Tarih doktoru
İmparatorluğun nihai çöküşle karşı karşıya bulunmasından dolayı, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki ateşkes döneminde hızla değişen hükümetlerin Ermeni Soykırımı sorumlularını açığa çıkarma ve mahkûm etme girişimlerinin ardında, öncelikle barış antlaşması maddeleri ile galip devletlerin yaklaşımını yumuşatma arzusu yatmaktaydı.
Özellikle, uluslararası toplumun suçluları beynelmilel bir mahkemeye teslim etme talebi, Türkiye üzerinde büyük bir etki yaratmıştı. Böylelikle, sesini ilk yükseltenler arasında ünlü Alman bilim adamı, şarkiyatçı Josef Markward, kendi ülkelerinde sığınma bulan “toplu katliamların sorumluları Enver ve Talat’ın, uluslar arası mahkeme tarafından yargılanmaları koşuluyla…” adalete teslim edilmesinin hükümetten talep edilmesi konusunda Alman halkına çağrıda bulunur[1].
Fransız tarihçi Jacques de Morgan da benzer bir taleple ortaya çıkar[2]. Johannes Lepsius, Armin Wegner, Antoine Meyer, René Pinon, Arnold Toynbee, Valeri Brüsov, Henri Morgenthau ve benzer, farklı milletlere ait ünlüler, telin edici sert makaleler ve çalışmalarla seslerini yükseltirler[3].
Belirtmek gerekir ki, daha Birinci Dünya Savaşı yıllarında Batı Ermenilerinin toplu tehciri ve katliamı haberleri tüm dünyaya yayılıp Fransa, Büyük Britanya ve Rusya hükümetleri nezdinde müttefik devletler, 24 Mayıs 1915 tarihinde Babıâli’ye protesto notası yollayarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu yeni caniliklerinin insanlığa ve medeniyete karşı olduğunu ve bunlarla ilgili olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm fertleri ile katliamlara katılmış olan yerel yöneticilerini sorumlu kabul edeceklerini açıklamışlardır[4].
Birinci Dünya Savaşı sonrasında müttefik devletler, katliamların sorumlularına yönelik uluslar arası adalet prensiplerini uygulamaya çalışır, fakat daha sonraki aylarda bu girişim giderek zayıflar ve nihayetinde siyasi oyunların kurbanı olur.
Osmanlı İmparatorluğu padişahı sultan Mehmet II. Vahdettin (1918-1922) ile sık-sık değişen hükümet temsilcileri, uluslar arası toplumun baskılarına boyun eğerek, Birinci Dünya Savaşı yıllarında gerçekleştirilen canilikleri, özellikle de Ermenilerin tehcir ve katliamı sorumlularını cezalandırmak için acele ederler. Aralık 1918 tarihinden itibaren yönetime gelmiş olan hükümetlerin bünyesinde, İttihatçıların rakibi ve savaş yıllarında takibata uğramış olan Hürriyet ve İtilâf Partisi üyelerinin yer bulmuş olması da bu konuda önemli bir rol oynamıştır.
Ahmet İzzet Paşa, başbakanlığı döneminde, içişleri bakanı Fethi Okyar vasıtasıyla Ekim 1918 tarihinde, savaş yıllarında Ermenilere karşı gerçekleştirilen suçlarla ilgili, imparatorluğun tüm bölgelerine gönderdiği bildiride, “şüphelilerin makamı ve konumundan bağımsız olarak” soruşturmaların gerçekleştirilmesi gerektiği vurgulanmaktaydı[5].
Ermeni Soykırımı sorumlularının Osmanlı İmparatorluğu’nda soruşturulması, üç farklı soruşturma komisyonları tarafından aynı zamanda yürütülmekteydi. Arap asıllı milletvekili Fuat Bey’in önergesiyle Divaniye’den seçilen Osmanlı meclisinin Beşinci Şube’si tarafından gerçekleştirilen soruşturmalar, bu komisyonların içinde en tanınmışıydı.
Osmanlı meclisi vekillerinden, meclisin içtüzüğüne istinaden beş komisyon faaliyet göstermekteydi. Bu beş komisyonlardan biri, her bir oturumun başında yapılan çekilişle oluşturulan yüksek mahkemenin görevlerini üstlenmekteydi[6]. Fuat Bey tarafından sunulan önergeyle, Sait Halim ve Talat Paşa hükümetlerinin Divan-ı Ali’ye teslim edilmesi öngörülmekteydi. Mecliste gerçekleştirilen çekilişle, Beşinci Şube olarak anılan komisyon kurulur ve bu yönde soruşturma yürütme görevini üzerine alır[7].
Fuat Bey tarafından takdim edilen ve “sebepsiz yere ülkeyi savaşa sokma” ve daha başka suçlamalar barındıran 10 maddeden oluşan öneride, Ermenilerin tehciri konusu (Ermeni Soykırımı) 5. ve 10. maddelerde ele alınmıştı. 5. madde “hukuki ve insani kanunlar ve özellikle de anayasamızın ruhuna tamamen aykırı olan geçici kanunlar, emirler ve maddeler yayınlayarak ülkeyi bir felaketler sahnesine çevirdiler” şeklinde düzenlenmiş, 10. maddede ise, “Ülke içinde kargaşa düzenleyerek can, mal ve namus dokunulmazlığına kastetmiş olan bazı çetelere destek vererek, onların gerçekleştirdiği trajedilere katıldılar”,- diyerek kesin bir isim vermeden, Ermenilerin tehciri ve imhası konusunda önemli bir rol oynamış olan Teşkilat-ı Mahsusa belirtilmekteydi[8].
Çalışmalarına 1918 Kasımında başlayan Beşinci Şube’nin başkanlığına Abdullah Azmi, sekreterliğine ise Şemsettin Bey seçilir. Komisyon üyelerinin büyük bir bölümü Türklerden oluşmuş olmasına rağmen Ermeni, Rum ve Arap mebuslar da dâhil edilmişti[9]. Komisyonda, aslında sanık sandalyesine oturması gereken kişilerin var olduğunu da belirtmek gerekir[10]. 7 Aralık 1918 tarihine kadar süren 15 oturum esnasında 15 bakan, bir başbakan (Sait Halim Paşa) ve iki şeyhülislam sorgulanır.
Büyük bir çoğunluğu İttihatçılardan oluşan Beşinci Şubenin üyeleri[11], Ermeni tehciri ve katliamlarıyla ilgili sorular sormaktan çekinip, bu işi Arap milletvekillerine devretmekteydi. Her halükârda, tüm sorgulananlara, Fuat Bey’in önermiş olduğu 10 nokta üzerinden kurulan aynı sorular soruluyordu.
Savaş zamanında yönetimde bulunan hükümet üyeleri, bu sorgulama esnasında doğru cevaplar vermekten kaçınıp yalan konuşarak, hükümetin tehcirden haberdar olmadığını iddia edip, Ermeni tehcirini “askeri önlemler” veya gereklilikler olarak gerekçelendirmeye çalışmalarına rağmen, sorgulama esnasında bazı itiraflar da gerçekleşmiştir. Örneğin, adalet bakanı İbrahim Bey, tehcir ameliyesinin “tehcir hakkında” kanunun kabulünden çok daha önce başlamış olduğunu belirtir[12].
Komisyon, sorgulanan bakanların yorumları ve itiraflarına, içlerinde katliamlarla ilgili çok gizli emirlerin de bulunduğu çok sayıda belgeyi de ekler. Bu belgeler daha sonra askeri mahkemelerin savcılarına teslim edilir[13]. Beşinci Şube tarafından gerçekleştirilen sorgulamanın nihai amacı, şüphelileri Divan-ı Ali’ye teslim etmektir ve bu konuya meclis oylamasıyla karar verilir, fakat meclis, 21 Aralık 1918 tarihinde padişah fermanıyla feshedildiğinden dolayı, sorgulamaya tabi tutulanların meclis kararıyla yüksek mahkemeye intikal edilmeleri imkânsızlaşır[14]. Beşinci Şube tarafından gerçekleştirilen sorgulamaların tutanakları, 17 Mart 1919 tarihinde, dönemin başbakanı Ferit Paşa’nın emriyle askeri mahkeme savcılarına teslim edilir[15].
Osmanlı İmparatorluğu içişleri bakanlığı tarafından oluşturulan ve Bitlis (Bağeş) valiliği görevinde bulunan Hasan Mazhar’ın başkanlığını yaptığından dolayı Mazhar Komisyonu olarak tarihe geçmiş olan Din Adına Yapılan Suçları Soruşturma Komisyonu (Tedkîk-i Seyyi’ât/Tahkîk-i Seyyi’ât Komisyonu) da Ermeni Soykırımı sorumlularını bulma yönünde önemli sorgulamalar gerçekleştirmiştir.
Davalardan önceki sorgulamalar genelde bu komisyon tarafından gerçekleştirilmiştir. Komisyonun resmen 23 Kasımda oluşturulmuş, fakat 13 Aralıkta çalışmalarına başlamış olduğundan dolayı, komisyonun oluşturulmasıyla ilgili haberler ancak 24 Kasım 1918’de Osmanlı basınında yer bulmuştur.
5 Aralık 1918 tarihinde Osmanlı hükümeti, yukarıda belirtilen komisyona ek olarak, yerinde soruşturma gerçekleştirme amacıyla adalet ve içişleri bakanlıkları üyelerinden oluşan karışık komisyonların meydana getirilmesine karar verir. Belirtilen soruşturma komisyonları, polis bünyesine dâhil olmakla birlikte bağımsız olarak çalışacaktı[16].
Mazhar’ın başında bulunduğu komisyonun üyeleri arasında adalet bakanlığı hukuk işleri başkan yardımcısı Haralambos, müfettişler Emin Hüsnü ve Ömer ile İstanbul temyiz mahkemesi üyesi Artin Mostiçyan bulunmaktaydı[17].
Suçları soruşturma komisyonuna, Osmanlı ceza mahkemeleri kanunu maddelerine istinaden, şüphelileri tutuklama hakkı da dâhil olmak üzere, geniş salahiyetler verilmişti[18].
Mazhar komisyonu, bazı ek girişimlerde de bulunmuştur. Örneğin, bu soruşturma komisyonu hükümete resmen başvurarak, savaş zamanı gerçekleştirilen caniliklerle ilgili ateşkes dönemi gazetelerinde yayınlanan tüm yazıların basın ofisi tarafından derlenmesini talep eder.
Komisyon, özellikle Türk ve diğer milletlerden Müslüman görgü şahitlerinin tanıklıklarına önem vermekteydi[19].
Komisyon, ülkenin savaşa sürüklenmesi ve Teşkilat-ı Mahsusa ile ilgili konuların da dâhil olduğu 10 basılı soru yönelterek, içlerinde 26 meclis üyesinin de olduğu birçok kişiden yazılı ve sözlü ifade alır.
130 kişiyle ilgili dosya hazırlanır ve bu kişilerin soruşturmaya maruz kalması talep edilir[20]. Mazhar komisyonu, iki aylık bir sürede, Ermenilerin katliamlarıyla ilgili, içlerinde şifreli telgraflar[21], resmi yazışmalar, talimat ve emirler ile görgü şahitlerinin tanıklıklarının da bulunduğu çok sayıda suç kanıtı elde eder.
Şahitler, ancak yemin ettikten sonra komisyona ifade vermekteydi[22].
Mazhar komisyonu, soruşturmaya başlamasından 3 hafta sonra, yargılamanın başlaması için yeterli kanıtlar elde etmiş olduğunu ilan eder.
Bu belgeler, 1919 Ocağında İstanbul askeri mahkemesine teslim edilir[23].
Lakin Birinci Divan-ı Harb-i Örfi, yukarıda belirtilen soruşturma komisyonu tarafından elde edilen verileri eksik telakki ederek, kendi 5 soruşturma komisyonlarını kurar ve bu komisyonlar da bir dizi ek veriler elde eder[24].
Tüm bu soruşturma komisyonları sayesinde elde edilen görgü şahitlerinin tanıklıkları, elde edilen şifreli telgraflar ve diğer kanıtlar, Ermenilerin tehciri ve toplu imhasıyla suçlananların soruşturmasını gerçekleştiren askeri mahkemelere teslim edilir.
Savaş yıllarında Ermenilerin tehciri ve imhasını düzenlemekle suçlananların ilk tutuklamaları 1918 yılının Aralık başlarında Ankara, Çorum ve Adana şehirlerinde gerçekleştirilir.
Tutuklular İstanbul’a sevk edilir.
Aralarında Jön Türk partisi liderleri, milletvekilleri, bölge sorumlu sekreterleri, üst düzey askerler ve daha başka görevliler bulunmaktaydı.
1919 yılının Ocak başlarında tutuklamalar daha yoğunlaşır ve 1919 Şubatına kadar sürer[25].
Daha Ocak ayı süresince 40 üst düzey görevli tutuklanmışken, Ocak sonlarında tutuklananların sayısı 112’ye ulaşır.
Şubat ayında da, hepsi de İttihatçı olan[26] ve içlerinde eski içişleri bakanı İsmail Canpolat, senato eski bakanı Hacı Adil, İttihat ve Terakki Partisi eski sekreteri Mithat Şükrü Bleda, mebuslardan Hüseyin Cavit Yalçın ile Ziya Gökalp gibi mebuslar ve eski bakanlar tutuklanır[27].
İstanbul’da tutuklananlar, “Bekirağa Bölüğü” olarak anılan ve askeri bakanlığa ait tutukevine gönderilir.
Daha sonraları Ermenilerin toplu imhasını düzenleme suçlamasıyla idam cezasına çarptırılan ilk devlet memuru olan Boğazlıyan kaymakamı Mehmet Kemal da onların arasındaydı.
Bu süre içinde Antant ülkeleri, 24 Mayıs 1915’te Babıâli’ye vermiş oldukları notaya sadık kalarak, savaş süresince işlenen cürümler ile özellikle Ermeni Soykırımı sorumlularını ortaklaşa yargılamayı denerler.
Böylece, Ocak 1919’te Paris’te gerçekleştirilen ön konferans sonucunda oluşturulan komisyon, savaş suçlularını bulma yetkisi elde eder.
“On beşler komisyonu” olarak da anılan “Üçüncü alt komisyon” organı tarafından, bu caniliklerle birlikte “savaş döneminde gerçekleştirilen barbarca ve hukuk dışı metotlar” da incelenmiştir.
Komisyonun, 5 Mart 1919 tarihinde vermiş olduğu tebliğde, savaş zamanında barışçıl halka karşı gerçekleştirilen sürekli terör, katliam, şahıs ve topluma ait mülklere el koyma ve yağmalama, tehcir ve zorunlu çalışmalar vurgulanmaktaydı[28].
Komisyonun son raporu, 29 Mart 1919 tarihinde okunur. Rapor, “insani kanunları veya savaş geleneklerini ihlal eden tüm düşman ülke vatandaşları adli soruşturmaya tabidir” yargısına varmaktaydı.
Raporda açıkça belirtilmemesine rağmen komisyon, Osmanlı İmparatorluğu’nun kendi Hıristiyan vatandaşlarına yönelik işlediği canilikleri gözetmekteydi.
İşbu komisyonun çalışmaları sayesinde Sevr Antlaşması’na, Ermeni katliamları suçlularının adli sorumluluğa çarptırılmasıyla ilgili 226., 228. ve 230. maddeleri eklenir[29].
Büyük Britanya, başlangıçta savaş suçlularını kendi mahkemelerinde yargılamayı düşünmekteydi[30]. Böylece, Büyük Britanya yüksek komiseri, 7 Ocak 1919’da Osmanlı İmparatorluğu dışişleri bakanı Mustafa Reşit Paşa ile birlikte yaptığı görüşme esnasında savaş suçlularını a. Savaş süresinde İngiliz esirlerine yönelik şiddet uygulayan ve b. Ermeni katliamları sorumluları olarak, iki kategoriye ayırır[31].
Lakin Fransa’nın görüşüne göre savaş suçlarını yargılama hakkı Türklerin olmalı, müttefik devletler ise sadece davaları kontrol etme hakkına haiz olmalıydı.
Fransa’nın, hem Jön Türklerin yargılanması esnasındaki, hem de daha sonra gösterdiği Türk yanlısı duruşu, Osmanlı borçlarının yaklaşık %60’ının kendisine ait olması olgusuna bağlı olduğu ve Fransa’nın, Osmanlı’nın borçlarını iade edecek olan bütüncül bir Türkiye’nin korunmasıyla ilgilendiğini belirtmek gerekir.
Büyük Britanya, Fransa’nın duruşuna rağmen konuyla ilgili görüşünü değiştirmez[32]. Osmanlı hükümeti, başbakan Tevfik Paşa nezdinde, 1919 Şubatı sonlarında İsviçre, Danimarka, İspanya, İsveç ve Hollanda gibi tarafsız ülkelere başvurarak, Ermenilerin toplu katliamlarının sorumlularını yargılamak için uluslar arası bir mahkeme kurmak amacıyla bu ülkelerden ikişer hâkim rica eder[33], fakat bu girişime Büyük Britanya engel olur[34].
5 Mart 1919’da Büyük Britanya yüksek komiserliği, amiral Web sayesinde Babıâli’ye, savaş suçlularının tutuklanmasıyla ilgili Britanya hükümetinin düşüncelerini iletir[35].
9 Mart 1919 tarihinde başbakan Damat Ferit Paşa, Büyük Britanya yüksek komiserliğini ziyaret ederek, İngilizlerin arzusuna istinaden hareket edeceğini açıklar[36].
Savaş yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetmiş olan hükümet üyeleri, aynı gün içinde, İngilizlerin talebiyle tutuklanır[37]. Tutuklamalar ertesi günü, 10 Martta hızla devam eder ve Sait Halim Paşa, şeyhülislam Musa Kâzım, İstanbul mebusu Salah Cingöz, senato başkanı Rıfat, içişleri bakanı Ali Münif, eğitim bakanı Şükrü, dışişleri bakanı Ahmet Nesimi, içişleri bakanı Fethi, Bolu mebusu Habib, Sinop mebusu Hasan Fehmi ve daha başka üst düzey görevliler tutuklanır[38].
Tutuklananlardan birçoğu İngiliz listelerine nazaran tutuklanmaktaydı[39]. Büyük Britanya hükümeti tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na teslim edilen ve suçlularla ilgili “kara” listeden, özellikle 15 Mart-7 Nisan 1919 tarihlerinde bir liste halinde verilen 61 kişinin ismini ayırmak gerekir. Bu kişiler Ermeni tehciri ve katliamlarından sorumlu tutulmaktaydı. ABD (5 kişi) ve Fransa (12 kişi) tarafından Türk hükümetine “kara” liste teslim edilmişti. Bu arada, Fransızların listesinde yer bulan tüm şüphelilerin isimleri, Yunus Nadi haricinde, Büyük Britanya’nın listesindeki şahıslarla uyuşmaktaydı. Konstantinopel (İstanbul-çev. notu) Ermeni patriği baş episkopos Zaven Ter-Yeğiayan ile Mıkhitaryan kardeşliği üyeleri tarafından da Ermeni katliamları sorumlularıyla ilgili Başbakan Damat Ferit’e liste verilmiş olduğunu da eklemek gerekir[40].
“Kara listeler” vasıtasıyla tutuklananların içinde İttihat ve Terakki Partisi’nin tanınmış üyelerinden maliye bakanı Cavit Bey, gazeteciler Yunus Nadi ve Celal Nuri, Ankara mebusu Hilmi, adalet bakanı İbrahim Pirizade, Çankırı mebusu Fazıl Berkin, parti merkez komitesi üyesi İzzet, dışişleri bakanı Halil Menteşe vd. vardı[41]. Ermeni tehciri ve katliamları suçlamasıyla içlerinde bakanlar, valiler, kaymakamlar, polisler ve jandarmaların da olduğu, toplam 300 kişinin tutuklanmış olduğunu belirtmek gerekir[42].
Tutuklananların büyük bir çoğunluğu “Bekirağa Bölüğü” olarak anılan askeri hapishanede tutulmalarına rağmen, sıkı denetim altında bulunmamaktaydı. Tutuklular, hapishane şartlarına benzemeyen hürriyete sahipti. Tutuklular, diğer hücrelere serbestçe girip çıkıyor, birbirlerini ziyaret ediyor, dava soruşturmasıyla ilgili birbirleriyle istişarede bulunuyorlardı. Ziyarete gelenler aranmıyor, ziyaretçiler gıda haricinde, tutuklulara farklı maddeler ihtiva eden paketler de getiriyorlardı[43]. Bu arada, Mustafa Kemal Paşa da sanıkları sık-sık ziyaret etmekteydi[44]. 15. Kolordu komutanı Kâzım Karabekir de tutukluları bir kere ziyaret etmişti.
İttihatçıların, milliyetçi hareket içinde oynamış oldukları rol göz önüne alındığında, bu tutukevi, yeni Kemalist hareketin merkezlerinden birine dönüşmüştü. Tutuklular, birbirleriyle konuşma, istedikleri kişiyi çağırıp bilgi alma imkânına sahipti. Halil Menteşe’nin anılarında yazmış olduğu gibi, soruşturmadan sorumlu görevliler, sık-sık tutukluları ziyaret edip sanıklarla görüşmelerde bulunmakta[45], tutuklulardan Celal Nuri’nin verilerine istinaden eski bakanlar kurulu, tutukevinde her akşam iki oturum yapmaktaydı[46]. Bu serbestlikler öncelikle Jön Türkler ve taraftarlarının harbiye, içişleri ve adalet bakanlıkları ile polis teşkilatında önemli mevkilere sahip olmasından kaynaklanmaktaydı. Örneğin Yunus Nadi’nin anılarında belirtmiş olduğu gibi, polis teşkilatında görevli İttihat taraftarlarından biri, tutuklamalar esnasında olayların gelişmesini takip edip günde 3-4 kere kendisini arayarak, öngörülen tutuklamalar hakkında bilgi vermekteydi, “Bu vaziyette şahsıma ait olan kısım için bir parola ittihaz etmiştik: “Hasta iyidir” demek, tehlike yoktur demekti. Hastanın halinde biraz düşüklük var demek, ihtiyatlı bulunmak lazım demekti. Hastanın hali kötüye gidiyor demek, tevkifimize teşebbüs olunacağının alameti idi”[47].
Gevşek tutukluluk şartları sonucunda, bazı firar olayları da gerçekleşir. “Bekirağa Bölüğü” tutukevinden ilk firarı, İttihat ve Terakki Teşkilatı’nın ilk 4 kurucularından biri olan[48], Ermenilerin katliamcılarından Diyarbakır valisi Doktor Mehmet Reşit gerçekleştirir[49]. İttihat ve Terakki Partisi genel sekreteri Mithat Şükrü Bleda’nın belirtmiş olduğu gibi, Reşit’in firarını düzenleyenlerin esas amacı, kendisini Anadolu’nun derinlerine ulaştırmak olmuş, fakat bazı dikkatsizlikler sonucunda bu plan suya düşerek[50], 6 Şubat 1919 tarihinde, polisler tarafından kuşatıldığı İstanbul’un Beşiktaş semtinde intihar etmiştir. 8 Ağustos 1919 tarihinde Enver’in amcası Halil ve ünlü İttihatçı Küçük Talat da firar eder[51].
Belirtilen dönemde Konstantinopel’de yayınlanan “Joğovurd” Ermenice gazetesine göre, İttihatçılardan Karamürselli Ali ve arkadaşları da hücreyi ateşe vererek bir firar denemesi gerçekleştirmelerine rağmen, ateş nöbetçiler tarafından söndürülür[52].
Doğrudan Ermeni katliamlarıyla suçlanan canileri yargılamak amacıyla askeri mahkemelerin kurulması konusundaki ilk girişim, tehcir suçlularının yargılanması için ülkenin farklı kesimlerinde askeri mahkemelerin kurulacağına dair 14 Aralık 1918 tarihinde padişah VI. Mehmet’in özel fermanının yayınlanmasından sonra kaydedilmiştir[53]. İmparatorluk, 10 soruşturma bölgesine ayrılır.
- Ankara, Bolu ve Kastamonu.
- Bursa ve Edirne vilayetleri ile Çatalca Sancağı.
- Trabzon Vilayeti ve Samsun Sancağı.
- Aydın Vilayeti ve Çanakkale ile Karesi sancakları.
- Konya Vilayeti ve Eskişehir, Kütahya, Karahisar ve Antalya sancakları.
- Sivas (Sebastia) Vilayeti ve Kayseri (Kesaria) ile Yozgat livaları (sancak).
- Erzurum (Karin), Van, Bitlis (Bağeş) vilayetleri.
- Diyarbakır ve Mamuret-ül Aziz (Kharberd) vilayetleri.
- Adana Vilayeti ve Maraş Sancağı.
- Urfa, (Der) Zor ve Antep sancakları[54].
Birinci Divan-ı Harb’i Örfi, 16 Aralık 1918 tarihinde toplanır. Mahkeme başkanı olarak Mahmut Hayret Paşa tayin edilir[55]. Osmanlı İmparatorluğu’nda askeri mahkemelerin faaliyeti, 1 Eylül 1910 tarihinde kabul edilen “Müsellah Çetelerin Tenkîli” (“Silahlı çetelerin ortadan kaldırılması”) kararıyla ilgili düzenlenmekteydi. Bu kararın 24. maddesine istinaden, askeri mahkemeler tarafından alınan kararlar, örfi idare kumandanlarının talimatı, idam cezalar ise padişahın onaylamasıyla kabul edilmekteydi[56].
Bu kararın 25. maddesine istinaden, askeri mahkemeler bir başkan, dört üye ile bir savcıdan oluşmalıydı. Başkan ve üyelerden ikisi harbiye bakanlığı, kalan iki üye ise adalet bakanlığı tarafından tayin edilecekti. Askeri mahkemelerde görülen duruşmalar kapalı olarak görülecekti[57]. Hükümler, salt çoğunlukla alınmalıydı[58]. Sanıkların, karara itiraz etme hakları bulunmamaktaydı.
1918 yılında oluşturulan askeri mahkemelerin heyetindeki 7 sivil üyenin üçü Hıristiyan olması gerektiğine rağmen, bu mahkeme heyetleri daha sonraki dönemlerde sıklıkla değişime uğramışlardır.
Kanuna göre, suçluların, suçun oluştuğu yerde yargılanmaları gerekmesine rağmen, İstanbul askeri mahkemesi, 5 Şubat 1919 tarihinde Yozgat tehciri ve katliamları sorumluları yargılanmasının ilk celsesinde, sanıkların başkentte yargılanmasıyla ilgili özel bir karar alır[59]. 8 Mart 1919 tarihinde alınan karara istinaden, bu mahkemeler “olağanüstü” olarak kabul edilmekte ve mahkeme kuruluşu ile çalışma stilinde önemli düzenlemeler yapılmaktaydı.
Bu değişiklikler, daha sonraki aylarda da yapılır[60].
Örneğin, 1919 Eylülünde kabul edilen askeri mahkemeyle ilgili yeni kanuna istinaden, mahkemenin verdiği idam cezası haricindeki hükümler değiştirilemezdi. Olağan ceza öngören hükümler, askeri mahkemenin üyelerinin salt çoğunluğuyla verilmekte, idam cezası için ise, mahkeme üyelerinin üçte iki çoğunluğu gerekmekteydi. İdam cezaları, askeri temyiz mahkemesinin incelemesine tabiydi[61].
Türkçeye çeviren: Diran Lokmagözyan
Akunq.net
[1] Sahakyan R., Tseğaspanutyan patmutyunic (Soykırım tarihinden), Yerevan, 1990, s.136-137.
[2] Poğosyan S., Goyatevman paykari karuğinerum (Varoluş mücadelesi yollarında), Yerevan, 1988, s.423.
[3] Papazyan A., Hayeri tseğaspanutyunı ıst yeritturkeri datavarutyan pastatğteri (İttihatçıların dava belgelerine istinaden Ermeni Soykırımı), Los Angeles, 2005, s.21.
[4] Kirakosyan C., Aracin hamaşkharhayin paterazmı yev arevmtahayutyunı 1914-1916 (Birinci Dünya Savaşı ve Batı Ermenileri 1914-1916), Yerevan, 1967, s.319.
[5] Dadrian V., Akçam T., “Tehcir ve Taktil”, Divan-ı Harb-i Örfî Zabıtları, İttihad ve Terakki’nin Yargılanması 1919-1922, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008, ss. 42-43.
[6] Ata F., İşgal İstanbulu’nda Tehcir Yargılamaları, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2005, s. 35.
[7] A.g.e., s.36.
[8] Akçam T., İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu. İttihat ve Terakki’den Kurtuluş Savaşı’na, 2. Baskı, İmge Kitabevi, İstanbul, 2002, s. 419.
[9] Kocahanoğlu O.S., İttihat Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması (1918-1919), Temel Yayınları, İstanbul, 1998, s. 31.
[10] Dadrian V., Akçam T., “Tehcir ve Taktil”, s. 38.
[11] Beşinci Şube’nin tüm üyeleri de İttihat ve Terakki Partisi’nin 1915 yılı seçim listesiyle seçilmişlerdi, bk. belirtilen çalışma, s.79.
[12] Akçam T., İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, s. 423.
[13] Dadrian V., Ulusal ve Uluslararası Hukuk Sorunu Olarak Jenosid, Belge Yayınları, 1995, s. 81.
[14] Akçam T., İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, s. 424.
[15]A.g.e., s.454.
[16] Dadrian V., Akçam T., “Tehcir ve Taktil”, s. 44.
[17] Ata F., İşgal İstanbulu’nda Tehcir Yargılamaları, s. 65.
[18] Akçam T., İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, s. 453.
[19] Dadrian V. , Akçam T., “Tehcir ve Taktil”, ss. 44-45.
[20] Akçam T., İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, ss. 453-454.
[21] Dadrian V., Histoire du génocide arménien, Stock, 1996, p. 507.
[22] Kévorkian R., La Turquie face à ses responsabilités. Les procés des criminels jeunes turcs (1918-1920), Revue d’histoire de la SHOAH le monde juif, N 177-178, Janvier-Août, 2003, p. 189.
[23] Akçam T., İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, s. 454.
[24] A.g.e.
[25] Şimşir B., Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1985, s. 35.
[26] Bu dönemde İstanbul’da basılan “Memleket” gazetesine istinaden 16 Şubat 1919 tarihinde İttihat ve Terakki Partisi’nin tutuklanan önde gelen liderleri karakoldan otomobiller vasıtasıyla askeri mahkemenin tutukevine nakledilmişlerdir. Nakliye esnasında olaylara sebebiyet vermemek için, polisler tarafından sıkı güvenlik önlemleri ele alınmıştı, bk. Mevkûf İttihad Erkânı, “Memleket”, 17 Şubat 1919.
[27] Şimşir B., Malta Sürgünleri, ss. 57-58.
[28] Dadrian V., Histoire du génocide arménien, p. 483.
[29] A.g.e., s.484.
[30] Büyük Britanya başbakanı Lloyd George, “Barış antlaşması açısından, Ermeni halkının dağılmış olan parçalarını, kendisini nesiller boyu boğazlayan, iğfal eden, yağmalayan ve savaşın sonuna kadar aşağılayan sömürücünün eline bırakamayacağımız barizdi”,- şeklinde bu olguyu anılarında aktarmaktadır, bk. Ллойд Джордж, Правда о мирных договора, том второй, Москва, 1957, с. 398.
[31] Şimşir B., Malta Sürgünleri, s. 32.
[32] A.g.e., s.41-42.
[33] Yeghiayan V., Malta Belgeleri, İngiltere Dışişleri Bakanlığı “Türk Savaş Suçluları” Dosyası, Belge Yayınları, 2007, s. 19.
[34] Şimşir B., Malta Sürgünleri, ss. 62-63.
[35] Sarıhan Z., Kurtuluş Savaşı Günlüğü, I. Cilt, Mondros’tan Erzurum Kongresi’ne (30 Ekim 1918-22 Temmuz 1919), Öğretmen Yayınları, 1982, s. 160.
[36] Şimşir B., Malta Sürgünleri, s. 63.
[37] Sarıhan Z., Kurtuluş Savaşı Günlüğü, s. 160.
[38] Yeni Tevkîfler, “Memleket”, 11 Mart 1919.
[39] Şimşir B., Malta Sürgünleri, s. 68.
[40] Ertürk H., İki Devrin Perde Arkası, İstanbul, 1996, ss. 288-289.
[41] Sorgun T., Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü, Kamer Yayınları, İstanbul, 1998, s. 295.
[42] Kocahanoğlu O. S., İttihat Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması, s. 39.
[43] Akçam T., Ermeni Tabusu Aralanırken Diyalogtan Başka Çözüm Var mı?, Su Yayınları, İstanbul, 2002, ss. 111-112.
[44] Sorgun T., Mütareke Dönemi ve Bekirağa Bölüğü, s. 393.
[45] Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1986, ss. 237-238.
[46] “İttihat hapishanede, tutuklular zamanlarını nasıl geçiriyor?”, “Çakatamart”, 14 Mart 1919, No 105 (1926).
[47] Nadi Y., Kurtuluş Savaşı Anıları, Erdini Basım ve Yayınevi, İstanbul, 1978, ss. 19-20.
[48] Mehmet Reşit, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Süryanilerin de imhasının temel düzenleyicilerinden biri olmuştur. Reşit, Diyarbakır Vilayeti’ndeki Hıristiyanların katlini o denli gaddarca gerçekleştirmekteydi ki, Talat dahi, kendisine bir mektup yazıp Reşit’i Diyarbakır valiliği görevinden azlederek, Ankara valiliğine tayin eder, bk. Авакян А. Геноцид 1915 г.: Механизмы принятия и исполнения решений/ НАН РА, Музей Геноцида армян / [Отв. ред. Г. Р. Симонян], Ереван: Гитуцюн, 1999, с. 48-49.
[49] Sarıhan Z., Kurtuluş Savaşı Günlüğü, s. 114.
[50] Bleda M. Ş., İmparatorluğun Çöküşü, s. 62.
[51] Akçam T., Ermeni Tabusu Aralanırken Diyalogtan Başka Çözüm Var mı?, s. 112.
[52] “Joğovurd” siyasi ve toplumsal gazetesi, Konstantinopel (İstanbul), 5 Eylül 1919, No 32 (278).
[53] Osmanlı Belgelerinde Ermeniler (1915-1920), T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 1994, ss. 189-190.
[54] Kocahanoğlu O. S., İttihat Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması, ss. 37-38.
[55] Dadrian V. , Akçam T., “Tehcir ve Taktil”, s. 133.
[56] Ata F., İşgal İstanbulu’nda Tehcir Yargılamaları, s. 75.
[57] Geleneksel olarak Divan-ı Harp yargılamaları kamuya açık olmamasına rağmen, Ermeni tehciri ve katliamları davaları, toplumun davaların “tarafsızlığından” emin olabilmesi amacıyla, başlangıçta topluma açık olmuştur. 14 Aralık 1918 tarihinde askeri mahkemelerin kurulmasıyla ilgili karara, yargılamaların açık sürdürülmesiyle ilgili karar da eklenir, fakat 23 Nisan 1920 tarihli kararla bu davalar kapalı görülmeye başlanır, bk. Akçam T., Ermeni Tabusu Aralanırken Diyalogtan Başka Çözüm Var mı?, s. 98.
[58] Ata F., İşgal İstanbulu’nda Tehcir Yargılamaları, s. 75. 5 Aralık 1920 tarihinde temyize gitme engeli kaldırılır, bk. a.g.e, s.273.
[59] Yozğadi hayaspanutyan vaveragrakan patmutyunı (Yozgat Ermeni katliamının belgesel tarihi), New York, 1980, s.309-310.
[60] Dadrian V. , Akçam T., “Tehcir ve Taktil”, s. 149.
[61] “Divan-ı Harbin yeni talimatnamesi”, “Çakatamart”, 24 Eylül 1919.
Leave a Reply