Türkiye’de, milli eğitim bakanlığının müfredat programından geçirilen nesiller için, ülkenin son yüz yılını kapsayan yakın tarihi algılamak hiç de kolay değildir. Detaylarıyla kurgulanmış bir tarih anlatımı, ne yazık ki yalın gerçekleri ustaca çarpıtmakta, bunun için de olayların oluşum şeklini ve zamanı büyük bir maharetle eğip bükmekteydi. Sistem zaten sorgulamaktan çok öğünme, güvenme, inanma, ant içme, iman etme üzerine kurulu olduğundan, aynı kitabın ön sayfalarında muhteşem atalarımızın nasıl da üç kıtaya yayılan bir imparatorluk kurduğuna hayran olurken, ilerleyen sayfalarında da yedi düvele, emperyalist batıya karşı kurtuluş savaşı veren mazlum halk olmanın tuhaf çelişkisini fark etmiyorduk bile. Biz asker bir millet olarak kolay kolay yenilmezdik de, müttefiklerimiz yenildiği için biz de hükmen mağlup olmuş sayılıyorduk bu saçma sapan tarih öğretisine göre. Hiç birimiz de “olur mu öyle şey, Fair Play müsabakası mı yapıyoruz yoksa çift kol pişpirik mi oynuyoruz” diye sorgulamıyorduk bu saçmalığı. Birkaç sayfa önce Çanakkale’nin geçilmez olduğunu öğreniyor, ardından da İngilizlerin İstanbul’u işgalini okuyor, yine de koskoca çelişkiyi algılamıyorduk. Olayları, zamanları eğip bükerek ilintisini gözlerden, akıllardan uzak tutmanın ustaca bir uygulamasıydı MEB’in tarih kitapları. Ama işin tuhaflığı bizatihi bakanlığın adında da gizliydi. Biz göremiyorduk sadece. Öylesine doğal karşılamıştık eğitim bakanlığının önündeki “Milli” ibaresini. Oysa o ibare tam da amacı vurguluyordu. Gerçek değil milli eğitimdi amaçlanan. Öğrenmemiz istenilenler doldurulmuştu o çuvala. Geçmişimizden kopalım ve Kemalist ulus devletin istediği torna tezgâhında şekillenelim diye tasarlanmıştı her şey.
Bu yüzden de Cumhuriyetin nimetlerine kolayca inandık. Devrimlere de inanmıştık aynı kolaylıkla. Mesela Arap harflerinin kullanımının ve öğreniminin zor olduğuna, Latin harflerine geçince okur-yazarlığın arttığına kolayca inanmıştık. Mantıklı da görünmüştü üstelik. Tabii o zamanlar neden Irak veya Suriye toplumlarında Arap harfleri kullanıldığı halde okur-yazar oranının bizden daha yüksek olduğunu sorgulamamıştık. Hoş böyle bir gerçeklikten de haberdar da değildik o zamanlar. Cumhuriyet’in ilanından on yıl önce, Harput’ta, Fırat kolejindeki Ermeni öğrencilerin Ermeni alfabesi ile Ermenice, Arap alfabesi ile Osmanlıca, Latin alfabesi ile de Fransızca okuyup yazdıklarını da bilmiyorduk. Örneğin cumhuriyetimizin kadınlara Avrupa’daki birçok devletten önce seçim hakkı tanıdığından, kıyafet devrimiyle onları özgürleştirdiğinden şüphe bile etmiyorduk. Hâlbuki kadının bu gün bile adı yok bu ülkede. Tabii Cumhuriyet balolarının o hotozlu hanımefendilerini “kadınlarımız” saymazsak.
Sonuçta Osmanlı imparatorluğu her ne kadar bir çöküş süreci yaşıyor olsa da, aslında çağının ivmesini yakalamaya çalışan, kırsal kesimde değilse bile şehirlerde zamanın gereklerine uygun bir yaşam sürdürüyordu. Yani Cumhuriyet önce bu gelişmiş uygarlığı tarumar etmiş, kentleri yoksullaştırmış, ardından da kalkınma hamlesi başlatmıştı. Cumhuriyet’ten önce Diyarbekir ülkenin dördüncü gelişmiş iliyken, günümüzde altmışıncı sırada yer alıyor.
Aynı şekilde, nasıl olup da yeni devletin tüm kurucu kadrolarının birkaç yıl gibi çok kısa bir zaman diliminde suçlular ordusuna dönüştüğüne, İstiklal mahkemeleri ve benzeri süreçlerle tasfiye edildiklerine, Mustafa Kemal’in nasıl ‘tek adam’ haline geldiğine ilgi duymuyorduk. Zaten bu netameli konular ne lise tarih kitaplarında yazılıydı, ne de öğretmenlerimizin anlatımlarında.
Bu yapay tarihin daha iyi anlaşılabilmesi için, milli eğitim tedrisatının dışında, alternatif bir tarih okumasına ihtiyacımız vardı. Üstelik on-on beş yıl öncesine kadar bu konuda Türkçe yazılmış kaynak bulmak da neredeyse imkânsızdı. Sistem yarattığı efsanenin tartışılmasına tahammül edemiyordu. Bir dizi yasayla korumaya almıştı yapay tarihini. Tüm bunların sonucunda da, kendini laik, devrimci, solcu filan sanan bir avuç Nasyonal Sosyalist, şimdi var güçleri ile kuvay-ı milliye ruhunu canlandırmaya çalışıyorlar. Emekle, emekçiyle, halkların kaderlerini belirleme hakkıyla tüm bağını koparmış bir solculuk, kalpak giyerek gericilikle savaşabileceğini zannediyor.
Bu gün yalan ve yanlış bir cumhuriyetin kuruluşunun 90. yılı. Faşistlere kutlu olsun!
http://www.marksist.org/sectiklerimiz/204-yazilar/13091-yalan-cumhuriyet
Leave a Reply