Besse Kabak
İstanbul’da yaşayan Sasunlular, Olimpiyat Komitesine başvurarak, 2011 yılında düzenlenecek olan 5. Hamahaygagan Olimpiyatlarına Sasun ismiyle masa tenisi, mini futbol ve futbol dallarında katılım göstermek istediklerini bildirmişlerdi. Komitenin yapılan başvuruyu kabul etmesi dünya üzerindeki Ermenilerin yaşamakta oldukları şehrin ismiyle katılım gösterebildikleri bu olimpiyatlarda bir ilkin yaşanmasına neden oluyor.
Alınan olumlu cevap vakit kaybetmeden flama ve formaların hazırlıkların başlamasına sporcuların antrenman saatleri çoğaltılmasına neden olmuştu ancak, Sasun- Mutki Hayderin kurulmasından sonra işler daha bir ciddiyet kazanıyor. Yöneticiler sporcularla birlikte üç yüz kişiyi bulan gurubun ulaşımı, 9 günlük konaklama ve gezi programlarının düzenlenmesi gibi kapsamlı bir organizasyonu başarıyla gerçekleştirmenin telaşını yaşamaktalar.
Gün ışığınıYerevan’da karşılıyoruz
Sonunda beklenen gün gelmişti. Havaalanına arkadaşlarla bir araya geldiğimizde onların da en az benim kadar heyecanlı olduklarını görüyorum. Gurubun ilk bölümünü taşıyan uçak çoktan hareket etmişti. Bizim uçağımızsa sabahın ilk saatlerinde Yerevan’a varmış olacaktı. Kimileri gece yapılan yolculuktan şikâyet etse de, ben gün ışığını, çocukken gönderilmiş olan kartpostallarla tanışmış olduğum Yerevan’da karşılamış olmaktan oldukça mutluyum.
Guruplar halinde bindiğimiz midibüsler Yerevan’ın merkezinde ilerlerken şaşkın gözlerle yeni yeni uyanmaya başlayan şehri gözlemliyorum. Hanrabedutyan Hrabarag’ında (Cumhuriyet Meydanı) bulunan binaları daha önce fotoğraflardan görmüş olsam da yine de meydanın görkeminden etkileniyorum. Neredeyse her caddede karşımıza çıkan heykellerden sonra bu kez de gurubumuzun bir bölümünün kalacağı Musa Ler otelinin yakınında bulunan şaha kalkmış atı üzerindeki Sasuntsi Tavit selamlıyor bizi. Arkasında bulunan metro durağının da aynı isme sahip olduğunu öğrenince bir Sasunlu olarak Ermenistan’da yapılması gerekenler listesine Sasuntsi Tavit durağından metroya binmeyi dahil ediyorum.
Uykusuz geçen gecenin açığını kapatmak için birkaç saatlik dinlenmeyi yeterli bulan gurup arkadaşlarımızla birlikte tekrar Cumhuriyet Meydanı’na giderek parklar ve opera binasının bulunduğu caddelerde dolaşmaya başlıyoruz. Şehir içi turumuzu Sako’nun dükkânında yediğimiz enfes lahmacunlarla sonlandırırken Yerevan’ın doğayla dost bir şehir olduğuna kanaat getiriyorum.
Ararat Dağını görmüş olsalardı Tanrı katına ulaşmak için Babil Kulesini inşa etmek için boşuna uğraşmazlardı
Ertesi sabah yapılan kahvaltı sonrasında Ermenistan’ın tarihi yerlerini keşfetmek için yola çıkmaya hazır haldeyiz. Khor Virap’a gitmek için şehirden uzaklaştıkça buralarıilk kez görüyor olmama rağmen nedense hiç yabancılık hissetmediğimi fark ediyorum. (Daha sonraki sohbetlerimizde Türkiye’nin doğu illerine giden Ermenistanlıların da aynı hisse kapıldıklarını öğreniyorum)
Otobüslerimiz durduğunda daha sora gideceğimiz turistik alanlarda da göreceğim -görme engelliler için dahi hazırlanan- bilgilendirme panosunda yer alan yazıları birçırpıda okuyorum.
[KartacalıHannibal, Ardaşes Armen’in yanına geldiğinde terk edilmiş viran haldeki şehrin konumunun çok güzel olduğunu fark ederek kral Ardaşes’e buraya yeni bir şehir kurmasını tavsiye eder…]
Arkeoloji kazılarından Ardaşad (Ardaksa’da) şehrinden önce aynı alanda Urartular’a ait bir şehrin olduğu anlaşılsa da günümüze sadece Ermenistan’ın tarih içinde sahip olduğu 13 başkentten biri olan MÖ. 189-188 yıllarında 1. Ardaşes’in kurmuş olduğu Ardaşad şehrinin kalıntıları kalabilmiş.
Kartacalı Hannibal’ın hayran kaldığı manzaraya baktığımızda, dünyanın dört bir yanından gelen insanları hayran bırakmaya devam eden Ararat ve Masis dağlarının muhteşem görüntüleriyle karşılaşıyoruz. Dümdüz bir ovadan gökyüzüne doğu yükselen dağların muhteşem görüntüsünden büyülenmiş vaziyette “İnsanlar Ararat Dağını görmüş olsalardı sanırım Tanrı katına ulaşmak için Babil Kulesini inşa etmek için boşuna uğraşmazlardı” diyorum.
Ermenistan’a gelen her Ermeni’nin bu alanı ziyaret etmesinin bir başka nedeniyse Kirkor Lusavoriç’in on yedi asır önce kalenin zindanlarına atılmış olduğu“Khor Virap”ıgörmek.
Kral Drtad’ın kendisiyle birlikte putlara adaklar sunmayı ret eden Kirkor’a yaptırdığı işkenceler sonrasında acılar içinde yavaş yavaş ölmesi için attırdığı kuyuya indiğimizde bizler de bir insanın burada on üç yıl yaşayabilmesinin gerçekten mucize olduğuna inanıyoruz.
Kuyudan çıkarılan Kirkor’un ilk işi kendisinin ölüm fermanını veren kral Drtad’ın hiçbir hekim tarafından tedavi edilemeyen hastalığını iyileştirmek olmuş.Yaşanılan mucizeler sonrasında kral Drtad Hıristiyanlığı kabul ederek krallığının resmi dinin Hıristiyanlık olduğunu ilan edince, Ermenilerin Hıristiyanlığı ilk resmi din olarak kabul eden millet olarak tarihe geçmesini sağlamış olur.
