Ermeni soykırımı: 24 Nisan haftası… (1)

Ermeni soykırımıYalçın Yusufoğlu

Cumhuriyet rejimi, şu günlere, “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” diyor. Dinciler “Kutlu Doğum Haftası” diye uydurdukları haftayı sayısız camideki Mevlûtlerle,”Kur’an tilavetiyle”, naklen yayınlarla kutluyorlar.

Bizlerse, herhangi bir bayramı değil, bir kara günü anıyoruz. 24 Nisan 1915 tarihiyle simgelenen ‘Soykırım Kurbanlarını Anma haftası’nı yaşıyoruz, Ermeni soykırımının ve deportasyonunun suçlularını lanetliyoruz. Üstelik bu sene, 24 Nisan felaketi 100. Yıldönümü’ne girmiş oluyor.

Adolf Hitler’in Propaganda Bakanı Göbbels, Führer’ine“Yalan söyleyin, yalanı ısrarla devam ettirin, zamanla insanlar o yalana inanmaya başlarlar” demiş.

Ankara’nın politikacıları ve resmi tarihçileri bıkıp usanmadan yalan söylüyorlar. Bütün dünyanın gözünün içine baka baka yalan söylüyorlar.

Fakat dışa karşı nafile yere konuşuyorlar, söylediklerinin uluslararası alanda hiç bir geçerliliği yok. “Soykırım olmadı” diyenlerin en ehvenleri “soykırım terimi uluslararası hukuka 1948’de girdi ve geriye doğru işletilemez” cümlesini kendilerine dayanak alıyorlar.

En azgınları ise, hayır biz Ermenileri değil, ‘Ermeniler bizi kesti’ diyen yüzsüzler, sahtekârlar.

SOYKIRIMIN EVRENSEL TANIMI

“1915 tehcir miydi, yoksa soykırım mı” tartışması resmi Türkçü zikriyattan çıkmıştır. Tehcir denilen uygulamanın yani deportasyonun da insanlık suçu olduğunu öncelikle kaydedelim.

A) Yapılmış olan BM literatüründe “crime against humanity” denilen insanlığa karşı işlenmiş suçtur,

B) Adı etnik temizlik “ethnic cleansing” veya arındırma “purification” şeklindedir.

Soykırıma gelince, yok sayılan olgu soykırım (jenosit) kavramını uluslararası hukuk ve siyaset literatürüne getiren Rafael Lemkin’in 1915 Ermeni olaylarından yola çıkarak konuyu incelemeye başlamış olmasıdır.

Kendisi bir Yahudi olsa da, jenosit konusundaki çalışmaların başladığında hemüz Yahudi Soykırımı (Holocoust) yoktu.

İktidardan düştükten sonra Berlin’e yerleşmiş Mehmed Talat’ın 1921’de suikast sonucu öldürülmesiyle Ermeni trajedisine eğilen Lemkin’in çalışmaları daha sonra BM kararına ve onu izleyen Soykırım Sözleşmesi’ne temel oluşturmuştur, fakat sözünü ettiğimiz uluslararası iki belge Nazizmin Yahudi Soykırımını esas almıştır.

Kavram öncelikle hukukidir. 9 Aralık 1948’de kabul edilen ve 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme”nin 2. maddesi şöyle der:

“Soykırım, bir milli, etnik, ırki veya dini grubu, grup olarak, kısmen veya tümüyle, yok etmek kastıyla, kimi fiillerin işlenmesidir.”

TÜRKÇÜLÜK = TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR

Falih Rıfkı Atay 1968 yılında 1915 ve sonrası olayını “jenosit” diye nitelemişti. Mustafa Kemal Paşa BMM’nin açılışının ertesi günü (24 Nisan 1920’de) yaptığı konuşmada hadiseyi “geçmişe ait bir fezahat (alçaklık), çok kötü bir hadise” olarak niteler. Bir radyo demecinde de, “Bir daha Ermeni kıtaline benzer bir kötülük olmayacağının garantisini veririm”der.

Fakat Gazi Paşa sonradan farklı davranır, örneğin İsmet Paşa ve Heyeti ikinci kez Lozan’a giderken “Masaya Ermeni meselesini getirirlerse, bana danışmadan konferansı terkeceksin ve döneceksin” diye talimat verir.

Bunun nedeni Osmanlı’nın borçlarını ödeyecek yeni devletin gayimenkulleri müsadere edilen ve kapanın elinde kalan Ermenilerin sağ olanlarına şahsen, hayatta olmayanlarının ise akrabalarına ödenecek tazminatın fazla tutmasından çekinmek olduğunu söyleyenler vardır. Ama sonraki gelişmeler konunun bu kadar basit olmadığını göstermektedir.

Veya Cumhuriyet’in manevi olarak böyle bir suçu üstlenmesini istememiştir. Ama pek çok bakımdan reddi miras etmiş yeni devletin bu konudaki tutumu suçu üstlenmek olmuştur.

Müteakip politikalara bakıldığında, temel istikametin “Türkiye Türklerindir” şiarına uygun olduğu, İttihat ve Terakki’nin Türkçü ve Türk merkezci çizgisiyle uyum teşkil ettiği görülecektir.

Bu temel politika Türk ulus devletinin kurulma aşamasıyla sınırlı kalmadı, nedeni ise sermayeyi Türkleştirmek olarak ortaya çıkınca daha iyi anlaşıldı.

Ulus devlet işe mübadele ile başladı, özellikle Ege ve Orta Anadolu’dan 1 milyon Rum mübadeleyle gönderildi, yerlerine Yunanistan’dan gelen 400 bin Türk yerleştirildi, gönderilenlerin gayri menkulleri kapanın elinde kaldı.

Sonra, her on yılda bir, adeta periyodik aralıklarla, Türkiye’yi –ve sermayeyi—Türkleştirme devam etti:

1934’te Trakya Yahudi tehciri, 1942’de Varlık Vergisi ırkçılığı, 1955’te 6-7 Eylül pogromu, 1964’te T.C. yurttaşı olmayan, ama buranın yerlisi olan <=”” b=”” style=”color: rgb(0, 0, 0); font-family: Verdana, Arial, Helvetica; font-size: medium; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; orphans: auto; text-align: start; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px; -webkit-text-stroke-width: 0px; background-color: rgb(238, 238, 238);”>ve 1974’te Kuzey Kıbrıs’ın işgal ve ilhakı sonrasında İstanbul’da geri kalan Rumların da kaçırtılması ve 50 yıl içinde tüm coğrafyanın kadim sahiplerinden tamamen temizlenmesi Ermeni Soykırımının devamı olan etnik temizleme halkalarıdır.

SOYKIRIM NEDİR?

9 Aralık 1948’de kabul edilen ve 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren ‘Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin 2. maddesi şöyledir.

“Soykırım, bir milli, etnik, ırki veya dini grubu, grup olarak, kısmen veya tümüyle, yok etmek kastıyla, kimi fiilerin işlenmesidir.”

9 Aralık 1948’de kabul edilen ve 12 Ocak 1951’de yürürlüğe giren ‘Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin 2. maddesi şöyledir.

“Milli, etnik, ırki veya dini bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla aşağıdaki fiillerden herhangi biri, Soykırım suçunu oluşturur:

a) Gruba mensup olanların öldürülmesi;

b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedeni veya zihini olarak zarar verilmesi;

c) Grubun bütünüyle veya kısmen,fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, hayat şartlarının kasten değiştirmesi;

d) Grup içinde doğumları engellemek niyetiyle tedbir alması;

e) Gruba mensup çocukların cebren başka bir gruba nakletmesi.”

Kitlesel imhayı yeni devlet yapmamıştır, ama yarısı sürülen yarısı da öldürülen ya da ölen 1,5 milyon insanın emvali yeni Türkiye’nin sınırları içindedir, ya Hazineye aittir, ya da özel şahıslar trafından gaspedilmiştir.

