1915 yılında İsviçreli doktor Jakob Künzler’in Kanın ve gözyaşlarının topraklarında

Tarihle yüzleşmek, tarih kadar acı vermez!

Yeğsa Bedrosyan’ın yaşadıkları: “Memleketim Harput’u erkek, kadın ve çocuklardan oluşan 2000 kişiyle terk etmek zorunda kaldığım tarih 10 Temmuz 1915’ti. Kocam Amerika’da yaşıyordu. Biraz para, giysi ve eşeğimin sırtına yüklediğim yatak malzemelerini yanıma alabildim. 10 ve 12 yaşlarındaki kızlarım da bizimle gelmek mecburiyetindeydiler. İlk birkaç gün, etrafta yaşayan Türkler’den ve bize eşlik eden jandarmalardan hiçbir eziyet görmedik. Malatya yakınlarında mola verdik. Erzurum ve Sivas’tan yola çıkmış tehcir konvoyları bizimle buluştuklarında umduğumuz gibi Malatya’ya değil güneye sarp Toros Dağları’na doğru ilerlemeye başladık. Çoğu kez dört ayak kayaları tırmanmak zorundaydık. Bundan dolayı birçok çocuk ve yaşlı çok büyük eziyet çekiyorlardı. Yolda ölenlerin gömülmesi gerektiği düşünülemiyordu. Ölüler öylece düştükleri yerde kalıyorlardı ve vahşi hayvanlar için ganimet teşkil ediyorlardı. Yanımızdaki eşyalarımızı çoktan atmıştık, yolculuğun başında yanıma aldığım eşeği geri göndermek mecburiyetinde bırakıldık. Malatya ve Adıyaman arasındaki yüksek vadilerde çevrede yaşayan Kürtler tarafından yağmalandık. Erkeklerimizi bizden aldılar. Biraz uzağa götürüp öldürdüler. Çocuklarımıza ne olacağını bilebilseydik, hepimiz memnuniyetle ölüme razıydık.

Yolun devamında, Samast’a gelinceye kadar çoğunlukla genç kızlar ve genç kadınlardan oluşan insanlarımız kayboldular. Çevrede yaşayan Kürtler beğendikleri kadın veya genç kızı gelip alıyorlardı. Nehrin karşı tarafında, yani Urfa topraklarında acılarımız doruk noktaya çıktı. Karşılığını altınla ödemeden asla su alamadık. Dipçik darbeleriyle kuyulardan uzaklaştırıldık. Birkaç gün, başında dinlenmek için konakladığımız kaynak suyunun orada tüm paralarımız ve ziynet eşyalarımız, tümü zorla elimizden alındı. Şarkta içine gazyağı konan tenekeler içleri altın ve ziynet eşyaları dolu olarak eşkıyaların eline geçti. Artık bizlerden alabilecekleri bir şey kalmayınca hepimizi bir taş çölüne doğru yönlendirdiler. Burada çok sayıda Kürt etrafımızı çevirdi. Elbiselerimizi çıkarttılar ve çıkarılan elbiselerden değerlilerine el koydular. Bu soyunma sırasında kız kıyafeti giydirilmiş birkaç iri yapılı erkek çocuğu açığa çıktı. Bunlar derhal o an parça parça edildiler. Kürtler şimdi bizi büyükçe, 2000 kişilik çıplak bir grup olarak dar bir alana yönlendiriyorlar ve şimdi korkunç şeyler başlıyordu. Her yandan üzerimize ateş ediliyordu. Korkunç bir sıkışıklık ortaya çıktı. Başta (veya sonda)kiler derhal vuruldular. Sıkışıklığın içinde kalanlar nefessizlikten boğuldular. Ölü bedenlerin üzerine düştüğümden ölümden kurtulmuştum. Delicesine bir gayretle her iki kızımı da üste yanıma çekmeyi başardım. Tüm vücutları mosmordu.

Kürtler başımızdan çekip gittiklerinde sadece birkaç yüz kişi hayattaydık. Bize eşlik etmesi gereken jandarmalar ortada görünmüyordu ve bizler, her biri son saatlerini dileyenler öylece toprağın üzerine çökerek kalakaldık. Ertesi günlerde yola devam mecburiyetindeydik çünkü çürüyen cesetlerden yayılan kokular dayanılır gibi değildi. Her iki çocuğumda gece gündüz ‘Mairik Haz, Mairik Haz’ (anne ekmek, anne ekmek) diye alçak sesle inliyordu. Birkaç Kürt süvarisi bizim yanımızdan geçip giderken onların yanına gidip iki kızımı da alıp yanlarında götürmelerini rica ettin. Kızlarımı alıp yanlarında götürdüler. Onlara ne olduğunu bilmiyorum, onları asla bir daha görmedim. Onlar giderlerken ağlayamadım çünkü göz pınarlarım artık kurumuştu. Dilediğim tek şey derhal ölmekti. Ölüm benden çok uzak olmamalıydı. Bir haftadır hiçbir şey yemediğimin apaçık ortada olduğunu ben de farkındaydım. Bazen aynı benim gibi ölümü arzulayan kadınlarla birlikte birkaç adım ilerliyordum. Daha sonra bir Kürt köyüne biraz su rica etmek üzere ulaştık. Tamamen çıplak olmamıza rağmen köyün Kürtleri bizden para talep ettiler. Verebileceğimiz hiçbir şey olmadığından dolayı da bizi sudan uzaklaştırdılar. Kirli bir su birikintisinden içmek istedim, aceleyle tam bunu gerçekleştirecekken koluma bir kılıç darbesi yedim. Tek yudum su içmeksizin yola devam etmek mecburiyetindeydik. Mezopotamya’nın Ağustos güneşi çıplak vücutlarımızı yakıp kavurmuştu.

Sürülmüş toprağı ellerimizle kazarak oyuyorduk ve özellikle öğle güneşinden korunmak için bu oyuğun içine yatıyor ve üzerimizi kazdığımız toprakla tekrardan örtüyorduk. Bu oyuklar geceleyin de aynı şekilde koruyordu. Vücutlarımızda büyük güneş yaralarıyla Urfa yakınlarında bir Hristiyan köyüne ulaşabildik. Burada ekmek, su ve bazı giysiler elde edebildik. Benim payıma 16 günlük çıplaklık sonrası çıplaklığımı tamamen olmasa da örtebilen bir çocuk gömleği düştü. Bu köyde, Malatya’dan hep birlikte yola çıktığımız 6000 kişiden geriye kalan yaklaşık 200 kadın yavaş yavaş toplandık. Bu köyde çok kısa süre kalındı. Jandarma buraya geldi ve bizi tekrar toplu olarak önüne kattı. Aynı gün Urfa istikametine gidenlerin konakladığı bir tehcir kampına geldik. Ertesi gün kampa Harput’tan sürülenler geldi ki bunlar daha önceki nakillerle Urfa’ya gelmiş olanlardı. Yeni gelenleri görmek istiyorlardı. Ben de içimizdeki diğer bir sürü insan gibi tanınmayacak durumdaydım. Ancak tanıdık birilerini arayan Harputlular’dan bazılarını tanıdım ve kendimi onlara tanıttım. Bana kaçmam tavsiye edildi ancak bu sadece rüşvetle mümkündü. Bir kadından bir altın lira borç aldım ve akşam başımızdaki nöbetçiye verdim, böylelikle artık özgürdüm. Ama şimdi nereye gidecektim? Alman Hastanesine gitmeyi tercih ettim ancak bu gerçekleşmedi. Bir Türk beni yakaladı ve evine sürükledi. Ve kısa sürede orada hastalandım. Bu sefer aynı Türk beni Alman Hastanesine götürdü. Orada kendimi tekrardan toparladım. Urfa’da bulunan Ermeniler’in sevki için polis hastanedeki tüm Ermeniler’i topladığı sırada ben yüksek ateşle yataktaydım. Daha sonra ben Bay Künzler’in evinde ahçı oldum. Çıplaklığımı tekrar örtebilen çocuk gömleğini, eğer onu bir daha görebilirsem, kocama göstermek üzere kutsal bir emanet gibi muhafaza ediyorum.

Tayfun ve Deniz Yeşiltaş tarafından yapılan bu çeviri 1915 yılında İsviçreli doktor Jakob Künzler’in “Kanın ve gözyaşlarının topraklarında” adlı anılarını içeren kitabından alınmıştır.

http://aykiridogrular.com/haber-576-1915-yilinda-Isvicreli-doktor-Jakob-Kunzlerin-Kanin-ve-gozyaslarinin-topraklarinda.html

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *