A.Eski yüze yeni makyaj
Kemalistler, Jön Türklerin suç teşkil eden eylemlerini ve suçlarını afişe edip kendi varoluşundan dışlamak yerine onların, Ermeni kurbanların pahasına elde ettikleri tüm kazançları, yaptıkları tüm dolandırıcılıkları ve suiistimalleri hukuka aykırı yasalar aracılığıyla “yasallaştırmayı” seçtiler.
Böylece, utanmazlık içerisinde, kendilerinden önce iktidarda olan Jön Türk Hükümeti’nin sözde tehciri gerekli kılan koşullar sona erdikten sonra geri dönen sahiplerine ya da onların mirasçılarına iade etmek üzere geçici süreliğine gözettikleri tüm mallara ve hazinelere el koydular.
Hukuk, mallara el konulmasına ilişkin olarak, malların kazanım sayılabileceği durum ve koşulları ayrıntılı olarak ortaya koymuştur. Oysa Kemalist Hükümet bunu tamamıyla hiçe saymıştı:
Fetih sonucunda; savaşan gruplardan birisinin kesin olarak yenilgiye uğramasının ardından imzalanan antlaşma yaptırımlarının öngördüğü durumlarda.
İşgal sonucunda; “hiç kimseye ait olmayan” mülkiyetin söz konusu olduğu durumlarda, örneğin hiç kimsenin üzerinde hak iddia edemeyeceği mülkiyetlerde. Fakat Ermenilerin elinden alınan malların ve arazilerin yasal sahipleri vardı.
Bir mal üzerindeki hakkın şu durumların sonucunda bir başkasına geçirilmesinde,
Askeri bir yenilgi
Mübadele
Satış
Kiralama
Halk oylaması
Fakat bunların hiçbirisi Ermenilerin malları için geçerli olan bir durum değildi.
Bir arazi parçasını değerlendirme, bir adanın keşfedilmesi, bataklıkların, nehirlerin, denizlerin kurutulması sonucunda elde edilen zenginlik…
Bu da Ermenilerin malları için geçerli olan bir durum değildi.
Düzenlemeler gereğince.
Bazıları, Ermeni mallarına el koyulması konusunun zaman aşımına uğradığını iddia etmektedirler. Bu kişiler, bakış açılarını, diğer düşünceleri dikkate almayarak yalnızca zaman meselesine göre şekillendirmektedirler.
Uluslararası Kamu Hukuku’nda henüz zaman aşımına dair belirli bir yasanın olmadığı doğrudur ve düzenlemenin süresine ilişkin kurallar henüz hukuk uzmanları tarafından kesin bir şekilde kabul edilmemişlerdir. Bununla birlikte, hukuk uzmanları, kazandırıcı düzenlemeye ilişkin şu üç esas koşulu oybirliği ile kabul edilmiştir:
Mülk, ne gizli ne de ısrarla elde edilmiş olmalı; edinim, gizlice ya da diğerlerinin hesabına gerçekleştirilmemeli.
Mülkün, şiddet kullanımı ile elde edilmesi kabul edilemez yani zor kullanma yoluyla edinimden söz edilemez. Ermenilerin malvarlıkları söz konusu olduğunda, kazanımlar (el koymalar), barışçıl bir şekilde değil tam tersine şiddet kullanımı ile lekelenmiş yollara başvurularak elde edilmişlerdir.
Uydurma duruşmalar: CountR. de Gontaut-Biron ve L. Le Reverend, 1921 yılının Ocak ayı ile 1923 yılının Aralık ayı arasında bu tarzda 3,500’den daha fazla vakaya rastlanıldığına tanıklık ediyor ve isimleri de açıklıyorlar.
Sevkiyat: bir buçuk milyon Ermeni sevk edildi ve soyuldu.
Katliamlar: 1915 ve 1916 yılları arasında bir buçuk milyon Ermeni öldürüldü.
Vandalizm: binaların, kiliselerin ve müzelerin yok edilip yakılması
Mülkiyet aralıksız olmalı ve ihtilaflı olmamalı. Ermenilerin el konulan malları söz konusu olduğunda, birçok kere Uluslararası Otoritelere başvurulmuş olduğundan ve Ermenilerin 1922 yılından beri durmaksızın birbirini izleyen protestolar gerçekleştirmiş olmalarından dolayı mülkiyetin süreklilik gösterdiği sözlenemez.
Bununla birlikte, Uluslararası Yargı diplomatik protestonun sürekliliği ortaya koyduğunu kabul etmiştir. Bu durumda, Ermeni halkının, zorla ele geçirme vakasının hemen ertesinde, tamama erdirilmiş bu durumun önünde asla boyun eğmemesi, durmaksızın ata yurduna geri dönmeyi, kendisinden zorla alınmış mallarının ve arazilerinin tazminini talep etmesi, zaman faktörü hesaba katılsa bile zaman aşımı durumunu geçersiz kılar.
Bununla bağlantılı olarak, Ermenilerin, 22 Eylül 1922’de Milletler Cemiyeti Konseyi Genel Kurulu’na (Sociétedes Nations) başvurdukları ve Başkan AvedisAharonian’ın, 8 Ağustos 1923 tarihinde resmi bir protesto gerçekleştirdiği de hatırlanmalıdır.
Ermeniler, 20 Ağustos 1925’te MCK Başkanı’na, 5 Eylül 1925, 22 Kasım 1925, 30 Aralık 1925’te MCK Genel Sekreter’ine, Aralık 1925’te El Konulan Mallar Konseyi’ne, 25 Ocak 1926, 1 Haziran 1926, 2 Eylül 1926, 14 Eylül 1926, 8 Mart 1927, 5 Aralık 1927, 8 Ağustos 1928, 2 Mart 1929’da MCK Genel Sekreter’ine başvurdular; bu konu, 1945 yılının Nisan ayında San Francisco Konferansı’nda, 1945 yılının Temmuz ayında Potsdam Konferansı’nda, 1945 yılının Eylül ayında Beş Dışişleri Bakanı’nın Londra Konferansı’nda, 1945 yılının Aralık ayında Üç Büyük Devletin Dışişleri Bakanları’nın Moskova Konferansı’nda, 1946 yılının Temmuz ayında Paris’te toplanan Barış Konferansı’nda gündem konusu oldu ve 1965 yılından itibaren Birleşmiş Milletler’deki çeşitli otoriteler tarafından takip edildi.
Ermeni mülklerine ilişkin düzenlemenin kesintiye uğradığını ve bir sürekliliğin olmadığını tayin etmek için, Ermeni diyasporasının, 1918 yılından beri her yıl 15 Nisan ile 30 Nisan arasındaki günlerde, dünya çapında yas ve anma törenleri düzenlediklerine değinmek bile yeterli olacaktır.
Bu koşullar çerçevesinde ve hukuki bakış açısına göre, Ermeniler için ne haklarından ne de yasaların gözetilmesinden vazgeçme durumu söz konusu olamaz.
Öyleyse, bunları Kemalist Hükümeti’nin kamulaştırma faaliyeti olarak açıklayabilir miyiz?
Eğer bu durum bu olsaydı, kamulaştırma faaliyetinin şu gereklilikleri yerine getirilmeliydi:
Kamu hizmet kuruluşuna ilişkin belgeleme ve
İdari bir karar
Kamu hizmet kuruluşuna dair kanıtlar, yürürlüğe sokulmuş olan kamu hizmet kuruluşunun inandırıcılığını ortaya koyması muhtemel olan tüm tartışmaları ve öğeleri bir araya getirecek bir araştırmanın yapılmasını gerektirmektedir.
Eğer muktedir yönetim, dosyanın üzerinde çalışıldıktan sonra, sunulan kanıtlar dolayısıyla ikna olmuşsa, el koymanın durdurulduğunu ilan eder. Daha sonra dosya, ülkelere göre, konu hakkındaki son kararı ya da hükmü verecek olan arazi ya da kamulaştırma hakimine gönderilir.
Malvarlığına el konulan taraf, neredeyse hemen hemen tüm ülkelerde, ehliyetsizlik, yasal kusur ya da emniyeti suiistimal nedenleri ile Nihai Temyiz Mahkemesi’ne başvurma hakkına sahiptir.
Kamulaştırma hakimi, eğer varlık üzerinde dava takibi varsa, tazminat miktarını, değer biçme öğelerini tamamladıktan sonra, daha sonraki zamanlarda, tamamen kesin bir şekilde kararlaştırılmış bir yöntem ile düzenleme şartı olsa dahi, tamamen nihai ya da muvakkat temel üzerinde tazminatı tayin eder.
Tazminat ödemesi, mülkiyetin devredilmesinden önce yer tutmalıdır. Eğer malı alınan kimsenin, genel olarak üç aylık yasal bir gecikme süresi içerisinde zararı karşılanmazsa, kanuni faiz payları bu kimseye verilecektir.
İstisnasız bir şekilde, binaların, tarım arazilerinin, sınai arazilerin, asma bağlarının, ormanların, otlakların ve bahçelerin hepsi için tazminat ödenmesi gerekmektedir.
Kemalist hükümetin, Ermenilerin malvarlıklarına el konulması olayında bu prosedürden istifade etmesi mümkün değildir.
Peki bu durumu, devletin bedelini ödeyerek el koyma olarak açıklayabilir mi?
Devletin bir malın bedelini ödeyerek ona el koyması, idari otorite tarafından, tek yönlü bir şekilde, kamunun çıkarları için gerekli görülen ihtiyaçları karşılamak üzere hizmette bulunmak, taşınabilir ve taşınmaz malların kullanımını sağlamak için şahsi bireylere – gerçek ya da tüzel kişiler – kısıtlama getiren bir işlemdir.
Bu durumda, kamulaştırma binaların ve malların sahibi olma durumuna etki ederken, el koyma yalnızca onların kullanımları ile ilgilidir.
El koyma kati bir şekilde idari bir prosedürdür ve yargı merciine başvurmayı gerektirmez.
Ermenilerin malvarlıklarına el koyulması, bunların hiçbiri ile açıklanamaz.
Peki bu durumun, devletleştirme olarak ele alınması mümkün müdür?
Devletleştirme, yasama işlemi olarak sürdürülür; kamulaştırmada olduğu gibi yargı mercii ile birleşik bir şekilde ele alınacak idari bir prosedür değildir.
Ve bu da Ermenilerin malvarlıklarına el konulmasını açıklayan bir durum olamaz.
Öyleyse, Ankara hükümeti, herhangi bir prosedüre başvurmadığı ve malları ellerinden alınanlara tazminat ödemediği şu halde, hangi yasal yolları izleyerek Ermeni mallarına el koymuş olabilir?
B. Hukuka Aykırı Yasallık
Osmanlı Devleti tarafından, sürgün edilen Ermenilerin malvarlıklarının yönetilmesine ilişkin
olarak çıkartılan geçici kanun, savaşın sona ermesinden itibaren hükümsüz, manasız ve hukuksal olarak işlemeyen bir yasaya dönüşmüştü çünkü hayatta kalanlar sürgün yerlerinden geri dönmüşlerdi.
Jön Türk Hükümeti tarafından ilan edilen malların yönetimine ilişkin bu kanun hükmünde kararnamenin ruhu ve kanun koyucunun metni, bunun üzerine bir anlam bulanıklığına yer vermez.
Yasamaya ilişkin bu metni yazan Jön Türk kanun koyucu, sürgün edilen Ermenilerin mallarına el koyulmasına ilişkin yorumlarda bulunmama konusunda oldukça özenli davranmıştır.
Tekrar tekrar, Talimatname’nin geçici karakterine vurgu yapmış ve açık bir şekilde, aslında uygulamanın, içinde bulunan koşullar çerçevesinde, söz konusu malvarlıklarının, yönetimlerinden, yetkileri sona erene kadar yani sürgün edilen sahipleri geri dönene kadar, iki bakanlığa karşı sorumlu olacak uygun komisyonların ve alt komisyonların oluşturulması ile İçişleri ve Maliye Bakanlıkları tarafından devralınarak yönetilmesi olduğunu ortaya koymuştur.
B1. Terkedilen Malvarlıkları
Yasa koyucu, bu malvarlıklarının terkedilmiş olduklarını düşünür. Oysa söz konusu malvarlıkları, bizzat mal sahibinin kendisi ya da katledilmiş oldukları durumlarda da mirasçıları olarak bu mallar üzerindeki haklarını talep etmeye devam eden Ermeni sahipleri tarafından hiçbir zaman için terkedilmemişlerdir. Bu konuyu daha önceki bölümlerde ayrıntılı olarak ele almıştık. Hükümet tarafından yönetimleri ele alınan malvarlıkları hiçbir şekilde terkedilmiş malvarlıkları değildir.
B2. Malvarlıklarının Sahiplerinin Mevcut Olmaması
Hükümetin ortaya attığı, malvarlıklarının sahiplerinin mevcut bulunmadığı açıklamasına gelince, bu mevcut bulunmama durumu, İttihatçı Hükümet tarafından çıkartılan sevkiyat yasası ve Hükümetin, yaşanan düşmanlıkların ardından, hayatta kalanları, ülkeyi terk etmeye zorlamak için kasti olarak yarattığı engeller vasıtasıyla, savaş öncesinde ve sonrasında, bizzat İttihatçı Hükümet tarafından dayatılan bir koşuldu. Bu yüzden, suç isnad edilen bu mevcut olmama durumu, aslında ele alınan vakaların büyük bir çoğunluğunda, mal sahipleri tarafından isteyerek ortaya konan bir tavır değildi ve bundan sorumlu tutulamazlardı.
Akunq.net
Leave a Reply