bizzat devlet içinde, Türkiye’de yuvalanmış” lobilerden bahsederek, Ermenilerin hiç de aptal olmadığı ve her şeyi olduğu gibi anlamış olduklarını kanıtlamıştır.
Nedir tüm bunların manası?
Suriye’de güvenli bir şekilde oturup halkının gençlerini ölüme gönderirken bir aslan görüntüsü sunan “liderlik”, herkesin televizyonlardan net bir şekilde gördüğü gibi, yakalandıktan sonra süt dökmüş kedi misali “Türkleri ne kadar çok sevdiğini” ve “devlete hizmet etmeye hazır olduğunu” defaten tekrarlamaktaydı.
Daha son zamanlara kadar “benden yararlanın, beni kullanın” diye devlete çağrıda bulunan Öcalan için nihayet “kullanılma” zamanının gelmiş olduğu gözükmektedir.
On binlerce gencin hayatını vermiş olduğu “davasını”, kendi postunu kurtarmak için feda edip, tek taraflı tavizlerle “barış süreci” oynayan Öcalan, devlete “hizmetlerini” sürdürmekte, 2015’i “atlatmak” için çeşitli kollardan çalışmalarını sürdüren farklı devlet kuruluşları, Öcalan’a da bir rol biçmiş gibi gözükmektedir.
Kürtler (eser miktarda istisnalar haricinde) tam 100 yıl önce, devletin kendilerine bahşettiği “Ermenileri kırıp, onların malına-mülküne, kızlarına-çocuklarına el koyma” izniyle, asırlar boyu faydalanmış oldukları komşularını sadist bir şekilde katlettikten sonra, “bilemiş oldukları kılıçlar” bu sefer kendilerini biçmeye başladığında vaveyla koparıp başlarını taşa vurarak, devletin önlerine atmış olduğu bir kemik uğruna dostlarına kastetmiş olduklarını dile getirmiş olmalarına karşın, “tarih tekerrürden ibarettir” özdeyişini doğrular nitelikte, tam 100 yıl sonra aynı oyunun, aynı oyuncularla tekrar sahnelenmekte olduğunu görmekteyiz.
Acı olanın, tarihten hiç kimsenin bir ders almamasıdır. Öcalan, bu ülkenin kendine has siyasi geleneklerinin asırlardır değişime uğramamış olduğu ve yapmış olduğu hizmetler karşılığında Mithat Paşa’dan daha farklı bir mükâfat alamayacağını öğrenememiş gözükmektedir.
Bir diğer acılı nokta ise, tekrar bu ülkenin gelenekleriyle ilgili olan “yeniçeri zihniyetidir”.
Ailelerinden kopartılan küçük çocukların, kimlikleri unutturularak, tüm ahlâki değerlerden arındırılmış birer ölüm makinesi haline sokulup kendi halklarının üzerine salınması teknolojisi günümüzde de sürdürülmektedir.
Bese Hozat’ın doğum yeri olan Dersim bölgesi, son yıllarda çokça konuşulan ve etnik aidiyetlerin unutturulup harmanlanarak, yeniden ve farklı bir şekilde meydana getirilmesi prensibine dayalı “etnik mühendislik” fikrinin en ilginç alanlarından birini, tipik bir “asimilasyon bölgesini” oluşturmaktadır.
Bese Hozat’ın Ermeni kökeni hakkındaki söylentiler (şayet doğruysa) karşımıza çok ilginç bir tablo çıkarmaktadır.
1915 sonrasında Dersim’e sığınıp canını kurtardıktan sonra dinini kaybedip Alevileşen, dilini kaybedip Zazalaşan, fakat Alevilerin de baskı altında kendilerini “Şiilerin bir kolu”, Zazaların ise “Kürt” olarak göstermelerinden ötürü, Hıristiyan-Ermeni kökenli, Alevileşip-Zazalaşarak, sol-ateist cenaha yanaşıp Kürt hareketine katılarak, “önderliğinin” emri uyarınca, yeni kimliği için kendi aslına-köklerine karşı mücadele eden bir kişi karşımıza çıkmaktadır.
İnsan döne-döne ne hallere düşüyor, ne acı bir kader…
Bu durumda gayriihtiyarî düşünmeden edemiyoruz. Acaba Rıza Altun’un, inançları ve doğruculuğu açısından öve-öve bitiremediği (ölümünden sonra) ve onun bu doğruculuğu sebebiyle kendisiyle sık-sık tartışmalar yaşandığını belirttiği Sakine Cansız, Bese Hozat’lık yapmak istemeyip “yeni politikaya” muhalefet ettiğinden dolayı, gerçekten de bir iç hesaplaşmaya (bir zamanlar ortaya atılmış olduğu üzere) mı kurban gitmiştir?
İlginç bir “tesadüf” eseri (siyasette tesadüfler olmamasına rağmen), “Ermeni lobisi” ile ilgili sözleri, tam da Paris katliamının yıldönümünde vermiş olduğu bir mülakatta Rıza Altun tarafından dile getirilmiştir
Olaylar geliştikçe bazı konular giderek daha çok birbirleriyle ilişkili gözükmektedir.
Bu arada, benzer iddialarla ortaya çıkan şeref ve haysiyete sahip kişiler, bu ithamlarını kesin kanıtlar ve isimlerle ortaya koymalı, aksi takdirde adi bir yalancı yaftasını üzerlerinden atamayacaklarının bilincinde olmalıdır.
Leave a Reply