Türkiye’deki Ermeni toplumu, idari davalarda yüksek mahkeme görevi icra eden Danıştay’ın karara bağlayacağı bir davanın sonuçlarını heyecanla bekliyor. Bu davada alınacak karar muhtemelen Ermeni Patrikhanesinin Türkiye’de var olma biçimi üzerinde derin etkiler yaratacak.
Ermeni cemaatindeki patrik krizi, hem cemaatin devletle kurduğu sorunlu ilişkiyi hem de değişen hükumetlere rağmen devletin azınlıklar karşısında değişmeyen müdahaleci politikalarını gözler önüne seriyor.
Bu davada, Ermeni toplumunun bir kısmı hem İçişleri Bakanlığına ve hem de yine bu topluluk içindeki bir gruba karşı hukuki mücadele veriyorlar. Bu dava, Ermeni toplumunun patriğini kendisinin mi, yoksa küçük bir ruhani grubun mu seçeceğini konu alıyor. Ve aslında Ermeni toplumu içindeki büyük bir ayrışmayı gözler önüne seriyor. Bu ayrışmanın nasıl oluştuğuna bir göz atmak ise, Türkiye’de Ermeni toplumunun varoluş biçimine ve Türkiye hükumetlerinin patrikhaneyi kontrol altında tutma stratejilerine ışık tutuyor.
Ermeni Patrikhanesi 42 Kilisenin üzerinde dini otoriteye sahip, 553 yaşında bir üst dini kurum. Uzun yıllardan bu yana Ermeni cemaati kendi patriklerini kendiler seçiyorlar.
1960 askeri darbesinin ardından, devletin patrikhaneyi kontrol altında tutmak için attığı adımların daha sistematik bir hal aldığı görülüyor. Bakanlar Kurulu 1961 tarihinde bir kararname yayınlayarak, İstanbul valiliği tarafından bir tarih ve yer belirlenmeden patrik seçimlerinin yapılamayacağını belirtiyor.
O günden bu yana bütün hükumetler bir biçimde Patrik seçimlerini kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. Ancak 2007 yılında meydana gelen trajik bir olay, şu anda iktidarda bulunan AK Parti hükumetinin Ermenilerin patriklerini seçme usulüne ilişkin en ağır müdahalelerden birisini gerçekleştirmesine vesile oluyor. 1998 tarihinde seçilen Patrik Mesrob II Mutafyan, hafızasını ve bilişsel yetilerini ciddi şekilde etkileyen rahatsızlığı nedeniyle 2007 yılından beri fonksiyonlarını icra edemiyor.
Mutafyan’ın iş göremez hale gelmesinin ardından Patrikhane içinde çözüm konusunda iki farklı görüş ortaya çıkıyor. Bu gruplar kendi aralarında bir konsensüse ulaşmaya çalışmak yerine, her ikisi de taleplerini İçişleri Bakanlığı’na iletiyorlar. Patrikhanenin “sivil kanadını” temsil ettiği söylenebilecek olan Müteşebbis Kurulu “yeni bir patrik” seçimi için izin istiyor İçişleri bakanlığından. Din adamlarından oluşan Ruhani Kurul ise “eş-patrik” seçimine olanak tanınması için içişleri bakanlığına başvuruda bulunuyor.
Ancak her iki tarafın da beklemediği bir gelişme meydana geliyor ve İçişleri Bakanlığı Patrik hala hayatta olduğu için ne yeni bir patrik ve ne de eş-patrik seçilemeyeceğini belirtiyor. Ancak patrik vekili seçebileceklerini söylüyor. Ve böylece Ermeni Kilisesi’nin ne tarihinde ve ne de geleneklerinde bulunmayan “Patriklik Genel Vekilliği” ihdas edilmiş oluyor. Ruhani Kurul İçişleri Bakanlığı’nın talebine uygun olarak kendi başkanları olan Başepiskopos Aram Ateşyan’ı üç buçuk yıl önce Patrik vekili olarak seçiyor. İşte o günden bu yana da, bu seçim Ermeni toplumu arasında ciddi bir ayrışma ve gerilim konusu olmaya devam ediyor.
Aslında İçişleri Bakanlığı’na yapılan her iki başvuru da yeni bir seçim sürecinin başlaması ve ister yeni patrik ve isterse eş-patrik için olsun bütün Ermeni cemaatinin oy kullanmasını gerektiriyordu. Hâlbuki “genel vekilin” seçimi, tamamı ruhanilerden oluşan küçük bir grup tarafından gerçekleştirildi.
İçişleri Bakanlığı’nın bu müdahalesini haksız ve kendi teamüllerine aykırı bulan Ermenilerin ilk girişimi cemaatten imza toplamak oluyor. Patriğin cemaat tarafından seçilmesi gerektiğini savunanlar 2010 yılında 5350 imza toplayıp İçişleri Bakanlığı’na veriyorlar. Ancak girişimleri hiç bir sonuç doğurmuyor.
Bunun üzerine, Patrik seçebilme hakkını talep eden cemaat üyeleri İçişleri Bakanlığı’nın kararının iptali istemiyle idare mahkemesinde dava açıyorlar. Cemaatin avukatları, İçişleri Bakanlığı’nın Başepiskopos Aram Ateşyan’ı Patriklik Genel Vekili olarak tayin ettiğini, böylece Ermeni cemaatinin iç işleyişine müdahale ederek laiklik ilkesini çiğnediğini öne sürüyorlar. İşte bu dava şu anda Danıştay’da görüşülmeye deva ediyor. Yüksek mahkemenin ne yönde karar vereceği merakla bekleniyor.
Ateşyan’ın Patrik Vekili olarak seçilmesinin Ermeni toplumu arasında ne kadar sert bir ayrışmaya yol açtığını, topluluk içinde son derece saygın bir yere sahip olan Agos gazetesinin bir haberinde kullandığı ifade biçimi ve yorumlardan çok net bir şekilde görülebilir. Haber “Başepiskopos Ateşyan’ın dediği dedik, çaldığı düdük” başlığını taşıyor. Ateşyan’ı dayatmacı olarak gösteren bu güçlü ifadelerin yanı sıra, gördüğünüz gibi ona eski sıfatı olan “Başepiskopos” diye hitap ederek, patrik vekili olarak tanınmadığının altı çizilmiş oluyor.
Başlığın hemen altında yer alan spot cümlelerinde, Ateşyan’a yönelik reddedici tavrın çok daha net bir şekilde ifade edildiği görünüyor. Ateşyan için şu sözler sarf ediliyor:
“Başepiskopos Aram Ateşyan, Jamanak gazetesine verdiği röportajda yine çok tartışılacak açıklamalarda bulundu. Sivil merkezi yönetim arayışından vakıf seçimlerindeki usulsüzlüklere, Bodrum’da satın aldığı evden Patrikhane’nin gelir-gider dengesine kadar pek çok konuda yaptığı açıklamalar, Başepiskopos Ateşyan’ın ‘ben bilirimci’ tavrının son örneği.”
Ateşyan’a yönelik tepkiler Agos gazetesinin haberleriyle de sınırlı değil; 15 Şubat tarihinde Taraf gazetesinde çıkan “Ermenilerde seçim sıkıntısı” başlıklı haberde de yine Ermeni Cemaatinden bu seçime karşı çıkanların görüşlerine ter veriliyordu. Danıştay’daki davayı takip eden avukatlardan birisi olan Sebu Aslangil “İçişleri Bakanlığı tarafından bize bir vekillik dayatıldı. Patrikhane de bu dayatmaya uyum sağladı… Ateşyan’ın hatası, Bakanlığın geleneğimizde bulunmayan vekil seçimine direnmemesi ve o makama kendisini seçtirmesidir” diyor. Yine cemaatten Şahin Gezer de tepkisini şu sözlerle ifade ediyor: “Aram Ateşyan ‘Madem seçim istiyorsunuz ben bu görevi kabul etmiyorum’ diyebilir”.
Seçilmiş Patriğin trajik bir şekilde görevlerini yerine getiremez hale gelmesi, ardından da kendi aralarındaki anlayış farklarını gideremeyen farklı grupların çözümü devletten istemesi ve hükumetin de bu durumu patrikhaneyi kontrol altında tutmak için altın bir fırsat olarak görmesi, belki de uzun yıllar boyunca çözülemeyecek kronik bir kriz yaratmış durumda.
Kriz, hem cemaatin devletle kurduğu sorunlu ilişkiyi ve hem de değişen hükumetlere rağmen Türkiye Cumhuriyeti devletinin azınlıklar karşısında değişmeyen müdahaleci ve manipülatif politikalarını gözler önüne seriyor. Klasik böl ve yönet taktiği uygulanıyor. Hâlbuki din özgürlüğüne apaçık müdahale teşkil eden bu politikalardan ne Ermeni cemaatinin ve ne de Türkiye demokrasisinin bir kazanç elde etmesi mümkün olabilir. Türkiye devletinin azınlıklar karşısındaki hasmane tutumu, bu alanda herkesin kazançlı çıkacağı politikaların uygulanmasını imkânsız kılıyor.
http://www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/originals/2014/02/turkey-armenians-crisis-patriarch.html
Leave a Reply