Ufkumuzun Aydınlatıcısı Mesrop Maşdodz
Akşam Hamahaygagan Oyunlarının açılış törenine yetişmemiz gerektiğinden gezimizin ikinci durağı konusunda kararsız kalıyoruz. Sonunda dinen aydınlanmayı sağladığı için“aydınlatıcı” ismini almış olan Kirkor Lusavoriç’ten sonra bu kez de 405 yılında oluşturduğu Ermenice alfabeyle yeni bir devrin başlamasını sağlayarak bizlerin dilimizi, edebiyatımızı, geleneklerimizi, kültürümüzü korumamıza yardımcı olan, ufkumuzun aydınlatıcısı Mesrop Maşdodz’a gitmeye karar veriyoruz.
Oşagan’da bulunan kilise mimari açıdan büyük bir özelliğe sahip olmasa da azizlik mertebesi verilen Mesrop Maşdots’un mezarının üzerine inşa ettirilmiş olması nedeniyle büyük kiliseler safında bulunmakta. Mihrabın üst kısmında Kutsal Kitaptan Ermenice tercüme edilmiş ilk ayet olan Süleyman’ın Özdeyişlerinden “Canaçel zimasdutyun yev ızkhrads yev imanal ızpans hancaro” (Bu özdeyişler, bilgeliğe ve terbiyeye ulaşmak, akıllıca sözleri anlamak) sözleri yazılmış. Sol kısmında bulunan melekse Mesrop Maşdots’un mezarına giden kapının bekçiliğini yapmakta.
Küçük bir haç ve kendi bulmuş olduğu Ermenice harflerle yazılmış olan Surp Mesrop Maşdots yazıları haricinde bu büyük insanın mezarının üzerinde ne bir oyma desen ne bir süsleme bulunmakta. Mezarı üzerine bırakılan çiçekler de tıpkı mezarı gibi gösterişten uzak. Başucuna bir demet kır çiçeği bırakılırken haçlı yeşil örtünün üzerindeyse beyaz karanfiller bulunmakta. Küçük çocuklarımızın okullarda öğrenerek telaffuz ettiği her bir Ermenice harfin onun mezarını süsleyen gerçek çiçeklere dönüşeceğini düşünerek kilisenin bahçesinde onun oluşturduğu Ermenice harflerin dantel dantel işlenerek sanata dönüştürüldüğü açık hava sergisine yöneliyorum.
Tüm stadyum alkışlarla uğuldamakta
Gurubun büyük çoğunluğu gibi ben de Hamahaygagan açılışına ilk kez katılacağımdan oldukça heyecanlıyım. Korteje katılacak guruplarla birlikte stadyumun karşısındaki boşalanda henüz toplanılmıştı ki bizimkiler el ele tutuşarak halaya başlıyorlar. Alanın farklı bölümlerinde dans eden, şarkı söyleyen kümeler oluşmaya başladıkça coşku da artıyor. Bu kez de bizler oynayanları izlemeye koyuluyor ve kendi aramızda Paris, Brezilya ve Avustralya guruplarının en coşkulu guruplar olduğuna karar veriyoruz. Rusya, Gürcistan, Almanya, Fransa, Yunanistan, Avustralya, Suriye, İran, , Amerika, Kudüs, Libya, Mısır… dünyanın dört bir yanından gelen Ermeniler stadyuma girmek için hazırlıklarını yapmaya başlıyor.
Havaiyi fişeklerin patlamasından açılış gösterisinin başladığını anlıyoruz. Stadyuma giriş sırası yaklaştıkça önde yöneticiler arkasında sporcular en sonda da gurup üyeleri olmak üzere dörderli sıralar oluşturuyoruz. Yarınlarımızı temsil eden çocuklarımızdan beşiyse en ön sıradaki yerlerini alıyor.
Sonunda sıra bize geldiğinde stadyumdan içeri girmemle birlikte gördüğüm tablo karşısında şaşırıyorum. Böylesi büyük bir organizasyona ilk kez tanık olmanın şaşkınlığını yaşarken Sasun gurubunun ismi anons ediliyor. Üç yüz kişiyle Hamahaygagan oyunlarına geldiğimiz söylendiğinde zaten tüm stadyum alkışlarla uğuldamaktaydı. Arabo’nun, Kevork Çavuşun Sasunlu kahramanların isimlerinin dile getirilmesiyse stadyumda bulunan herkesin ayağa kalkmasına neden oluyor. Kendimizi büyük bir sevgi çemberinin içinde buluyoruz. Diğer şehirlerin anonsu yapılırken yapılan tezahürattın nasıl olduğunu bilemesem de Sasunlular için özel bir ilgi gösterildiğine kanaat getiriyorum.
Bizler gösterilen ilgi alakadan sarhoş olmuş vaziyette alandaki yerimizi alıyoruz. Çok geçmeden yüz yirmi beş kentten gelen üç binin üzerindeki sporcu stadyumun orta alanındaki boşluğu doldurunca, dünyanın dört bir yanından gelen Ermenilerle birlikte hatıra fotoğrafı çektirmeye, bayrak ve şapkalarımızı değiştirmeye başlıyoruz.
5. Hamahaygagan Olimpiyat meşalesinin yakılmasıyla birlikte oyunlar resmen başlamış oluyor. Program bundan sonra sahanın kenarında kurulmuş platformda gençlerin çok sevdiği sanatçıların vereceği minik konserlerle devam ediyor.
Asırlar öncesi atalarımızın Navasart kutlamalarında -Ağustos ayına denk gelen yeni yıl kutlamaları- yapmış oldukları bu yarışmalarda en güçlü, en hızlı olan belirlenirken, sanırım günümüzdeki amaç dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermenilerin kendi atalarının kültürleriyle tanışmalarını sağlamak şekline dönüşmüş.
Ermenistan’ın bağlarından toplanmış üzümlerle orucumuzu açıyoruz
Eçmiyadzin kilisesine ilk kez görmek için Meyrem Ana yortusuna denk gelen pazarı seçmiş olmak gibi bir hataya düştüğümüzden hem kalabalık nedeniyle ne ayindeki okunan ilahilere iştirak edemiyor hem de kilisenin görkeminden bir şey anlayamıyorum. Ayinin bitmesi geç saatleri bulacağından üzüm kutsama törenini beklemeden Sardarabat müzesine gitmek üzere yola koyuluyoruz. Otobüstekilerin büyük çoğunluğu Ağustos ayının ikinci haftasında yapılan kutsamaya kadar üzüm yemediğinden yapılan törenlerden sonra tüm üzümlerin kutsanmış olduğunu varsayarak yoldaki satıcılardan aldığımız Ermenistan’ın bağlarından toplanmış üzümlerle orucumuzu açıyoruz.
Akşam oynanacak ilk maçımıza yetişebilmemiz için Sardarabat müzesini dolaşmaya iki saat ayırmak gerektiği söylendiğinde gezi programlarımızı oynanacak maç saatlerine göre ayarlamaya çalışırken yer yer zorluklar yaşayacağımızı anlıyoruz. 1968-1978 yıları arasında 6500 metrekarelik alanda kale şeklinde inşa edilmiş müzede bulunan 70.000 objeyi görmek için ayrılan süre kısa olduğundan zaman kaybetmeden MÖ 3000-4000 yıllarına ait objelerin bulunduğu bölümle tarih turumuza başlıyoruz. Hızla yaptığımız tarih turumuz üst katta 20. yy ait objelerin sergilendiği salonda son bulduğunda zaten üç saati geride bırakmış oluyorduk ki sanırım bu, müzeyi en hızlı dolaşma rekorunu ele geçirdiğimiz anlamına geliyordu.
Müzedeki objeler hakkında daha derinlemesine bilgi edinmek isteyenler daha sonra tekrar geleceklerini söylediklerinde, müzedeki rehberimize “Ermenistan’ın tarihini tam anlamıyla öğrenebilmek için bir ömür yeterli gelir mi?” diye sorunca arkadaşlarım gülmeye başlıyorlar.
Maç bittiğinde benim açımdan skor bir kaburga kırığı, birkaç topallayan ayak
Sonunda maçın başlamasına az bir zaman kala oyun sahasına gelmeyi başarabiliyoruz. Sasun takımının oynayacağı ilk maç benim de baştan sona izleyeceğim ilk futbol maçı olacak. Ancak oyun başladığında sahayı mı, tribünleri mi seyredeceğimi şaşırıyorum. Durmadan tezahürat yapanlar, sporculara kızarak oturduğu yerde taktik verenler, kaçırılan pozisyonlarda kahrolanlar…
“İnsan yarışırken karşısındaki rakip babası dahi olsa yine de galip gelmek ister” Tribünlerde duyduğum bu sözler yarış ruhunu taşıyan insanlar için kazanmanın ne kadar önem taşıdığını anlamamı sağlıyor. Sonunda coşkulu insanların arasında ayrık otu gibi sessiz sedasız oturmaktansa kendimi fotoğrafçı ilan edip saha kenarına çekiliyorum.
Kalenin arkasında bulunduğumda gol atılacağını hissederek deklanşöre basmama rağmen topun filelerle buluştuğu anı yakalayamazsam da kafa kafaya tokuşan, tekme yiyen sporcuların yüz ifadelerini çok net fotoğraflayabiliyorum.
İlk kez maç izleyen biri olarak kimin rol yaptığını kimin gerçekten acıyla kıvrandığını anlamadığımdan yerde acı içinde yatan her bir sporcuyla birlikte benim de yüreğim acıyor. İşte tekrar sporculardan birinin yaralanması sonucunda sağlık görevlileri oyun alanına yöneliyor. Saha içerisinde yapılan müdahale yetersiz kalınca saha dışına çıkarılan Sasun takımının oyuncularından Yervant’ın çektiği acı yüzünden anlaşılıyor. Hemen yakınıma geldiklerinden konuşmaları net birşekilde duyabiliyorum. Sağlık görevlileri “Neren ağrıyor?” diye sorduğunda Yervant böğrünü göstererek nefes alamadığını söylüyor. Sanki bana sorulmuş gibi “Beklide kaburga kemiği kırılmıştır” diye araya giriyorum.
Maç bittiğinde benim açımdan skor bir kaburga kırığı, birkaç topallayan ayak şeklinde olsa da kayıtlara 1-1 beraberlik şeklinde geçiyor. Akşam günün değerlendirilmesi yapılırken maç bitiminde karşı takım oyuncusunun yaptığı hareket sonrasında gerilen ortamı konuşarak yarınki oyunda da benzer bir olayın yaşanmaması için neler yapılabileceği hakkında çözüm üretmeye çalışıyoruz. Sonunda bulunan çözüm herkesin aklına yatıyor.
Haberlerde skordan daha çok tribünde davul zurna eşliğinde halay çekerek takımı desteklememiz ilgi çekiyor
Ertesi gün oyun sahasına geldiğimizde Ermenistan’daki her işimize koşturan Musa DağlıVartkes arkadaşımız sayesinde akşam bulunan çözümün hayata geçirilmiş olduğunu görüyoruz. Seyirciler getirilen davul zurna eşliğinde neşe içinde tempo tutmakta, hatta halay çekmekte.
Çok geçmeden 1-0 önde olduğumuz maç beraberliğe dönüyor. Bir karşı takım, bir bizim takım gol atmakta ancak, sanki davul zurna çaldıkça biz gol yiyoruz gibime geliyor. (Daha sonra pek çok arkadaşın aynı izlenime kapıldığını öğreniyorum)
Devre arasında coşku doruğa çıkıyor. Ben de kendimi tutamayıp halay çekenlerin arasına katılıyorum. Halay gurubumuzla birlikte tribünün bir ucundan diğer ucuna doğru halay çekmeye başlıyoruz. Karşı takımın tribününe geldiğimizde orada bulunan seyircileri de halaya davet ediyorum. Kazanmak tabi ki önemli ancak ondan çok daha önemli olan bir şey var kardeşlik, bulunduğun ortama neşe mutluluk katabilmek.
İkinci yarıda Sasun takımı maçı galibiyetle bitirse de akşam haberlerde skordan daha çok tribünde davul zurna eşliğinde halay çekerek takımı desteklememiz ilgi çekiyor.
Aynı akşam düzenlenen gecede takım kaptanları “Gol attığımızda da, yediğimizde de davul zurna çaldırdınız. Bir ara bizim oyuncular neredeyse maçı bırakıp halay çekmeye başlayacak diye korktuk. Maçı zor kazanabildik. Yarınki maça davul zurna getirmeyin” deyince canlı müzik eşliğinde çektiğimiz halaylarla Amerika’daki amigo kızları dahi gölgede bıraktığımız gösterimize son vermek zorunda kalıyoruz.
Romayı yakan Neron ve Garni Tapınağı
Ermenistan’daki üçüncü günümüzde tanrı Mihre adanmış tapınak, S. Simon Manastır kalıntıları, Roma Hamamı ve Garni Kalesi’nin kalıntıları gibi pek çok tarihi yapıyı barındırmakta olan Garni’deyiz.
Karşımızda beliren vadiden akan Azat nehrinin büyüleyici manzarası daha ilk anda herkesi büyülüyor. Yapımında harç yerine demir çiviler kullanılan Garni Kalesinin 12-14 metre yükseklik 2 metre genişliğine sahip surları ve S. Simon manastırından günümüze sadece kalıntılar kalsa da 1. yy yaptırılmış Mihr tapınağı hala ayakta. (Tapınak 1679 yılındaki depremden zarar görse de daha sonra restore edilerek tarihe kazandırılabilmiş.)
1. Drtad tarafından MS. 72’de yaptırılan Helenistik dönemin mimarisine sahip Garni Tapınağının Ermenilerin güneş tanrısı Mihr’e adanmış olduğunu öğrendiğimizde şaşırıyoruz. (Bazı tarihçiler Helios, Apollon ve Hermesle aynı düzeye sahip olan Mihr tanrısının Hindistan’da doğduğunu, oradan İran ve Ermenistan’a sonra da MÖ. 4. yy. Büyük İskender vasıtasıyla Roma’da da kendini tanrı olarak kabul ettirdiğini belirtmekte)
Ancak tapınağın yapılması için Neronun sponsor olduğunu öğrendiğimizde şaşkınlığımız daha da büyük oluyor.[“Tanrım Mihre tapındığım gibi huzurunda tapınmaya geldim. Şansım ve alınyazım sensin. Benim için seçtiğin kadere razıyım…”]
1. Dırtad’ın Roma’yı yaktıran imparator Neron’un önünde diz çökerek sarf etmiş olduğu bu sözler hem tacını geri almasına hem de yıkılan Ardaşad şehrinin yeniden kurulmasının yanı sıra günümüze kadar kalabilen Garni tapınağının yapımında kullanılan 2 milyon dinarla mimarların verilmesine neden olmuş.
Dört bir yanıdantel dantel khaçkarların oyulduğu Keğart
Dağların yamaçlarındaki virajlı yollarda ilerleyen otobüslerimiz durduğunda bulunduğumuz vadi, yamaçlarında kiliselerin kazılmış olduğu dağlar, hemen yanımızda akan dereyi görenlerin yüzünde tebessüm oluşmakta. “Bak şurası bizim köye benziyor… Şu dağlar Gotrtsire benziyor…”Gerçekten de her biri sanki Keğart’ta 30, 40 yıl evvel ayrıldıkları Sasundaki köylerini görmüş gibi mutlular.
Keğart dördüncü, on bir, on ikinci yy. yapılan kaya kiliselerinin bulunduğu alanın ismi ancak, bu ismi çarmıha gerilmiş olan İsa Mesih’in böğrüne saplanan mızraktan almakta. Havari Tateos (Taddeus) tarafından Ermenistan’a getirilen Keğart, on üçüncü yy. ortalarında (istilacılardan korumak için) getirildiği Ayrivank- Karayreri Vank olarak bilinen manastırın zamanla Keğartavank olarak adlandırılmasına neden olur. On sekizinci yy. da Eçmiazdin’deki müzeye götürüldüğünden bizler bu gezimizde göremezsek de müron kutsama törenine katılanlar, bu kutsal emaneti görebilen şanslı insanlar safında bulunmakta, zira tarihte salgın hastalıkların sona ermesi gibi pek çok mucizenin gerçekleşmesini sağlamş olan Keğart yedi senede bir yapılan müron kutsama törenlerinde kullanılmakta.
Kiliseler dağların içine oyulduğundan baktığımızda ilk anda kiliselerin nerede bittiğini, dağların nerede başladığınıanlamakta güçlük çekmekteyiz. Dört bir yanında dantel dantel khaçkarların oyulduğu Keğart Manastırnın üst kısımlarındaki kaya kiliselerde bulunan küçük bölmelerin din adamlarının dünyevilikten soyutlanarak inzivaya çekildikleri odalar, zeminde basmakta olduğumuz taşlarınsa vasiyetleri üzerine kilisenin tabanına gömülmüş olan din adamlarının mezarları olduğunu öğreniyoruz. Günümüzde sıradan insanların dahi şan şöhret peşinde koşmalarına rağmen bu mütevazı din adamları “Öldüğümüzde mezarımızı kilisenin tabanına yapın. Yaşarken bir şey yapamadık hiç olmazsa öldüğümüzde mezar taşlarımız insanlara yol olsun”demişler.
Keğartı ziyarete gelen Karekin Gatoğigos kimliğimize, inancımıza sahip çıktığımız için bizleri takdir ettiğini belirtiyor
“Kilisenin akustiği çok güzel peşimden ayrılmayın içeride topluca bir ilahi okuruz” diyen Vartkes’i bir ara kaybettiğimde alt kattaki kilisede gördüğüm kalabalığın bizimkiler olduğunu sanarak öne doğru hamle yaptığımda, Keğart’ı ziyarete gelen Karekin Gatoğigosla karşı karşıya kalıyorum. Konuşmasına başlamak üzereyken araya girerek “Vehapar Hayr eğer mümkünse birlikte bir ilahi okuyabilir miyiz”diye sorduğumda aldığım olumlu cevap üzerine Gtoğigosla birlikte “Der Voğormiya” ilahisini okumaya başlıyoruz. İlahi bittiğinde Gatoğigos yaptığı konuşmasında Sasunlular olarak kimliğimiz ve inancımıza sahip çıktığımız için bizleri takdir ettiğini belirtiyor.
Sanki bizlerde Sasun’u bulmuş gibi mutlular.
Televizyondan naklen yayınlanan açılış gösterisinden, Sasun takımıyla ilgili hemen hemen her gün yapılan haberler sayesinde kaldığımız otellere, maç oynanacak sahaya gelerek tanıştığımız Hayastan’daki Sasunlulardan gördüğümüz ilgi bizleri derinden etkiliyor. Onlarsa sanki bizlerde Sasunu bulmuş gibi mutlular.
“Aranızda Andok, Gelegüzan, Bişeri, Kharzan…’dan birileri var mı?”Karşılaştığımız bu soruları öngördüğümüz için İstanbul’da alelacele guruptaki insanlara sorarak yazdığımız, içinde otuza yakın ismin bulunduğu listeyi uzatarak sadece listedeki bu köylerden gelenlerin olduğunu söylüyorum.
Listede kendi köylerinin isimlerini görenlerin sevinci büyük oluyor. Kimi kendi akrabalarından haber alabilmenin umuduna sarılırken kimiyse akrabalarını bulma umudunu yıllar önce yitirdiğinden sadece köyü hakkında sorular yöneltiyor.
Maç saati geldiğinde buradaki Sasunlularla birlikte tribündeki yerlerimizi alıyoruz. Üçüncü karşılaşmada davul zurna olmasa da herhangi bir sorun yaşanmadan biten oyunun galibi yine Sasun olunca takımımız gurup birinciliğinde iddialı isimlerden biri oluyor.
Sasun kökenli eski Kültür Başkanı Şaroyan’la tanışıyoruz
Maç sonrasında caddede yürürken formamızı görerek yolumuzu kesmesi üzerine eski Kültür Bakanı Şaroyan’la tanışıyoruz. Bizlerle konuşurken gözlerinin dolu dolu olduğunu fark ediyorum. Yüzündeyse mutluluk ve hüzün karmasıyla oluşmuş bir ifade var.
Televizyonda Hamahygagan açılışında Sasun’u anons ettiklerinde çok duygulandığını, bizlerle tanışabilmek için yola koyulduğunu söylüyor. Sasun lehçesiyle konuşabildiğimizi öğrendiğinde bize kartını vererek bir araya gelerek hasret giderebilmek için söz istiyor. Ancak biz ondan daha önce davranarak kendisini akşam Musa Ler Otelinde düzenlenecek olan Sasun gecesine davet ediyoruz. Gurubumuza ta Amerika’dan katılım gösteren Udi Yervant’ın okuduğu şarkılar sayesinde Sasun Gecesi coşkuyla başlıyor. Misafirlerimiz arasında Sırpazan Sebuh Çulcuyan, sayın Şaroyan, Sasun kökenli üç milletvekili, Sasun Dernek başkanı, Marattuk Folklor gurubunun üyeleri ve Sasunlu sanatçılar bulunmakta.
Sasunlu takımının başarıları sayesinde gurubumuz zaten coşmuş olduğundan halay müziğinin çalmaya başlamasıyla birlikte herkes piste koşuyor. Türkiye’de yaşayan Sasunlularla burada bulunan Sasunluların birlikte govant oynarken attıkları adımların, yapılan hareketlerin aynı uyumda olması herkesin dikkatini çekerek konuşmalarda Sasunlu olmanın bir göstergesi olarak sunuluyor
Sıra 5. Hamahaygagan Oyunları Sasun Tertip Heyetinin hazırlamış olduğu plaketlerin takdim edilmesine geliyor. Atalarının köyünü hiç görmemiş olmasına rağmen kendisini Pışutlu olarak tanıtan bayan milletvekili Lilit Kalıstyan plaketini aldığında “Stadyumda Sasun ismi anons edilince inanamadım. Sonrasında sizleri görünce 15 dakika boyunca göz yaşlarıma engel olamadım” sözleri bizlerin de duygulanmasına neden oluyor.
Hiç görmedikleri memleketlerine duydukları özlemi bir nebze olsun dindirmek adına kendilerine ayrıca küçük bir de sürpriz hazırlamış olduğumuzu söylüyoruz.
“Bir Sasunlu için altın ve gümüşten çok daha değerli olan bir şey sunmak istiyoruz sizlere. Beraberimizde Sasunun havasını suyunu getirmemiz mümkün olmadığından Sasun Maratuk Dağının havasıyla suyuyla büyüyen müron çiçeklerini getirdik. Sasun’a duyduğunuz özlemi dindirebilmeniz için Maratuk Dağından aldığımız taş, toprak ve sizi kötülüklerden koruması için Maratuk Partsır Asdvadzadzin kilisesinin harç parçalarını getirdik” diyerek her birine içinde minik çiçek tutamı, bir parça toprak, taş ve kilisenin harç parçası bulunan minik tabağımızı sunuyoruz.
Fakir halkın gönlü hala çok zengin
Daha ilk günden son model ciplerle, dokunduğunuzda kapı kolunun elinizde kaldığı eski araçların aynı trafikte bulunmasından halkın yaşam düzeyindeki uçurumu bariz bir biçimde görmüştüm. Ancak fakir halkın gönlünün hala çok zengin olduğunu tercümanlığıma ihtiyaç duydukları için beraberlerinde gittiğim arkadaşlarımın akrabalarının fakirliklerine rağmen ellerinde ne var ne yoksa sofralarında sunmalarından anlayabilmiştim. İşte bu yüzden gurubun büyük çoğunluğu Sevan gölüne gitse de ben dinlenmeyi bahane ederek Yerevan’ın şaşalı caddelerinden, gelir düzeyi düşük olan insanların yaşadığı ara sokaklara yönelerek gerçek Yerevan’ı tanımaya karar veriyorum.
Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan plaket veriliyor.
Aynı günün akşamı Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın sporcular ve yöneticileri davet ettiği yemeğe katılıyoruz. Olimpiyatlara katılan sporcu ve yöneticilerin sayısı çok kalabalık olunca organizasyon için iki gece tertiplenmiş. Yaklaşık 1600 kişi bu akşam katılım gösterirken bir o kadar insan da cuma akşamı gerçekleşecek yemeğe davet edilmişdurumda. İkram edilen yemekler, içkiler, bulunduğumuz mekân, tanınmış sanatçıların seslendirdiği şarkılar ve eğlence her şey birinci sınıf düzeyinde. Yemeğin sonlarına doğru Sasun Hamahaygagan Tertip Heyeti olarak ilk kez katıldığımız Hamahaygagan Oyunlarının anısına Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’a üzerinde Maratuk Dağı’nın kabartmasının bulunduğu plaketimizi veriyoruz. Oyuncular ertesi gün maçları olduğu için erken kalkıyor ancak gurubun geriye kalanı için gece devam etmekte. Kadehler dolup dolup boşalıyor. Sağlık için, Sasun için, şampiyonluk için…
Ertesi gün Olimpiyat Komitesi Başkanı İşkhan Zakaryan’ın davetlileri olarak makamına gittiğimizde “Sizler için Sasunun geleneksel kutlama yemeğini, harisayı hazırlattım” diyerek bizlere hayatımda yediğim en güzel harisayı ikram ediyor. Bizler de koydurttuğu ek seferler sayesinde ulaşımımızda büyük kolaylık sağlamış olan İşkhan Zakaryana teşekkürlerimizi sunarak plaketimizi sunuyoruz. Sayın Zakaryan bizleri uğurlarken“Bir sonraki olimpiyatta sizleri 300 değil 3000 kişi olarak bekliyoruz” diyor. Aynı akşam oynanan maçta hiç yenilgi almamış Rusya gurubu karşısında takımımız mağlup olunca şampiyonluk hayallerimizi yitirmiş oluyoruz. “Olsun halı sahada oynayan amatörlerden kurulu bir gurup olmanıza rağmen buraya kadar gelebilmeniz de büyük başarı” diyerek sporculara moral veriyoruz.
Hay Asbet okuluna davetliyiz
Talin köyünü görmeyi çok istesem de anılarımızı, hasretimizi kısacık zaman dilimine sığdırmaya çalışmaktansa bir sonraki gelişimde, diyerek Hay Asbet okulunda hazırlanan programa katılabilmek için araçtaki yerimi alıyorum.
Okulun avlusunda bulunan platformu televizyonda yayınlanan bilgi yarışmasından hatırlıyorum. Yaklaşık elli kişilik bir gurupla geleceğimizi söylesek de gençlerin kendi yaşıtlarıyla kaynaşacakları böylesi bir programı kaçırmamaları gerektiğini düşünmemiz sayımızın yirmi kişi kadar artmasına neden olmuştu.
Hal böyle olunca yapılan sandalye hazırlığı yetersiz kalıyor ancak çözüm bulmak zor değil. Gençlere oturmak için yarışmacıların sıralar gösteriliyor. Gençler ilk etapta ne olduğunu anlamadıklarından yarışmaya katılacaklarını sanarak kısa süreli bir panik yaşısalar da durumu anlayınca rahatlıyorlar.
Program Sasuntsi Tavit destanında yer alan Sasun’un kuruluşunu anlatan bölümün sunumuyla başlıyor.
Sonrasında şarkılar eşliğinde oynanan Sasun yöresinin halk oyunları herkesin coşmasına sebep oluyor. Büyüklerin gurubu sahnede oyunlarını sunarken küçüklerin gurubu hemen sahnenin önünde geride kalanlarsa boş buldukları alanlarda oluşturdukları dairelerle oyunlara iştirak etmekteler. Yedi sekiz yaşlarında ışıl ışıl gözlere sahip çocukların oynadıkları harkuştaysa hepimizi hayran bırakıyor.
Tanışmamızın onuruna kesilen pastayı el birliğiyle gösteriye katılan herkese dağıtıyoruz, daha doğrusu dağıtmaya çalışıyoruz, zira onlar bu ikramların bizler için hazırlandığını söylediklerinden, kabul etmeleri için onları zorlamamız gerekiyor.
Şampiyon olamasak da bu bizi çok üzmüyor.
Oynanacak son maça yetişmemiz gerektiğini söyleyerek okuldan ayrılmadan önce onlara forma ve kaşkol hediye ediyoruz. Onlarsa bize Sasun yöresinin şarkıları ve yöresel oyunlarının bulunduğu bir disk vererek “Bu diski izleyerek yöresel oyunları öğrenmek mümkün. Çocuklarınıza yöresel oyunlarımızı öğretin bir sonraki bir araya gelişimizde tüm çocuklar birlikte sahnede oynasınlar” diyorlar.
Maç sahasına geldiğimizde karşı takımın karşılaşmaya gelmediği için Sasun takımının hükmen galip sayılacağını öğreniyoruz. Misafirlerin boşuna gelmiş olmamaları adına takımın hiç olmazsa kendi arasında bir maç oynamasını düşündüğümüzde hakemler “İsterseniz birlikte maç yapalım” önerisinde bulunuyorlar. Hakemlerden boşalan kadroya Sasun takımının oyuncuları geçmeyi kabul edince, hakem kadrosu ve yedek kulübedeki sporculardan oluşturulan karma takımla, Sasun takımının oynadığı maç başlıyor. Yağmur damlalarının atıştırmaya başlamasıyla birlikte oyuna son verildiğinde 5. Hamahaygagan oyunları da bizim için son bulmuş oluyordu. Karşılaşmalarımız 1 yenilgi, 1 beraberlik, 3 galibiyetle sonlanmış, dolaysıyla şampiyon olmamıştık ancak, bu bizi çok üzmüyordu. Buradaki insanların gönüllerinin şampiyonu olmamız bize yetiyordu.
Görmek insana daha kötü hissettiriyor. Sanırım babam görmüş olsaydı ölürdü…
Cumartesi günü Sarkis Seropyan’la birlikte beş kişilik gurubumuz Hayastan’da takdir edilen Sasunlu tarihçi, yazar kültür bakanı Hasmik Boğosyan’ın babası olan Istepan Boğosyan’a misafirliğe gitmek üzere yola koyuluyoruz. Yolda bizlere refakat eden arkadaşlar bana Istepan Boğosyan’ın çok önemli bir şahsiyet olduğunu anlatmaktalar.
Evinin bahçesinde başlayan sohbetlerde ilk dikkatimi çeken şey baron Istepan’ın tatlısert mizacı oluyor. “Televizyonda Hamahaygagan oyunlarının açılışında Sasun gurubunun 300 kişiyle katılım gösterdiğini söylediğinde dizlerimin bağıçözüldü” diyor. Sasun hakkındaki engin bilgilerini kitaplara sığdıramayan bu değerli insanın Sasunu hayatında sadece bir kez görmüş olduğunu öğrendiğimde Sasun’u gördüğü zamanki duygularını merak ediyorum. “İnanamadım, inanmak imkânsızdı. Hala inanamıyorum. Atalarının memleketindesin, ancak orada yaşamıyorsun… Görmek insana daha kötü hissettiriyor. Sanırım babam görmüş olsaydı ölürdü…”
Beş kişilik gurubun üç kişisi Ermenice bildiğinden, arada yapılan Türkçe konuşmalar baron Istepan’ın dikkatini çekiyor. “Neden Ermenice konuşmuyorsunuz” diye sitem ediyor. Burada kaldığımız süre içinde herkesin bizlere sorduğu soruyu bu kez de büyük tarihçiden duymuş oluyorduk.
Aruş abi 1915 olaylarında ailesinden sadece dedesinin kurtulduğun, onun da Müslümanlar tarafından büyütüldüğünü, köyde tek Ermeni’nin kendilerinin olduğunu söylediğinde sayın Istepan “Annen Ermenice bilmiyor muydu? Eğer bilmesine rağmen sana öğretmediyse bu durumun yine kabul edilemez” diyor. Aruş abi annesinin de aynı şartlarda büyümüş olduğu için ailesinin Ermenice bilmediğini, ancak Ermenice öğrenmeleri için çocuklarının İstanbul’da Ermeni okullarına gönderdiğini” söylediğinde sayın Istepan “Sizin de kabahatiniz yok. Sizler de kurban olmuşsunuz” diyor.
Sohbetimiz birbirinden lezzetli yemeklerin hazır bulunduğu sofrada devam ediyor. Kadehler son olarak 85 yaşını kutlayacak Istepan Boğosyan için kaldırılırken bizleri sofrasına davet ettiği için kendisine teşekkür etme fırsatımız oluyor. Oysa tevazu içinde “Burada kimin kapısını çalacak olursanız Sasunlu olduğunuzu söylediğinizde sizi evine, sofrasına davet edecektir. Onun için teşekkür etmenize gerek yok” diyor.
Memleketlerinden getirilen bir yudum su onlara ilaç olabiliyor, tüm bu yaşananlarıunutabiliyorlardı
Akşam bu kez bizler burada yaşayan Sasunluların düzenledikleri geceye davetliyiz. Dört yüz kişilik Arno Babacanyan salonu Sasunlularla dolmuş vaziyette. Program Sasunlular için özel bir film gösterisiyle başlıyor. Antranik Manukyan’ın yaşlı bir kadına Sasun’a gideceğini haber vermesiyle başlayan belgesel niteliğindeki film Kars, Van, Muş, Sasun, Hemşin’e yapılan ukhd yolculuğunu anlatmakta.
Gidilen her ilin tanıtımının yanı sıra halk oyunlarının oynandığı filmin Sasun kalesinde çekilen sahnelerinde, Antranik Manukyan “Geride kalanlar olmuşsa seslendiğimde belki sesime karşılık alırım” dediğinde çocukluk yıllarımdaki anılarım canlanıyor.
Teybimizde Ermenistan’dan gelen Narin horakuyrun göndermiş olduğu kaseti dinliyoruz. Narin horakuyrun konuşmasındaki her bir kelime bizlerin yüreklerinde yankılanarak gözyaşlarına dönüşüp yanağımızdan süzülüyor. Ermenistan’a gidip gelen insanlar sayesinde babamın hayatta olduğunu öğrenebilmişti.
“Sefer Can, ben Narin Sirun’un kızı…” Kendini tanıtarak başlayan konuşma hatırlayabildiği aile bireylerinin isimlerini tek tek saymasıyla devam ediyordu. ” Beni kuzen olarak görme kız kardeşin olarak gör… Bugün akrabalarımdan kimler hayatta kimler ölü bilmiyorum. Geride kalanlar hakkında bilgin varsa bana bildirmeni rica ediyorum” dedikten sonra hıçkırıklara boğulmuş,konuşmasına devam edememişti.
Aradan bir asra yakın zaman geçmiş ancak insanlar hala akrabalarının ölü mü sağ mıolduklarına dair haberleri alma umuduyla seslerine ses verecek birini aramaktan vazgeçmemişlerdi.
Sonra bir gün önce Efrim Bağ’ın Talin köyüne yaptığı ziyarette karşılaştığı Gusked köyünü, evlerinin en ince ayrıntısına kadar hatırlayabilen, Maratu Kilise’sinin minik taşını gözyaşları içinde titreyen dudaklarıyla öpüp alnına koyduktan sonra uzun süre dili tutulmuş olan 90 yaşındaki Sasunlu dede geliyor aklıma.
Onların rüyalarını süsleyen Sasun artık babalarının dedelerinin anlattığı Sasun değildi. Ne evleri, ne bereket fışkıran tarlaları, ne de tandırda pişirilen sıcak ekmeklerinin unlarını öğüttükleri değirmenleri yoktu artık… Geride orada yaşayan insanların bize söyledikleri gibi bereketini yitirmiş kuru topraklar, birde anılar yumağı kalmıştı.
Ancak filimin sonunda yaşlı kadında olduğu gibi memleketlerinden getirilen bir yudum su bile onlara ilaç olabiliyor, tüm bu yaşananları unutabiliyorlardı. O an eski güzel anılardaki mutluluk yüzlerine yansıyor, gözleri mutluluk denizine dönüşüyordu.
Şarkılarımızın, oyunlarımızın yetimliği sona erdi
Filmin bitiminde Sasun Dernek başkanının Sayın Ramik’in yaptığı özlem ve duygu yüklü konuşma sonrasında sıra bana gelmişti. Konuşma için hazırlık yapmadığımdan sadece duygularımı dile getirebilecektim.
“Sizlerin gitmesinden sonra geride kalan Sasunluların büyük çoğunluğu tekrar ikinci bir ferman yaşadılar. Açlık, ölüm, kaçışla geçen uzun yıllar sürgünle son bulmuştu. İnsanlar on seneyi bulan sürgün süresince Sasun’dan mahrum kaldılar. Sürgüne giderken atalarından kalan kutsal kitaplarının da dahil olduğu pek çok değerlerini beraberlerinde götürememişlerdi. Sürgünden geri döndüklerindeyse kimi köyüne kavuşamamıştı, kimi akrabasına, kimiyse ana diline…”
Babamın yaşamış olduğu bir olayı isim vermeden anlatmak istediğimden duygusal anlamda biraz sorun yaşamaktaydım. Ermeniceyi rahat konuşabilmekteydim ancak, büyüklerimiz o günlere ait anıları dillendirdiklerinde hep bir hüzün bulutu oluştuğundan ben de farketmeden o günlere ait konuşmaları hüzünle birlikte belleğime kaydetmiştim.
Tüm Sasunlular gibi babam ve halam da evleri, kiliseleri koruyan surpların (azizlerin) olduğuna inanmaktaydılar. Babam açlık, hastalık ve sürgünle geçen o yıllar zarfında anne babasını yitirmişti. Ancak ömrünün sonuna kadar unutamadığı bir başka kayıp daha yaşamıştı. Surplarının kaybı.
Evlerini koruyan surplarını kaybetmelerinin hikayesini anlatarak.“Tıpkı bu ailede olduğu gibi surplarımız evlerimizden, Sasun’dan ayrılmak zorunda kaldı. Sasun artık sizlerin düşlerini süsleyen o eski Sasun değil. Evlerimiz, kiliselerimiz yıkıldı, derelerimiz, ağaçlarımız kurudu. Ancak her şeye rağmen o yine de bizim Sasunumuz olmaya devam etti.
Sizlerin gitmesinden sonra bizler yetim kaldık. Şarkılarımız masallarımız, ninnilerimiz, lehçemiz yetim kaldı ancak, burada sizlerle şarkılarımızın, oyunlarımızın yetimliği sona erdi, sizlerle birlikte tekrar bütün olabildik” diyebiliyorum. Salonda önde oturan kadınların ağladığını görünce “Kaç gündür ağlamaktayız. Artık yeter, sıra oynamaya geldi. Biz Sasunluların tarlada çalışırken dinlenmek için verilen aralarda dahi halaylar çektiğini bilen biri olarak artık sıra eğlenmeye geldi ” diyerek sahneyi Sasunlu gençlere bırakıyorum.
Sahne Sasunun dağları gibi dimdik gururlu, el ele, yan yana duran gençlerin oyunuyla hayat buluyor. Harkuşta oynadıklarında el vuruşları salonda çınlarken ayaklarını yere vurduklarındaysa sanki sahne titremekte. Çok geçmeden sahne ve salonda oynayan insanlar bir araya gelerek, bir uçtan diğer uca halay çeken koca bir sevgi çemberi oluşturuyor.
Yarın geri döndüğünüzde yanınıza sadece sevgi ve özlemimizi götürün, gözyaşlarımız burada kalsın.
Program son bulduğunda salondaki coşkunun yarattığı sarhoşlukla yetinmek istemeyen 15 kişilik küçük gurubumuz geceye karşıdaki restoranın salonunda devam ediyor.
Herkes sırayla konuşarak kadeh kaldırdıktan sonra tekrar kendimizi Sasun şarkılarının kollarına bırakıyoruz. Bir çok bestesi olduğunu öğrendiğimiz Sasunlu aşukg Razmar Sasuntsi bizim onurumuza yeni bir şarkısını yorumlarken içim sızlıyor.
Onlar topraklarından ayrılmış olmalarına rağmen beraberlerinde götürmüş oldukları her bir değere sıkı sıkı sarılmışlardı. Her biri soy ağacını oluşturmuş, köylerindeki mahallelerinden ağaçlara varıncaya kadar her bir bilgiyi defterlerine kaydetmişlerdi. Her kültür yaşadığı topraktan ayrıldığında ölmeye mahkûm olsa da burada yaşayan Sasunlular beraberlerinde getirdikleri Sasun lehçesine, kültürüne, atasözlerine yaşama alanı oluşturabilmiş, şarkılarımızsa burada yeniden sürgün vermiş, çiçek açabilmişti.
Sasundaysa yaşanan acı dolu yıllardan sonra ne aşuğumuz kalmıştı ne kusanımız. Yarım yamalak okunan şarkılarla birlikte hepsi hepsi yirmi bilemedin yirmi beş şarkı kalmıştı geriye. Ninnilerimizse yaşanan olaylar ve göçlerden sonra tamamen unutulmuştu.
Burada yaşayan Sasunlular sanki tüm bu unutulmuşluğa ilaç olmuşlardı. Onlarla bir araya geldiğimizde atalarıma, kültürüme, şarkılarıma dair duyduğum boşluğun bir kısmını doldurabilmiş, kendimi bir bütün hissedebilmiştim. Ancak hala çocukluk yıllarımdan kalan bir eksikliğim vardı.
Bu eksikliği tamamlamak için masadakilere dönerek Sasun yöresinin ninnilerinden birini okumalarını rica ediyorum. Salonda şarkı okuyanların hepsi erkek ancak, buna rağmen beni kırmıyorlar. Biz Sasunluların ruri dediği ninniyi okuduklarında atalarının okuduğu ninnilerden mahrum kalan içimdeki çocuğun gözleri doluyor.
Sabahın dördüne doğru kadehler son kez kaldırılarak “Babalarımız, atalarımız çok ağladı. Artık yeter, gözyaşı yerine mutluluk olsun. Yarın geri döndüğünüzde yanınıza sadece sevgi ve özlemimizi götürün, gözyaşlarımız burada kalsın. Buradan yalnızca sevinç götürün, mutluluk götürün beraberinizde” diyorlar.
“En iyi beliren takım” kupasını aldık diyecek olursam bir şeyler eksik kalacak.
Burada kaldığımız süre sanki bir rüya gibi geçmişti. Artık geri dönme zamanı gelmişti, ancak şampiyon olamazsak da elimiz boş dönmeyecektik.
Opera binasının önünde kurulmuş sahnede 5. Hamahaygagan Oyunlarının kapanış töreni başlamış, coşkulu kalabalığın alkışları arasında bizler de kupa alacak olan takımlar safında yerimizi almıştık.
İsmimizin anons edildiğinde başlayan Sasun yöresinin nağmelerini duymamla birlikte farkına varmadan ellerim havaya kalkıyor, dizlerimi kırarak govant oyununu oynamaya başlıyorum. Demek ki Ermenistan’da tam bir Sasunlu olabilmiştim.
Cumhur Başkanı Serj Sarkisyan bizlere kupayı takdim ederken Efrim Bağ da alkışlar arasında Sasun kaşkolünü cumhurbaşkanının boynuna takıyor.
Havaalanına yetişebilmek için alanda hızlı adımlarla yürürken sahneye gelen gençlerin olimpiyat kapanışı için yaptıkları sunumdan bazı cümleleri yakalamam mümkün oluyor. “Umarım buradan mutlu ayrılıyorsunuz … Dört yıl sonraki olimpiyatlarda görüşmek üzere…”
İlk kez verilen “Amena lav haydnıvoğ khump” kupamız elden ele dolaşarak bana ulaştığında ceviz ağacından göz nuruyla işlenmiş kupanın Türkçeye tercümesini düşünüyorum.
“En iyi beliren takım” kupasını aldık diyecek olursam bir şeyler eksik kalacaktı. Kupamız şampiyonluk kupası değildi, ancak Sasun çoğu insanın kalbinin şampiyonu olmuş aynı zamanda olimpiyatlara renk katmıştı.
Kupamızın tüm bu değerleri içinde barındıran bir ismi olmalıydı. Sonunda soranlara Hamahaygagan Oyunlarında “Sevgi Kupası”nı kazandığımızı söylemeye karar veriyorum.
Akunq.net
Leave a Reply