Henüz yakın tarihimizin tanık olduğu 1915 Soykırımına kadar, Osmanlı despotizminin keyfiyetçi ve ayrımcı yaşam koşullarına rağmen, hemen hemen bütün büyük yerleşim alanları gibi Maraş kenti de bağrında farklı etnik aidiyetleri, farklı inançları ve kültürleri barındırıyordu. Tarım, zanaat, imalatçılık ve ticaret, esas olarak kentin Müslüman olmayan kadim halklarının elinde bulunmaktaydı. O zamana kadar Maraş ve geniş çevresinde de Ermeniler, Süryaniler ve Helenler, toplumsal hayatın tayin edici her alanlarında etki sahibiydiler.
Birinci planda Anadolu’nun Hıristiyan halklarını hedef alan 1915 soykırımı, diğer yerleşim alanlarında olduğu gibi Maraş ve çevresinde de, sadece demografik yapıyı tamamen değiştirmekle kalmadı aynı zamanda farklı dini inançların ve farklı etnik aidiyetlerin, barış içinde ortak yaşamına da son verdi.
Aslında 1978’de Maraş’ta gerçekleştirilen Alevi pogromu, 1915’te üstümüze çöken zifiri soykırım karanlığının doğrudan bir devamı, aynı geleneğin ve aynı yöntemin Alevi inancına mensup halklara ve Kürt halkına, kendilerini bekleyen akıbete ilişkin bir hatırlatmaydı.
İttihatçı egemenlik zihniyetinin dün Hıristiyan komşuların, canına malına namusuna kast için harekete geçirdiği katiller güruhunun, 1978’de de Maraş Alevi halkının üzerine salıverilmesiydi.
Şu bir gerçektir ki, hesabı sorulmayan soykırımlar, pogromlar, katili şımartmaktadır. Tekrar kana bulanan, kirletilen, üzerine iğreti yaşamlar inşa edilen Maraş’a, birde “kahraman” yaftasının asılması, bu pervasızlığın provokatif bir örneğidir. Tıpkı Antep’e bahşedilmiş “gazi” ve Urfa’ya bahşedilmiş “şanlı” unvanları gibi.
Bu ırkçı kalkışma aslında, soykırımların, pogromların söndürdüğü hayatların onurunu çiğnemeye kararlı olmanın bir göstergesidir. Ataları için hak ve adalet arayan, mağdur edilmiş halkların bu günkü kuşaklarına beslenen art niyetin, gözdağı ve tehdidin bir ifadesidir.
Ancak bütün bu densizlikler, sahte kahramanlık yaftaları, “meşruiyetini” soykırımların, irili ufaklı insanlık suçlarının üzerine oturtmuş bir egemenliğin, insanlık önünde verilmesi zorunlu olan hesabını ortadan kaldırmamaktadır.
Maraş pogromu üzerinden henüz 33 yıl geçti. O günlerde doğan çocuklar 30’unu devirmiş genç, insanlar oldular. Vahşetin sağ kurtulan mağdurları, yani canlı tanıkları, neredeyse tamamı hayattalar. Hiçbir ayrıntı belleklerinden silinmedi. Derin travmatik acıların verdiği hüzünle gözyaşlarına, hıçkırıklara boğularak anlatmakta zorlandıkları anıları, henüz çok taze. Henüz bunlardan çok azı yaşadıkları vahşetin ayrıntıları hakkında bazen bir belgeselde bazen bir televizyon programında veya bir röportajda kamuoyuna bilgi verme imkânına sahip oldular.
İstisnasız tümünün ortak noktası, devlet istihbaratının (MİT), “özel harp” teşkilatının ve harekete geçirdiği geniş tabanlı katiller güruhunun elbirliği ile Maraş şehrinin Alevilerden “temizlenmesiydi”. Bu gerçeği neredeyse bütün ayrıntıları ile deşifre eden belgeselin şu link adresinden izlenmesi mümkündür: http://video.google.com/videoplay?docid=6746620032758580321
Katliamlarda, talanlarda yer almış itirafçı ifadesi, sivil ve resmi görevli tanıkların ifadeleri ve o dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in kamuoyundan gizlemeye çalıştığı bilgi ve belgeler, devletin istihbarat teşkilatı olan MİT’in doğrudan katliamın planlanmasında ve uygulamaya konmasında yer aldığını gün ışığına çıkarmaktadır.
Saldırıların çoğu, ya güvenlik güçlerinin güruha doğrudan destek vermeleri, cesaretlendirmeleri veya mağdurların imdat çığlıklarına kayıtsız kalmaları sayesinde gerçekleştirilmiştir. 19 Araklık´tan 26 Aralık´a kadar sekiz gün süren saldırılar ve katliamlar sonucu, planın hedefine ulaşmasından sonra devlet Maraş’ta “varlık” göstermeye başlamıştır. Esas olarak askerlerine ve diğer güvenlik görevlilerine, işlediği toplu cinayetlerin geride bıraktığı cesetlerini toplama görevi kalmıştır.
Komşusuna yardım eli uzatan birkaç istisna dürüst insan dışında, hem Maraş dışından toplanan güruh, hem de Maraş’ın “yerlileri”, mağdur, biçare Alevi komşularının katline, mallarının talan edilmesine ve namusunun kirletilmesine aktif olarak katılmışlardır.
Eğer ki, Alevilerin daha büyük bir katliama maruz kalmaları engellenebilmişse, esas olarak sayıları az ve donanımları çok kısıtlı olan cesur insanların olağanüstü çabaları sayesinde oluşturulan öz savunmaları engellemiştir.
Maraş pogromunun ortaya çıkardığı tablo, sergilenen gaddarlıklar, gerek zihniyet ve gerekse yöntem bakımından 1915 soykırımında gösterilen caniliklerle olağanüstü benzerlikler içermektedir. Maraş pogromu bir kez daha katil egemenlik zihniyetinin yönlendirdiği egemen toplum bireylerinin, humanist özelliklerini nasıl büsbütün yitirdiğine tanıklık etmiştir. Dün sofrasında misafir olarak ikram, iltifat gördüğü alevi komşusunun, ertesi gün ateşli silahlarla satırlarla, baltalarla başına dikilen birer cellât olabildiklerini göstermiştir.
Yakın tarihimizin bütün soykırımları ve kitlesel cinayetleri gibi, Maraş pogromu da, aradan fazla bir zaman geçmeden üzeri örtülmek istenen insanlık suçları zincirinin bir halkası olmuştur. Kanlı devlet geleneğinin değişmez kuralı olarak Maraş pogromunun hem bilinen failleri, hem de perde arkasındaki planlayıcıları, sevk ve idare eden irili ufaklı sorumluları, kimi bakan, kimi devletin kilit noktalarında kamu görevlisi olarak “hizmet” icraatlarına devam etmektedirler.
Katliamın yargılanması için kurulan göstermelik mahkemeler, ne ordu, ne emniyet, nede sivil bürokrasi içindeki gerçek sorumluların hiçbirine dokunmamıştır. Teşhir olmuş tescilli katillere verilen idam cezalarının hiç biri uygulamadığı gibi, kısa bir süre sonra “af” kapsamı dâhilinde tümü salıverilerek dava dosyası kapatılmıştır.
Hakkı hukuku devre dışı bırakan devlet, olağanüstü bir gayretle Maraş katliamının sorumluluğunu, işkence tezgâhlarına çektiği katliam mağduru Alevilere, Kürtlere ve daha farklı aidiyetlere mensup solcuların üstüne yıkmaya kalkışmıştır. Gerek cunta sürecinde gerekse onun yerini alan özel savaş hükümetleri icraatı sürecinde ödenen bedellerin hattı hesabı kalmamıştır.
Maraş pogromu her bakımdan hedefine ulaşmıştır. Şehir sadece Alevilerden “temizlenmekle” kalmamış, esas olarak Kürt illerini kapsayan sıkıyönetimin uygulamaya konmasına da bir gerekçe sayılmıştır. Peşinden gelen 12 Eylül cuntası, o günden bu yana Kürt halkına ve ülkenin tüm ilerici, devrimci güçlerine karşı yürütülen kirli, kuralsız savaşın da bir gerekçesi olmuştur.
Devlet, Alevilere beslediği düşmanlığı, Maraş pogromunun 33. yılında da, hiçbir yanlış anlaşılmaya meydan vermeyecek şekilde açığa vurmuştur. Katiller elini kolunu sallayarak dolaşırken, ölülerini anmak için Maraş’a gelen Aleviler, şehre sokulmamışlardır. Alevilere anma etkinlikleri Maraş valisi tarafından yasaklanmıştır.
Aradan geçen bu 33 yıllık süreç içerisinde Alevi inancı mensubu halkların, Maraş pogromunu takip eden Çorum, Malatya ve Sivas pogromlarından da önemli dersler çıkardıklarını söylemek yanlış bir tespit sayılmaz. Özellikle Alevi aydınların, Alevi halkının varlığına kast eden soykırımcı ırkçılığın, halkın örgütlü gücüne dayanan savunma mekanizmasını yaratılması sayesinde bozulacağının farkında olmalarıdır. Bu doğrultuda bilinçli çabaların, gerek Türkiye’de, gerekse yurt dışında, gözle görülür biçimde yoğunlaştırılmış olması, dikkate değer en olumlu gelişmedir.
Şuna inanıyoruz ki, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Alevi halklara yönelen yok etme politikasının, 1915 soykırımı konseptinin doğrudan bir devamı olduğunu doğru anlayan Alevi örgütlenmesi kendilerine kurulan ırkçı tuzakları parçalayacaktır. Zira 1915 soykırımı, soykırım mağduru halklarla, Anadolu mazlumlarının kaderini bütünleştirmiştir. Hayata bu perspektif bakarak örgütlenen mazlumlar, sadece kendilerini ırkçı yok etme harekâtına karşı başarıyla savunmakla yetinmeyecekler, anı zamanda soykırımların hesabını sorma olgunluğunu da yakalayacaklardır.
Verein der Völkermordgegner e.V. Frankfurt / Main
SKD (Soykırım Karşıtları Derneği);
Kontakt: Ali Ertem Tel.: 0049/69/5970813 E-Mail: skd@gmx.net
Leave a Reply