Resmi iddianın diğer bir boytu “Ermenilerle Türklerin birbirlerini öldürdükleri” şeklinde. Hatta resmiler daha da ileri gidiyorlar ve “Türk arşivlerine gore 500 bin Türk öldürüldü” diyorlar. Arşiv rakamları tabi ki yalan, ama aynı zamanda, iddialardan “Türk” kelimesini “Gayrimüslim” diye değiştirmeleri gerekir. Zira silahlı Ermeni gruplarının öldürdükleri Türklerden çok Kürtlerdi.

1,5 MİLYON İNSAN

Soykırımla Anadolu’daki Ermeni nüfüsunun yarısı imha edilmiştir. Paris’teki Sosyal Bilimler Yüksek Etütler Okulu öğretim üyelerinden Tarihçi Levent Yılmaz’ın yazdığına göre bu rakamı telaffuz edenlerin arasında Yahya Kemal de var.

Yahya Kemal Beyatlı ölen Ermeni sayısının 800 bin olduğunu söylüyor. 800 bin rakamı bir ecnebinin kitabında da var: 1928’de Yarbay Nihat tarafından Türkçeye çevirilip Genelkurmay tarafından basılan Maurica Larcher “La Guerre Turque dans la Guerre Mondiale” (Cihan Harbinde Türk Harbi) adlı kitabında (Paris, 1926) şöyle diyor:

“…l’Anatolie avait en outre perdu 500.000 Mussulmans des vilayets orienteaux, victims ou fugitifs de la guerre, 800.000 Armeniens et 200.000 Grecs victims des deportations ou décédés dans les batailons de travailluers.” (Anadolu, bundan maada, Vilâyat-ı Şarkıye Müslümanlarından savaş yüzünden veya mülteci olarak 500.000 ini kaybetmiştir… 800.000 Ermeni ve 200.000 Rum da katl ve tehcir yüzünden veya amele taburlarında ölmüştür…”)

Bu kitaptaki rakamları anmamızın nedeni iki yıl sonra Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti (Gen.Kur.Bşk.lığı) tarafından çevirtilip Yarbay Nihat imzasıyla yayınlanmış olmasıdır.

Hatta Türk tezinin uluslararası alandaki ödenekli savunucularından Justin McCarthy bile kitabında ölen-öldürülen Ermeni sayısını 600 bin olarak veriyor [Armenians in the Ottoman Empire and Modern Turkey 1912-1926, Türkçesi: İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 1984.]

HAMİDİYE ALAYLARINDAN MAH’IN HAYDUTLARINA

Silahlı Ermeni gruplarının Kürt ve Türk köylerine saldırdığı ve insanları öldürdüğü doğrudur ve öldürülen insanlar silahlı çatışmada değil, baskınlarla öldürülmüşlerdi.

Fakat 1890’ların başlarında resmiyet kazanmış, yani devlet güçleri arasına katılmış Hamidiye Alayları adındakiKürt aşiretlerinin Ermeni köylerine saldırıları, provoksayonları, cinayetleri Ermeni katliamının 1915’ten en az 20 sene once başlatıldığını gösterir.

Belge belge diyenler, Hamidiye Alayları aracılığıyla yapılan pasifikasyondan hiç bahsetmezler.Doğu’daki Ermeni nüfusun çoğunluğu köylüydü. Yoksul köylülerin en büyük şikayeti topraklarının Kürtlerce sürekli olarak gasp ediliyor olmasıydı. Kürtlerin ve Çerkeslerin saldırısına uğrayan Ermeni köylülerin devlet tarafından güvene alınmasnı istiyorlardı.

Kaldı ki, Alman militarizmini arkasına almış koskoca bir imparatorluğun 1915’te başlattığı etnik temizleme ile silahlı Ermeni gruplarının eylemleri ne güç orantısı, ne de olanaklar bakımından bir tutulabilirdi.

Eğer muadil kabul edilecek olursa, “onlar çeteydi” derseniz, siz Devlet-i Âli-yi Osmani’yi çete derecesine –hatta daha da aşağıya– indirmiş olursunuz.

Hele hele, o devletin başında hükümeti Bâb- Âli baskınıyla ve Nâzır öldürerek ele geçirmiş suikastleriyle, komplolarıyla ünlü bir çete var ise hiç konuşamazsınız.

Seferberlik ilan etmiş ve yaşı elveren erkekleri silah altına almış bir ordunun organize güçleri ile Ermenilerin dağınık küçük silahlı grupları kıyaslanamazdı.

Soykırımda Teşkilat-ı Mahsusa vazife almış ve hapishanelerdeki kriminaller çıkartılarak onların emrine verilmişti.

SİZİN TEHCİRİNİZ CAN PAZARI, ESİR PAZARI İDİ

Daha da önemilisi, aç, susuz ve büyük çoğunluğu yaya halde yollara döktüğünüz kadınları, çocukları, yaşlıları, silahsız erkekleri, tamamı esnaf, zanaatkâr ve çiftçi ailesi olan insanları yollarda v Suriye çölerinde, o çöllerin en yaşanılmaz bölgesi olan Der Zor’dabile bile telef ettiniz.

Şehir ve kasaba merkezlerinden çıkarılmadan öldürülenler bir yana, siz Sivas’tan, Samsun’dan, Erzurum’dan, hatta daha güneydeki Diyarbakır’dan Suriye’ye yaya gitmek ne demektir, bu soru resmi tarihçilerin ve siyasetçilerin umurunda mı? Yerleşim birimlerinde hemen katledilenler bir yana o insanlar yola çıkarılır çıkarılmaz Müslümanların saldırılarına uğruyorlardı, yanlarına aldıkları kıymetli veya kıymetsiz şeyler yağmalanıyor, kadınlara tecavüz ediliyor, genç kızlar alınıyor, kız çocukları besleme diye çalıştırılmak veya aynı amaçla satılmak üzere alıkonuluyordu.

[Kendi halinde halktan insanların böyle durumlarda süfli çıkarları için nasıl alçaldıklarını 1915-1917 Ermeni Soykırımında da, 1992—1995 Bosna Soykırımında da yaşandı.]

Esir olarak alıkonulup satılan genç kız veya kız çocuğu o kadar çoktu ki, kökeni Ermeni olan kadınların çocuklarının, torunlarının kayıt ve adreslerini devletin bildiğini Türk Tarih Kurumu eski başkanlarından, bugünkü MHP milletvekili Yusuf Hacaloğlu övünerek anlatmştı.

Ragıp Zarakolu’nun son olarak Belge Yayınları’ndan çıkardığı <=”” b=””>adlı kitapta Verjini Svazlıyan’ın bir araya getirdiği 700 kişinin anısını, belleklerde kalan ezgileri onca insanın neler çektiğini okuyorsunuz.

Rakamları bir yana koyalım, 1064 sayfalık kitaba sadece sayfaları çevirerek rastgele göz atmanız bile, o insanların tanık oldukları ya da yakınlarından dinledikleri gerçek insan trajedileri soykırımcılardan nefret etmeniz için yetiyor.

“Enver’i, Talat’ı, göklere çıkaranların çirkinlik derecesini o kitapta okuduklarınızdan görüyorsunuz. Onlara onca acıyı yaşatan İttihatçı Çetesi aynı zamanda savaşın bütün felaketini milyonlarca insana çektiren, çocukları babasız, anneleri evlatsız, kadınları kocasız, genç kızları ağabeysiz bırakan, (benim babaanemin ağlayarak “bedelsizler” dediği) 100 bin askeri kaputsuz, potinsiz Palandöken dağların süren, karlara gömen katillerdi. Toplum gıdasız kaldı, fakirlik aldı yürüdü, dağ taş eşkıya (asker kaçağı) doldu.Bu nedenle, Enver-Talat-Cemal’in suçlarına hiç aldırmadan onları övenler suçlarını günümüze taşıyanlardır.

Türklerin neredeysa tamanına yakını soykırımı “savaşın cilvesi” Kabul edip insanlık suçunu toptan ve külliyen reddederler, “biz Türkler bu suçu işlemedik” derler.

Olayı yaratanlar ve icra edenler işbaşındaki siyasi kadro ve emrindeki güçlerdi.

Eğer milliyet ya da etnisiteye bakılacaksa Türklerin yanısıra, Kürtler, Çerkesler, Lazlar da iştirak etmişlerdir. Almanya’nın suçta çok önemli bir payı vardır. Ama esas olan siyasi sorumluluk İttihat ve Terakki Fırkası’na aittir.

SOYKIRIM TARİHTE KALMADI

Eğer 99 yıldır olayın üstü örtülmeseydi, örtü aralandığında inkâr fırtınası estirilmeseydi, yalan üstüne yalan bina edilmeseydi Ermeni Soykırımı konusunda söylediklerimiz tarihe ilişkin tespitler olurdu.

Fakat düne dair yazdıklarımız bugün de güncelliklerini koruyor. Toplumumuzu bu konuda çıkmaza sürükleyenler tutumlarını sürdürdükleri için, aşılması gereken dün geride bırakılamamış, bugüne taşınmıştır.

Sorun merhamet meselesi değil. Tehcire ve tenkile tabi tutulan Ermenilere acımak ve üzülmek insan severliktir, ama bireyseldir.. Herhangi kavimi merhamet konusu gibi görmek de ırkçılıktır.

Zalimi lanetlemeyi mazluma acımakla karıştırmamak gerekir. Sorun insanlık bilincidir. Çağdaş ve evrensel normlarla, prensiplerle, tarihteki ve bugünkü olaylara, olgulara bakmaktır.

Türklere romantik ve hayalci gözükse de, barış ve dostluk esastır. En büyük yanlışlardan birisi, içinde bulunduğumuz zaman dilimini mutlaklaştırıp ebedileştirmektir. Dünyayı ve toplumu hep öyle kalacakmış gibi görmektir.

Oysa, milli sınırlar ve milli devletler gelecekte göçüp gidecekler. Tarihin akışı bu geleceğe yönelmiş özgürleşme sürecinden yanadır. İnsanlık şayet çevre yıkımı ya da nükleer felaket gibi yollardan intihar etmezse, gezegenimiz öyle bir yarına ulaşacaktır.

24 NİSAN BU YIL TEKRAR GELDİ, SENEYE DE GELECEK

Her yıl bu tarihlerde acaba ABD Başkanı 24 Nisan konuşmasında o kelimeyi kullanacak mı endişesi başlar. “Aman ABD Başkanı soykırım kelimesini kullanmasın” demekle ve Başkanın onu kullanmamasıyla rahat nefes alınır ve tarihimiz aklanmış olur. Bir yıl sonra yeniden diplomatik girişimler, gizli-açık pazarlıklar yoluyla ABD Başkanına “jenosit” dedirtmeyerek, o “Medz Yeğem”(Büyük Felaket” deyince de rahat nefes alarak Osmanlı’nın kanlı elini ona temizletme telaşı başlar. Soykırım meselesinin 99 yıl sonra bile uluslararası düzlemde Ankara’nın karşısında durması sebepsiz değil. Çünkü 90 yıl önce kurulan yeni devlet aradan bunca zaman geçtiği halde o insanlık suçunu inkârda ısrar etmektedir. İnkâr uluslararası alanda kısmen gerilemiştir, toptan inkâr, soykırım kelimesinin kabul edilmemesine gelmiş, “bu konuyu tarihçilere bırakalım” denilir olmuştur. Türk resmi tezinin tarihçilerinin katılacağı bir uluslararası komisyonundan sonuç hiçbir zaman çıkmayacağı için bu öneri “şark kurnazlığı”nın bir başka örneğidir.

Ayrıca, “konuyu tarihçilere bırakalım” demek sorunu tarihe gömmek, siyasi sorumluluk almamak ve olayın bugüne kadar süregelmiş sonuçlarını yok saymak demektir.

Sorunun tarihte kalması için önce onun gerçek niteliğinin resmen kabul edilmesi ve yeni devletin 90 yıllık Türkçü politikasının da reddedilmesi lazımdır.

Nitekim Tayyip Erdoğan, Rabia’dan sonra huy edindiği dört, dört, dört diye dörtlerken,”tek millet, tek devlet, tek bayraki, tek dil” diye ırkçı zihniyetini tekrarlamakla Kemalizmin bugünkü baş temsilcisidir.

Gelgelelim, sözünü ettiğimiz inkâr içeride işe yaramıştır., insanlar kuşaktan kuşağa Osmanlı+Purusya imparatorluklarının suçundan habersiz yetiştirilmişlerdir. Aynı tutumla dışarıda Türk diplomatları, resmi tarih madrabazları gülünç duruma düşüyorlar, alay konusu oluyorlar. 1915 sona ermiş değil.

HRANT DİNK, SEVAG BALIKÇI

2007’de Hrant Dink öldürülüyor. Daha once iki istihbaratçı Vali Muavininin odasında Hrant’ı “Ulu önder Atatürk’ün evlatlığı Sabiha Gökçen yetimhaneden alınmış bir Ermeni çocuğuydu” diyen haberini tekzip et diye tehdit ediyorlar.

Suikastten once kolluk birimlerinin (Trabzon, İstanbul Emniyetinin, Emniyet Genel Müdürlüğünün, Trabzon Jandarma Komutanının ve Jandarma Genel Komutanlığının) suikast yapılacağından haberi var, ama Devlet-i Âli (Yüce Devlet) cinayeti önlemiyor.

Suikastten sonra RamazanAkyürek adlı yüksek Emniyetçi korunuyor, İstanbul Valisi Muammer Güler, Em. Md. Cerrahoğlu korunuyor.

Güler once vali, sonra milletvekili, nihayet bakan yapılıyor. Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet vakasına kadar makamında kalıyor. Ramazan Akyürek 17 Aralık 2013 rüşvet-yolsuzluk operasyonundan görevinden sonra –Cemaatçi olduğu için– alınıyor.

Trabzon Jandarma Alay Komutanı Alb. Ali Öz adeta taltifen Bursa’ya tayin ediliyor.

Tetikçilerin davası 7 yıldır sonuçlanmıyor. İstanbul 5. No.lı Ağır Ceza Mahkemesinde 18 Nisan 2013’te tekrar başladığında, bakıyoruz tetikçi sanıklardan hiçbiri duruşmaya gelmemiş, avukatlardan da sadece biri var. İşte size devletin âliliği.

O kadar mı? Tabii ki değil: Er Sevag Balıkçı Soykırımın 95. yıldönümüne rastlayan 24 Nisan 2010 günü Batman’daki birliğinde ülkücü eğilimli Kıvanç Ağaoğlu tarafından kasten tüfekle öldürülüyor. [Tekrar hatırlayalım: Cinayet tarihi 24 Nisan.]

Askeri mahkeme kararında olayı kaza ve dikkatsizlik sayıyor, onu himaye etmiş üstü olan başçavuşu da koruyor.

[Sevag Türkiye Ermenilerinin büyük şairi Rupen Çilingiryan’ın kullandığın addı. Makriköy’de (Bakırköy) tabip-zabit olarak görev yaparken 24 Nisan 1915 akşamı birliğinden alınarak Çankırı’ya sevkedildi. Ağustos ayında şair Taniel Varujan ve diğer üç arkadaşıyla birlikte Ayaş’a götrülme gerekçesiyle yola çıkarıldılar, yolda öldürüldüler.]

* * *
24 Nisan sendromu seneden seneye her Nisan’da yaşanan
periyodik bir âraz olmaktan çıkmakta, kronikleşmekte (maraza dönüşmekte.) 1915’in 100. Yıldönümüne yaklaşırken bu marazdan nasıl kurtulacağız, ilanihaye böyle gitmeyeceğini ne zaman göreceğiz, bilemiyorum…. (Devam edecek)

http://www.sesonline.net/php/genel_sayfa_yazar.php?KartNo=58309&Yazar=Yal%E7%FDn+Yusufo%F0lu

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *