Türk resmi kurumlarının, mühtedi Ermeniler sorununa yaklaşımı

Ruben MelkonyanRuben Melkonyan

Ermenilerin İslamlaştırılması süreci ile mühtedi Ermenilere yönelik Türk devletinin siyaseti ve yaklaşımını incelediğimizde, bir süreklilik gözlemlemekte, hem Osmanlı İmparatorluğu’nda, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nde aynı siyasi çizginin devam ettiğini görmekteyiz. Bu açıdan, bu iki Türk devletlerinde Ermenilerin cebri İslamlaştırılması siyasetini, aynı mantık düzlemi ile zincir bağlamında görmek gerekir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun içişleri bakanı Talat, 1915 ortalarından başlayarak, farklı vilayetlere emirler yollayıp, Ermenilerin (genelde kadın ve çocuklar) belli şartlar altında İslam’ı kabul edip tehcirden muaf olmalarına izin vermekteydi. Lakin Talat, kısa süre içinde, güvenlik sorunlarından dolayı, Ermenilerin din değiştirmesini yasaklayıp sert sınırlandırmalar getirir. Genel olarak, Talat’ın emirleri, Ermenilerin ihtidası sürecini ne denli ayrıntılı takip edip tüm gelişmeleri kontrol altında tutmuş olduğunu göstermektedir. Talat’ın, Ermeni’lerin ihtidasıyla ilgili, 1915’in birkaç ayı sürecindeki emirlerini irdelediğimizde, içlerinde belirgin çelişkiler bulunduğunu görmekteyiz. Osmanlı Devleti’nin, Ermenilerin ihtidası talepleriyle ilgili, kendisi için en emin şıkkı bulmaya çalışmış olduğunu ve Talat’ın emirlerinden, yöneticilerin bir yol arayışı içinde olduklarını görmekteyiz[1]. Hükümetin, Ermeni’lerin önce din değiştirip, daha sonra ise tekrar Hıristiyanlığa döndükleri konusundaki eski tecrübeleri göz önünde bulundurarak, içişleri bakanlığı kanalıyla, belli bir zaman süresinde önce din değiştirmeyi yasaklayıp, daha sonra da İslamlaşmış Ermenileri de tehcir etme talimatı vermiş olmasını, bu sürecin bir parçası olarak kabul etmek gerekir[2]. Türk tarih yazımı, İslam’ı kabul etmek için başvurmuş olan Ermenilerin ricasının kabul edilip, bu kişilerin tehcir ve katliama maruz kalmamış oldukları konusunda uydurma bir tez ileri sürmektedir. Lakin kanıtlar, gerçekte böyle olmadığını ve ihtida etmek için başvuran Ermenilerin reddedildiğini ispatlamaktadır[3].

Belgeler, Talat’ın bazen şahsen farklı vilayetlere talimatlar yollayıp, Hıristiyan ve mühtedi Ermeniler arasında fark gözetilmemesini ve “Onlara da aynı şekilde davranılması[4] gerektiğini emrettiğini ispatlamaktadır. Böylece, artık resmi olarak Müslümanlaşıp dindaş olmuş Ermeniler de Müslümanlar tarafından katledilmekteydi. “Dindaş” Ermenilerin katledilmesi, örneğin Boğazlıyan kaymakamı Kemal Bey tarafından, kendisinin “dini” değil, “siyasi kanunla” hareket etmiş olduğuyla açıklamıştır[5].

Talat’ın yukarıda belirtilen emri, henüz tehcir edilmemiş Ermenilerin haricinde, tehcir yolunda bulunan ve hatta Arap vilayetlerine varmış olanlarla da ilgiliydi. Örneğin, 17 Aralık 1915 tarihinde Talat, Halep valisinin, tehcir edilmiş olan Ermenilerin İslam’a geçmek istedikleri konusundaki sorusuna, “Genel tehcirle çöle gitmekten kurtulmak düşüncesiyle İslam’ı kabul etmek isteyen Ermenilere, tehcir bölgesine vardıktan sonra İslamlaşmaları gerektiğini söyleyiniz”[6] diye cevaplamaktadır. Bilindiği üzere, Ermeniler, gerçekte herhangi bir yere varmaktan ziyade, yollarda kırılmak niyetiyle tehcir edilmekteydi ve bu emir Griger tarafından “Bu, ölümlerinden sonra İslam’a geçecekleri anlamındaydı”[7] olarak yorumlanmaktadır.

Ermenilerin cebri İslamlaştırılması sorununun, Genç Türklerin İttihat ve Terakki Partisi’nin “On emir” adlı ünlü belgesinin 5. maddesinde de yer bulmuş olduğunu belirtmek önemlidir. Bu madde, ihtida sürecine belli oranda belirginlik kazandırmaktadır. Talimatta şöyle belirtilmektedir: “Elli yaşın altındaki tüm erkekleri, din adamlarını ve eğitimcileri imha edin, kadın ve çocukları İslamlaştırın[8]. Sadece Müslümanlarla evlenen Ermeni kadınlarının ihtida edebileceklerine yönelik 1916 Martında talimat sunulduktan sonra, Talat’ın ve genel olarak Osmanlı üst düzey yöneticilerinin faaliyetlerinde, Ermenileri İslamlaştırma konusunda belli bir netlik oluştuğunu kanıtlamak mümkündür[9]. Belli bir süre sonra, İslamlaştırmaya tabi bir diğer grup da netlik kazanır, bunlar Ermeni çocuklardır. Böylelikle, 30 Nisan 1916 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’nun içişleri bakanlığı, Ermeni çocuk ve kadınlarıyla ilgili bazı vilayetlere ve kazalara şifreli bir mesaj yollar. Osmanlı arşivlerinde saklanan bu talimatın bazı noktalarını aşağıda alıntılamaktayız:

“1. Erkeklerinin tehcir edilmiş olduğu veya askerlik hizmetinde bulunduğu aileler, yabancılar ile Ermenilerin bulunmadığı köyler ve kasabalara dağıtılmalıdır.

2. Genç ve dul kadınlar evlendirilmelidir.

3. On iki yaşına kadar olan çocuklar bizim yetimhanelere dağıtılmalıdır.

4. Yetimhaneler kifayet etmediğinde, yerel adetlere göre eğitilmeleri için varlıklı Müslümanlara dağıtılmalıdırlar”[10].

Böylece, Osmanlı devlet mekanizmasının, İslamlaştırılmaya tabi hedef gruplarını netleştirdiğini ve bu yönde sistematik siyaset sürdürmeyi belirginleştirdiğini söyleyebiliriz.

Osmanlı yöneticilerinin, mühtedi Ermeniler konusunu sürekli olarak dikkatlerinin odağında tutmuş oldukları ve savaş durumuna rağmen vilayetlerden sürekli olarak Ermenilerin yerleşim yerleri ve sayılarıyla ilgili veriler talep ettikleri göze çarpmaktadır. Örneğin, 24 Ağustos 1916 tarihinde, merkezi yönetimin emriyle Osmanlı İmparatorluğu’nun eskiden Ermenilerle meskûn olan yerleşim yerlerinde, tek niyetinin mühtedi veya özel izinle tehcir edilmemiş Ermenilerin sayısını belirlemek olan bir sayım gerçekleştirilir[11]. Bu emirde, özellikle mühtedi Ermeni kadınlarının sayısının tespit edilmesi belirtilmekteydi. Bu sayımdan kısa bir süre sonra, 25 Eylül 1916’da, tüm vilayet ve kazalara gönderilen “acil” ibareli şifreli telgraf-emirlerle, istisnasız tüm Ermenilerin sayımı talep edilmekteydi. Tüm mezhepler (Ortodoks, Katolik, Protestan), haricinde, İslam’ı kabul etmiş olan Ermenilerin sayılması özellikle belirtilmekteydi[12]. Daha sonra, 1917’de, merkezi yönetimden vilayetlere yollanan yeni bir talimatla Ermenilerle ilgili ayrıntılı verilerin, aile isimlerinin, mahallelerinin, ev numaralarının, tehcire gönderilmeme sebeplerinin vs. “tek-tek” belirlenip rapor edilmesi talep edilir[13]. Osmanlı yöneticileri, 1918 baharında vilayetlere yolladıkları emirle sadece mühtedi Ermenilerin sayımının yapılarak isimlerini, ihtida nedenlerini ve İslam’ı kabul ettikten sonraki davranışlarının belirtilmesini talep eder[14].

Türk resmi tezinin aksine görüşlere sahip Türk tarihçi Taner Akçam, Ermenilerin cebri İslamlaştırılmasıyla ilgili olarak, Osmanlı yöneticilerinin, ilerde de anlaşılır olması için, mühtedi Ermenilerin özel işaretlerle belirtilmesini farklı sorumlulardan o yıllarda talep etmiş olduklarını belirtmektedir[15].

Bir diğer ayrıntıya değinmek yerinde olur. İçişleri bakanlığı, ihtida etmiş Ermenilerle ilgili yolladığı bir talimata istinaden, bu kişiler yerleşim yerlerini değiştirip, genel nüfusun en fazla % 5’ini oluşturacakları Müslüman köylerine yerleşeceklerdi[16]. Bu emrin amacı ve mantığı, Ermenilerin, ihtida ettikten sonra, milli benliklerini koruma imkânına sahip olmayıp, yoğun Müslüman ahalinin arasında asimile olmalarıydı. Bu emirle ilgili verilere, daha sonraları, İttihatçıların yargılanmaları esnasında da rastlamaktayız. Örneğin, cani Kemal Bey, Yozgat Vilayeti ve Boğazlıyan Sancağı’nda tehcir edilmemiş Ermenilerin kalıp kalmadığı konusundaki savcının sorusuna, “Hem Yozgat Sancağı’nda, hem de Boğazlıyan Kazası’nda tehcir edilmeyen Ermeniler kaldı. Bunlar, İslam köylerine dağıtıldı. Erkeklerin sayısı azdı, büyük bir kısmı kadın ve çocuklardı. İçişleri bakanlığı, bunların İslam köylerine dağıtılması konusunda emirler yollamıştı”[17],- diye cevaplandırmıştır.

Talat’ın, mühtedi Ermenilerle ilgili aşırı temkinliliğini, bu insanların “gerçek Müslüman” olma durumunun o zaman olduğu gibi, daha sonra da şüpheyle karşılanmakta olduğundan dolayı, derin güvensizlik duygusuyla açıklamak mümkündür. Ermeni Soykırımı yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunan Alman ordusu subayı W. Hoffmann, Talat’ın ve Türk devlet mekanizmasının endişelerinin sebepleriyle ilgili ilginç gözlemlerde bulunmuştur, “Tüm bunların neticesinde, Müslüman Ermeniler günümüzde fikren ve duygusal olarak Ermeni kalmışlarsa (ve sadece günümüz nesilleri açısından değil), değişime uğramış Müslümanlar olarak, tam da daha az belirgin olmalarından dolayı Türk halkı için daha da tehlikeli olacaklardır”[18].

Tehcir edilerek, bir şekilde katliamdan kurtulabilen ve Arap vilayetlerine ulaşan Ermenilerin, orada da belli bir süre cebri ihtidaya maruz kalmış olduklarını ayrıca belirtmek gerekir.

Suriye ve Lübnan’a yerleşen göçmen Ermenilerin müfettişi Hasan Amca’nın anılarında, tehcir edilen Ermeni’lerin cebri İslamlaştırılmasıyla ilgili verilere rastlamaktayız. Böylece, görevine yeni tayin edilen Hasan Amca, seleflerinden, Ermenilere yönelik uygulanacak olan siyaseti öğrenir, “Az sonra vekil geldi. Yeni tayinimi tebrik etti. Sözünü sürdürerek, tehcir edilen tüm bu insanların Müslümanlaştırılacağını anlattı, ihtida etme önerilerini birçok kez reddetmiş olan bir papazı ise açlıktan öldürdüler”[19].

Arap vilayetlerinde bulunan, tehcir edilmiş Ermenilerin cebri İslamlaştırılması konusu da İttihatçı liderlerin denetimi ve dikkatleri altında bulunmaktaydı. Soykırım yıllarında Cemal Paşa’nın sekreterliğini yapan Türk yazar Falih Rıfkı Atay bu konuda ilginç veriler sunmaktadır. Atay’ın anlattığına göre, üst düzey İttihatçılardan teşkil edilen bir komisyon, Arap vilayetlerine tehcir edilmiş Ermenilerin konusunu görüşür, “Ermenilere, toprak ve ev verilmesi şartıyla İslamlaştırılmaları için bir komisyon dahi düzenlenmişti. Bu komisyon, bir keresinde benim odamda toplantı yaptı[20].

Ünlü Ermeni yazar, Soykırım’dan hayatta kalmış Yervand Otyan, tehcir edilmiş Ermenilerin ihtidasının gerçek resmini sunmaktadır. Otyan’ın sunduğu veriler de, Ermenilerin, tehcir bölgesindeki ihtida sürecinin İttihat ve Terakki Partisi’nin yerel sorumluları tarafından yönetilip düzenlendiğini kanıtlamaktadır. Ermenilere yönelik zorlama metotları aynıydı, İslam’ı kabul etmeme durumunda tekrar Arap çöllerine, yani ölüme tehcir. Yervand Otyan’a göre bu tehdit mülteci Ermenilere etki eder, “Dört-beş gün sonra, Hama’da bulunan beş bin mülteci Ermeni bu şekilde İslamlaştı[21]. Bu arada, bu mühtedilerin içinde Otyan’ın da bulunduğunu belirtmek gerekir.

Karen Khanlaryan’ın kitabında son derece ilginç bir veriye rastlamaktayız. Bu çalışmada, 1919 yılı sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun içişleri bakanlığı tarafından tüm vilayetlere gizli bir bildiri yayınlanıp, tehcir edilmemiş veya daha sonra eski yerlerine dönmüş olan tüm Ermenilerin İslamlaştırılması talimatı verildiği belirtilmektedir. Bu insanlar, ancak bu durumda mallarına sahip olabileceklerdi[22]. Bu ise, cebri İslamlaşmanın, devletin durumundan bağımsız olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi siyasetinin önemli unsurlarından biri olmaya devam ettiğinin tartışmasız bir kanıtıdır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yenilmiş ve ağır şartlar altında bulunan Osmanlı Devleti dahi, seleflerinden devralmış olduğu siyasetten vaz geçmemişti.

Cebren İslamlaştırılmış Ermenilerin sayısı, içlerinde yaşanan süreçlerin takip edilmesi sorunları, Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin de dikkatlerinin odağında bulunmuştur. Bu açıdan, tarih sahtecisi Yusuf Hallaçoğlu’nun ünlü açıklamasının bir noktası dikkate değer. Tarih sahtecisi, açıklamasında, Ermeni mühtedilerin titizlikle hazırlanmış listelerine sahip olduğunu bildirmekte, dahası, “Devlet, bu adamları ev-ev dolaşıp kaydetmiştir[23],- demektedir. Konu, Hallaçoğlu’nun kesin bir kaynak bildirmekten kaçınmasından dolayı daha ilginç bir vurgu almaktadır. Haliyle, devletin bu insanları kaydetmesi durumunda, bu işlemin devlet kanalları ve onlara teslim edilen işlevler aracılığıyla gerçekleştirilmiş olmalıdır. İnsanları kaydetmenin en basit  şekli ise sayımdır. Türkiye’deki ilk sayımın 1927 yılında gerçekleştirilmiş olduğu bilinmektedir, bundan sonra ise, 1935 yılından başlayarak, beş yılda bir sayım yapılmasına karar verilir. Lakin Türk kaynaklarında, daha 1935 yılında çifte sayımların gerçekleştirilmiş olduğunu kanıtlayan verilere rastlamaktayız. Örneğin, TBMM kayıtlarında bulunan kanıtlar, meclisin 29 Mayıs 1934 yılında, 1935 yılında sayım gerçekleştirilmesini öngören 2465 No’lu kanunu kabul etmiş olduğunu göstermektedir. Lakin dikkat çekici olan nokta, aynı meclis tarafından yaklaşık bir ay kadar sonra, aynı yılın 15 Haziranında yürürlüğe giren, “gizli nüfus” sayımıyla ilgili 2576 No’lu kanunu kabul edilmiş olduğudur[24]. Böylece, iki çeşit sayım gerçekleştirilmiş ve “gizli nüfus” sayımı Temmuz 1935’te, “genel sayım” ise aynı yılın Ekim ayında sona ermiştir. Belirtilen kanun, 12 maddeden ibaret olup, ilk madde, herkesin 1,5 ay içinde evlerinde veya idareleri altında bulunan gizli nüfus hakkında bilgi vermeleri talep etmekte, dördüncü madde ise, doğru bilgi vermeyenler hakkında 1-10 lira ceza öngörmekteydi. Tabiidir ki, “gizli nüfus” sayımı gerçekleştirmek konusundaki resmi sebep hayli mantıklı olup, bu sayımların, gerçekten de salt nüfusun gerçek sayısını belirlemek amacı taşıdığını gözardı etmemekteyiz. Lakin “gizli nüfus” sayımları esnasında, Müslümanlara sığınmış veya daha sonra İslam’ı kabul etmiş olan Ermenilerin sayısının da ayrıca tespit edilmemiş olduğunu sanmak saflık olurdu. Özellikle Dersim Vilayeti’nde yaşayan mühtedi Ermeniler hakkında devletin ayrıntılı bilgi toplamasının, kanımızca kesin amaçları vardı. Türkiye’de yaşayan Ermenilerin, açık, gizli veya İslamlaşmış olsun, her zaman devletin ciddi kontrolü altında bulundukları ve potansiyel tehlike olarak algılandıkları tartışılmazdır.

Hedef kitlesi olan Hıristiyan Ermenilerden sadece küçük grupların kalmış olmasından dolayı, Türkiye Cumhuriyeti’nde Ermenilerin cebri İslamlaştırılmasına yönelik resmi politikanın, daha az bir yoğunlukla olmakla birlikte, devam etmiş olduğunu belirtmek gerekir. Bu politikayla ilgili bazı bölümler bazen basının sayfalarına yansımakla birlikte, özellikle coğrafi dağılımı üzerine eğilerek, geçen yüzyılın ortalarında Sasun’da, Ermenilerin artıklarına karşı uygulanmış olan İslamlaştırma politikasının bazı unsurlarını ortaya koymak istemekteyiz. Konuyla ilgili kanıtların, yerinde yapılan araştırma çalışmaları ve şahıslarla görüşmeler sonucunda tarafımızdan kaleme alınmış olduğunu belirtmek gerekir. Kanıtlar, özellikle doğu bölgelerinde, yani tarihi Ermenistan bölgesinde kalmış olan Ermenilere yönelik Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin, genelde Osmanlı İmparatorluğu yıllarında gerçekleştirilenden pek farketmeyen ve içinde tehcir, sürgün, cebri İslamlaştırma unsurları barındıran bir resmi politika gerçekleştirmiş olduklarını göstermektedir. Bu siyaset bütüncül bir şekilde çalıştırılmış ve en önemli unsurlarından biri, tarihi Ermenistan bölgesinde kalmış olan Ermenilerin cebri İslamlaştırılması olmuş, fakat bu yönde farklı yöntemler uygulanmıştır.

Sasun’da hayatta kalmış olan Ermeniler hakkında konuşurken, farklı kaynaklarda, Sasun’da, Ermeni Soykırımı esnasında cebren İslamlaştırılmış ve içlerinden bir kısmının gizli Hıristiyan olduğu Ermenilerin bulunduğunu kanıtlayan bölük-pörçük verilerin bulunduğunu belirtmek gerekir. Lakin, Sasun’da Hıristiyan Ermenilerin de varlıklarını sürdürdüğü ve bu insanların kurtuluş yollarının farklı olduğunu gösteren kanıtlar da mevcuttur. Bilindiği gibi, Ermeni kültür anıtlarının imhasının (kültürel soykırım), Ermeni Soykırımı’yla paralel yürütülmüş olup, 1915 yılından sonra tarihi Ermenistan bölgesinde yarı-yıkık veya tamamen imha edilmiş kilise ve manastırlarda Ermeni din adamının varlığı imkânsız olmuştu. Sasun’un hayatta kalmış olan Hıristiyan Ermenileri, bu şartlar altında dini vecibelerini yerine getirmek konusunda ciddi engellerle karşılaşmışlardır. Lakin Ermeni din adamının olmaması durumunda dahi Sasunlular arasında, farklı zorluklarla nesillere aktarmaya başardıkları bazı Hıristiyanlık unsurları günümüze kadar ulaşmıştır. Bunun en belirgin göstergesi, her yıl Temmuz ayında Maruta Dağı’nın Surb (Aziz-çev. notu) Astvadsadsin manastırının harabelerine düzenlenen ziyaret, mum yakma, kurban kesme vs. törenleridir. Soykırım sonrasındaki yıllarda Hıristiyanlıklarını korumuş olan Sasunlulara Ermeni din adamı sağlanmamış olmasının, sadece Ermeni patrikhanesinin ilgisizliğinden kaynaklandığını söylemek saflık olurdu tabii. Sıkı devlet denetiminin, Ermeni din adamlarının tarihi Ermenistan bölgelerine  ziyaretine izin vermemiş olduğu bilinmekle birlikte, az sayıdaki gizli ziyaretleri de her zaman baskı ve şiddet olayları izlemiştir.

Benzer şartlar altında varlığını sürdürmüş olan Hıristiyan Sasunlulara karşı, 1950’li yıllardan itibaren İslamlaştırılma dalgası başlatılır. 1950’lerin sonunda, İslam’ı kabul etmeleri konusunda farklı bakanlıklar tarafından Ermenilere yapılan çağrı-talep, Sasunluların bir kısmında infialle karşılanır ve dayatılan ihtida reddedilir. Lakin baskılar sürer ve işe güvenlik güçleri katılır. Tüm bunların sonucunda Hıristiyan Ermenilerin bir kısmı, en azından dış görünüşe göre, boyun eğer ve İslam’ı kabul eder. Türk devleti, baskı metotlarıyla birlikte, daha başka metotlar da işletir ve din adamının olmadığı Ermeni köylerini sık-sık Müslüman din adamları ve şeyhler ziyaret etmeye başlar ve düğün ile cenaze gibi işlemlerin yapılabilmesi için, yerel halkı gönüllü olarak İslam’ı kabul etmek için ikna etmeyi dener. Dini önderden yoksun olan Ermeniler mecburen bu adıma başvurur ve bu metot da netice verir. Lakin dikkat çekici olan, konuştuğumuz kişilerin belirtmiş olduğuna istinaden, soydaşlarının ihtida etmesinin diğer Ermeniler tarafından hoş görülmemiş olduğu ve mühtedilerin açıkça tenkit edilmiş olduklarıdır, bu durum bazen İslamlaşma sürecinin durmasına veya oranlarının azalmasına yol açmıştır. Farklı kaynaklarda belirtilen verilere istinaden, daha geç dönemlerde, örneğin 1980’li yıllarda da bu bölgelerde Ermenilerin İslamlaşması olayları kaydedilmiştir. Süregelen baskılar, hayatta kalan Sasunlu Ermenilerin bir kısmını İstanbul’a yerleşmeye mecbur etmiş, bir kısmı Türk devleti ve oluşturulan durum tarafından dayatılmış olan dini kabul etmiş ve bunların bir kısmı gizli Hıristiyanlara dönüşmüştür.

Bilindiği gibi, 12 Eylül 1980 tarihinde bir askeri darbe gerçekleştirilip, iktidar üst düzey askerlerden oluşan Milli Güvenlik Konseyi’nin eline geçmiş, bu konsey her bölgede, sınırsız yetkilerle donatılmış Olağanüstü Hal komutanları tayin etmiştir. 8 Eylül 1982 tarihinde, Olağanüstü Hal kumandanlığı, bölgelerinde Ermeniler veya Ermeni asıllı kimselerin bulunup bulunmadığını kontrol etmesini ve var oldukları durumda bunların kaydedilerek kontrol altına alınmasını güvenlik birimlerinden talep eder. Türkiye’de yayınlanan “Radikal” gazetesi, Türk güvenlik birimlerinin eski bir çalışanının itiraflarına yer vermiştir. Bu itirafnamede özelikle şu vurgulanmaktadır, “Olağanüstü Hal komutanlığından bize yazılı bir emir geldi. Sorumluluğumuz altında bulunan bölgeyi inceledik, Ermeni orijine sahip vatandaşların olup olmadığını sorduk. Olağanüstü Hal dönemiydi, herkes korkuyordu ve Ermenilerin “ayrılıkçı” olarak kabul edildiklerinden dolayı, var oldukları yerlerde kimse onları saklamaya cesaret etmiyordu[25]. Benzer talimatların Türkiye Cumhuriyeti tarihinde tekil olmadığını ve farklı dönemlerde tekrarlanmış olduğunu eklemek gerekir.

Türkiye siyasetinin günümüz eğilimleri hakkında konuşurken, son zamanlarda, özellikle ülkenin doğusunda, daha çok Kürtlerle meskûn olan bölgelerde Türk yöneticilerinin sürdürmüş olduğu etnosiyasette yeni, ilginç ve aynı zamanda tehlikeli unsurlar görülmektedir. Örneğin, Kürt taleplerinin en önemli argümanlarından biri, Türkiye’nin doğu bölgelerinde kesin çoğunluk teşkil etmeleri ve görünüşe göre bu bölgelerin katışıksız Kürt bölgeleri olmasıdır. Bu durum tabii ki Osmanlı yöneticilerinin yürütmüş oldukları soykırım siyasetinin sonucunda, yerel halkı teşkil eden Ermenilerin imha veya asimile edilmesi neticesinde oluşmuştur. Lakin günümüzde, Türkiye yöneticileri, bu yerlerin “katışıksız Kürt bölgeleri” olduğunu zan altında bırakmaya çalışmakta ve bu amaca ulaşmak için cebren İslamlaştırılmış Ermeniler faktörünü kullanmaya çalışmaktadır. Türk basınında ve Türk resmi tarihçileri tarafından bir süredir, Türkiye’nin doğu bölgelerinde çok sayıda mühtedi Ermeni’nin yaşadığı fikri dolaşıma sokulmaktadır. Genelde menfi yaklaşımla yapılan bu açıklamaların belli bir kısmı gerçeğe uygun olmakla birlikte bu durum bazı Türk kurumları tarafından çoktandır bilinmekte ve bu Ermeni kalıntılarını tüm imkânlarla kontrol altında tutmaya ve nihayi asimilasyona ulaştırmaya çalışmaktaydılar. Bu konuda tam anlamıyla başarıya ulaşamayan Türk yöneticiler, günümüzde bu durumdan yarar sağlamaya çalışmaktadır. Tarihi Ermenistan’ın farklı kısımlarında yaşayan cebren ihtida etmiş Ermenilerin, Türk yöneticilerinin, en azından sessiz mutabakatı şartlarında, organize olma ve aktifleşme denemeleri (örneğin Dersim’de olduğu gibi) gerçekleşmektedir. Bu durum tabii ki bizim için sevindirici bir gelişmedir, fakat konuyu diğer öğeleriyle birlikte incelemek gerekir. Türk yöneticiler, tarihi Ermenistan’da var olmayı sürdüren Ermenilerin kalıntıları konusunu aktifleştirerek, bu bölgelerin “katışıksız Kürt bölgeleri” olmayıp daha farklı etnik grupların da var olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Kanımızca, Ermeni kiliselerini restore etme denemeleri de aynı sorun bağlamında belli bir yere sahiptir. Bu insanların Kürtler tarafından rakip olarak görülebilmeleri olası olduğundan, tüm bunlar sayesinde tabii ki Kürtler ve mühtedi Ermenilerin ilişkilerinde de gerginlik oluşması ve öngörülmeyen sonuçlara vaılması mümkündür. Lakin şu an için, Ermeni varlığının yeniden uyanışıyla ilgili belli-belirsiz denemelerin olumlu karşılandığı ve bazen Kürtler tarafından da cesaretlendirildiğini kaale almak gerekmekle birlikte, olası tehlikeli gelişmeleri de hesaba katmak gerekmektedir.

Böylelikle, Ermenilerin cebri İslamlaştırılması ve mühtedi Ermenilere yönelik gerçekleştirilen metotların Türk devleti tarafından hazırlanan ve farklı yıllarda gerçekleştirilen siyasetin mihenk taşı niteliğindeki noktaları olduğunu ve bu durum için ne devletin dış ve iç durumu, ne de imparatorluktan cumhuriyete geçiş gibi, devletin yönetim şeklinin değişiminin engel oluşturduğunu söylemek mümkündür. Etnik yönelim günümüzde de Türk iç siyasetinde önemli bir yer tutmakta ve yeni yaklaşımlar gözlemlenmektedir. Bazen dış görünüş itibarıyla olumlu etki bırakmakta, fakat aynı zamanda da bunların tuzakları ve tehlikelerini gözden ırak tutmamak gerekmektedir.

Türkçeye çeviren: Diran Lokmagözyan

Akunq.net


[1] Melkonyan R., Soykırım yıllarında Ermenilerin cebri İslamlaştırılması, süreci ve sonuçları (Erm.), Yerevan, 2010, s.15.

[2] Atnur İ., Türkiyede Ermeni kadınları ve çocukları meselesi (1915-1923), Ankara, 2005, s. 29.

[3] Kirakosyan C., Birinci Dünya Savaşı ve Batı Ermenileri (Erm.), Yerevan, 1967, s.365.

[4] A.g.e., s.387.

[5] A.g.e., s.164.

[6] Griger, “Yozgat Ermenileri katliamının belgesel tarihi”, New York, 1980, s.170.

[7] A.g.e., s.170.

[8] Dadrian V., Genç Türk ittihadcıları gizli konferansı ve I. Dünya savaşı Ermeni soykırımı kararı; Dadrian V., Türk kaynaklarında Ermeni soykırımı (toplu makaleler 2), İstanbul, 2005,  s. 335.

[9] Dündar F., Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918), İstanbul, 2008, s. 303.

[10] Özdemir H., Cemal Paşa ve Ermeni Göçmenler: 4. Ordu’nun İnsani Yardımları, İstanbul, 2009,  s. 185.

[11] Dündar F., Modern Türkiye’nin Şifresi: İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918), İstanbul, 2008, s. 145.

[12] A.g.e., s.322.

[13] A.g.e., s.145-146.

[14] A.g.e., s.323.

[15] Türker Y., Hepimiz maalesef Ermeniyiz!, Radikal, 27.08.2007.

[16] Griger, belirtilen çalışma, s.162.

[17] A.g.e., s.419-420.

[18] Khanlaryan K., Türkiye Cumhuriyetinde Ermeni halkının etno-dini yeniden yapılanması (1923-2005) (Erm.), Antilias, 2009, s.34.

[19] Amca H., Tehcir ve imha (Erm.) (Osmanlıcadan çeviren A. Avagyan), Yerevan, 2007, s.31.

[20] Atay F., Zeytindağı, İstanbul, 1989, s. 75.

[21] Otyan Y., Lanetli yıllar (1914-1919) şahsi anılar (Erm.), Yerevan, 2004, s.233.

[22] Bk., Khanlaryan K., Türkiye Cumhuriyetinde Ermeni halkının etno-dini yeniden yapılanması (1923-2005) (Erm.), Antilias, 2009, s.39-40.

[23] Özgür B., Halaçoğlunun listesi 1935teki “gizli’ nüfus sayımdan mı cıktı, Referans, 08.09.2007.

[24] A.g.e.

[25] Işık T., Ermenileri fişleyin, Radikal, 4.10.2007.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *