Nisan başında gerçekleştirmiş olduğum İstanbul ziyaretim sonrasında, yaptığım ilginç görüşmeler ve müşahedelerimi okurların bilgisine sunmam gerektiğini düşünerek bu yazıyı kaleme aldım.
Yılda bir-iki defa gerçekleşen İstanbul ziyaretlerim, arkadaş-dost görüşmelerinin haricinde, her seferinde ülkede mevcut ekonomik, siyasi, kültürel havayı soluyarak, değişimleri gözlemleme imkânı sunmaktadır. İçinde yaşayanlar tarafından hissedilmeden kanıksanan değişim ve gelişimler, belli periyotlar dâhilinde ziyaret edenler tarafından daha bariz gözlemlenilmektedir.
Ermenistan-Türkiye veya daha doğru bir deyimle, Ermeni ve Türk toplumları arasındaki başlıca sorunun birbirlerini tanımama olduğunu yıllardır dile getirmekte olan biri olmama rağmen, bazen ben dahi duyup gördüklerimden hayrete düşmekteyim.
Türkiye-Ermenistan arasındaki sınırın kapalı olduğunu bilmeyen bir TBMM milletvekili veya Türkiye ve Azerbaycan’ın farklı ülkeler olduğunu bilmeyen bir Ermenistan milletvekili olduğunu duyunca, benim dahi saçlarım diken-diken olmaktadır. En ürkütücü ve son derece düşündürücü olan durum ise, bu insanların, milletvekili kimlikleriyle, parlamentolarında dış siyasetle ilgili kararlar alacak olmalarıdır.
Milletvekilleri böyle olunca, halkın bilgi kapasitesinin ne durumda olduğunu düşünmek dahi insana korku veriyor.
Örneğin, bu son ziyaretim esnasında, İstanbul Ermeni cemaatinin temsilcileri arasında dahi ne denli büyük bilgi eksikleri olduğunu bir kez daha gözlemleme imkânım oldu. İstanbul Ermenilerinin, Ermenistan’la ilgili bilgilerinin, Türk insanınınkinden fazla bir fark göstermediğini söylemek gerekir. Türkiye Ermenilerinin, Türkiye-Ermenistan arasındaki diyalogu sağlayacak en önemli unsur olarak (Türk siyasetçiler tarafından da) kabul edildiklerinden dolayı, bu durum tehlike arz etmektedir. İstanbul Ermenilerinin büyük bir bölümünün, Ermenistan-Azerbaycan ilişkileri veya Azerbaycan-Karabağ sorunu hakkında tamamen bilgisiz, aynı derecede de ilgisiz olduğunu üzülerek belirtmek gerekir. Özellikle Türk gençlerinin bilgi sahibi olmaya çalıştığı bu konuda, Ermeni gençliği son derece pasif, hatta kendisini bu konudan elden geldiğince soyutlayan bir tutum sergilemektedir.
İstanbullu Ermeni toplumunun hem genç, hem de orta yaş sınıf temsilcilerinin büyük bir kısmı, bugün hâlâ Bakü’de Ermenilerin yaşadığı, kendilerinin de turistik ziyaret amacıyla rahatlıkla Azerbaycan’a gidebilecekleri düşüncesinde olup, geçmiş yıllarda yaşananları ufak-tefek çatışmalar ve yerel kavga-dövüş olarak algılamaktadır.
Türk-Ermeni ve Ermeni-Azerbaycan ilişkilerinde gerçek bir ilerleme sağlamak istiyorsak, başlangıç noktamızın doğru bilgilendirme olması gerekmektedir, bunun ise, birkaç genci veya gazeteciyi birbirleriyle tanıştırmaktan ziyade, seminerler gibi daha geniş kapsamlı projelerle gerçekleştirilebileceği barizdir.
Son yıllarda gözlemlenen diğer bir gelişme, Türkiye Ermeni toplumu arasında gelişen hemşerilik derneklerinin artmasıdır. Sasunlular, Malatyalılar vs. kendi dernekleri etrafında örgütlenmeye başladılar. Benzer çalışmaların, zaten küçülmüş olan cemaati böleceği konusunda itirazlar vardır, fakat kanımızca bu yaklaşım sayesinde, Ermenice bilmeyen ve İstanbul’a yabancı olan gruplarların, bir nevi aşağılık kompleksinden dolayı kendilerini İstanbul Ermeni toplumundan uzak tutmaları, kendi aralarında gelişebilecekleri bir ortam elde edebileceklerinden dolayı yarar sağlayacağı düşüncesindeyiz.
Taşradan gelen farklı Hıristiyan Ermeni gruplar haricinde, geçen bir-iki yıl içinde kurulan iki derneğin yeri çok daha özeldir.
Bunlar “Dersim Ermenileri Derneği” ve “Hadik” Hemşin Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği’dir.
Adlarından anlaşılacağı üzere birincisi bir “Ermeni Derneği”dir, ikincisi ise sadece bizler tarafından Ermenililikle bağdaştırılmaktadır.
Dersimlilerin dernek lokali mütevazı bir apartman katı olup, dernek başkanı Mihran Pırgiç’in açıklamaları olmadan da, bu derneğin türlü problemleri arasında en önemli sorunun maddiyat olduğu hemen fark ediliyor. Derneğin, Dersim Ermenileriyle ilgili olmasına rağmen ziyaretimin akşamında Dersimliler azınlıktaydı. Malatya, Elazığ gibi farklı bölgelerden, farklı tarihlerde İstanbul’a yerleşmiş olan Ermenilerin haricinde, Dersim ve çevre bölgelerinde yaşamış olan Ermenilerin iyi veya kötü günde dostluk ve kader birliği yapmış olduğu, günümüzde de kültür birliği içinde bulundukları Aleviler de vardı.
Bu ise, çok güzel bir tablo teşkil etmekteydi ve başlı başına bir başarıydı. Alevi kültüründe önemli bir yeri bulunan saz da, Dersimlilerin toplantısında eksik olamazdı ve böylece sazlı sözlü bir Dersim “toplantı”sına şahit oldum. Daha sonra oturup sohbet edince, Mihran’ın, omuzlarına ne denli ağır bir yük almış olduğu ortaya çıktı. Zorluklar diz boyundan da öte, boğazına kadar ve devamlı olarak kendini su yüzünde tutma gayreti içinde olduğu belli. Mihran’ın atak karakteri ve “önce iş, sonra hesap” yaklaşımı ise bu durumu daha da zorlaştırmaktadır. Diğer taraftan, imkânlar göz önüne alındığında, kabul etmek gerekir ki, bu yaklaşım olmadan bugüne kadar hiçbir şey gerçekleşmiş olmayacaktı.
Hemşinliler derneğinde ise işler daha farklı yürüyor. Dernek lokalleri, maddi sıkıntının başlıca problem olmadığını göstermektedir. İşler de daha düzenli yürüyor burada. Ziyarete gittiğim gün, onların da toplantı günüydü ve toplantı saatinde yirmi küsur kişi hazırdı, tam saatinde de benimle olan görüşme bitti ve herkes toplantıya geçti. Sohbetimiz esnasında örgütlenme problemleri olduğunu belirtmelerine rağmen hayli yol almış durumdalar ve Orta Asya’daki akrabalarıyla bağlar kurup, onlarla kız alıp vermeye dahi başlamışlar. Derneğin kurucuları Hopa (doğu) Hemşinliler, Rize (batı) Hemşinlilerle temaslar içindeler ve şimdilik daha çok Rize Hemşinlilerin entelektüel kesimi kendilerine destek vermekte. Dernek, bir “Hemşin Derneği” olmakla birlikte bir “hemşerilik derneği” olarak ön plana çıkmamakta, etnik vurgulamadan ise özellikle kaçınılmaktadır. Öncelikli yaklaşım, kültürün, özellikle de dilin korunmasına yöneliktir. Globalleşme ve şehirleşme, son yıllarda Hemşin kültürünü hızla eriten ciddi bir problem oluşturmaktadır. Büyük şehirlere göçün getirdiği karma evlilikler, gençlerin ve çocukların artık Hemşinceye vakıf olmamaları, yayla kültürünün yok olması, köy yaşamının unutulması ve özgün danslar ile müziğin kaybolmaya yüz tutması karşısında bazı bilinçli Hemşinliler öncelikle unutulmaya yüz tutan müziklerini derlemeye başladılar. Sorunun çok daha derin ve büyük olduğunu anladıklarında ise bu derneği kurmanın elzem olduğunu anladılar. Kültürlerini, dillerini yaşatmanın ne ölçüde mümkün olduğunu bilemiyorlar, fakat gerçek onlara fazla bir ümit vaat etmediğinden dolayı en azından ciddi akademik araştırmalar yaparak (yaptırarak) dillerini yarınki araştırmacılara devretmeyi düşünüyorlar. Bu arada, kültürlerini de yaşatmak amacıyla kaval, tulum ve dans kursları düzenlemekteler.
Görüldüğü gibi bu iki derneğin sorunları ile yaklaşımları birbirinden hayli farklı. Biri elindekini yaşatmaya çalışırken, diğeri kaybettiğini elde etmeye çalışmaktadır. Biri, bu çalışmayı yaparken, kaş yaparken göz çıkarabileceğinin bilincinde olarak etnik vurgulamadan (haklı olarak) mümkün olduğu kadar kaçınmaktayken, diğeri vurguyu özellikle bu yönde yapmaktadır. Çünkü birincisi, hasım toplum arasında kendisine yeni bir farklı kimlik yaratarak, iç evlilikler sayesinde günümüze kadar asimilasyondan kaçınabilmiş, diğeri ise yaren toplum arasında kendi kimliğiyle yaşayıp karışarak dilini, dinini gönüllü asimilasyona uğratıp kaybetmiş, bu kaybedileni tekrar bulma derdindedir.
Bu durumda en enteresan olanı ise, iç evlilikler sayesinde günümüze kadar etnik olarak saf kalmış olan Hemşinlilerin, kendilerini kesinlikle Ermeni kimliğinden soyutlamaları, karma evlilikler sayesinde etnik olarak karışmış olan Dersimlilerin ise kendilerini Ermeni olarak ifade etmeleridir.
Günümüz şartları da daha fazlasına elvermemektedir. Umarız zaman tüm taşları yerine oturtur.
Diran Lokmagözyan
Akunq.net
Leave a Reply