Yönetmen Hüseyin Karabey, Rakel Dink’in, eşi Hrant Dink’in cenazesinde okuduğu mektubu ‘Hiçbir Karanlık Unutturamaz’ adıyla filmleştirdi. İlk gösterimi Cenevre’de yapıldıktan sonra Türkiye’de İstanbul Film Festivali’nde ve Politik Oyunlar Festivali’nde seyirciyle buluşan film üzerine Hüseyin Karabey’le konuştuk.
• 19 Ocak günü ne yapıyordunuz?
Gitmek filminin montajını yapıyordum. Haber gelir gelmez kendimi sokakta buldum. Bir anda gazetenin önüne gittik. Çok öfkeliydim. Cenaze günü de çok öfkeliydik. Ayrıca insan bu gelen felaketi engelleyemediği için hem kendini de suçlu hissediyor. Cenazede sanki biri bana sataşsa da üzerine çullansam gibi bir his vardı içimde. Bence yüz binlerce insanda bu hisle geldi oraya. Sonra birden Rakel Hanım’ın inanılmaz mektubunu dinledik ve mektup üzerimizde derin bir etki bıraktı. Ben o anda da bunun olağanüstü bir şey olduğunun farkındaydım ama o günün kendisi zaten o kadar olağandışı bir gün oldu ki o mektuptan sonra… Rakel Hanım biraz olsun haklı öfkesini bizimle paylaşsaydı çok kötü şeyler olabilirdi o gün. Rakel Hanım’ın ruh hali o inanılmaz sesi, o inanılmaz mesajıyla bize de geçti. Parçası olmaktan gurur duyduğum ama keşke hiç olmasaydı diye düşündüğüm bir gündü.
• O konuşmanın üzerine film çekme fikri nasıl doğdu? O anda mı geldi aklınıza?
Hayır. Aslında bir olay yaşandığı zaman hemen onla ilgili film yapmak bir sanatçıdan çok habercinin işidir. Sanatçının o gün ne olduğunu algılayabilmesi ve bunu bir sanat eseriyle tekrar yorumlayabilmesi için arada mesafe olması lazım, bunun için de biraz zaman geçmesi gerekiyor. O mektup benim aklımdan hiç çıkmadı ve hep şunu düşündüm: “Neden kimse bu mektup üzerine tekrar tekrar düşünmüyor?” Mektup gerçekten olağanüstü bir şey. İnsan en yakınını kaybettikten iki gün sonra böyle bir şeyi nasıl yazabilir? O mektupla ilgili bir şey yapmayı düşünüyordum ama ne olduğunu bilmiyordum. Mektubu tekrar tekrar dinleyince anladım ki aslında yapmamız gereken tek şey bütün o bizim dikkatimizi dağıtacak unsurlardan sıyrılıp mektubun söylediğine odaklanmamızı sağlayacak bir tarz bulmak. O da işte daha çok sese odaklanan ya da sesin söylediği soyutlamayı yapmamıza yardımcı olan bir animasyon.
• Bu teknikle gerçeği farklı bir düzeyde mi algılıyoruz?
Aslında gerçekle kurmaca arasında sanıldığı kadar çok büyük fark yok. Sinema hep bunu tartışmıştır belgesel mi gerçek kurmaca mı gerçek diye. Bence belgesel kurmacadan daha kurmaca bir şey, çünkü en azından seyircileri kurmaca diyerek kandırmıyorsunuz; diyorsunuz ki, “Olan her şey gerçek.” Ondan sonra siz istediğiniz şeyi orada manüple edebilirsiniz. Sanat bence gerçeğe bakarken hatırladığımız ayrıntılarda gizli. O yüzden gerçekten yola çıkarak ve bazen gerçeğin kendisini de kullanarak bu türden bir kurguya gidilmesi, bence sanatın gücünü ve soyutlayabilmemizi kolaylaştıran en ciddi etkisi. Mesela burada en ciddi etki öncelikle sesin kendisinden kaynaklanıyor. İkinci olarak gördüğümüz görüntülerin aslında o güne dahil olduğunu ve birebir benzeri görüntüleri hatırlıyoruz. Ama, siz orada benim göstermek istediğim ayrıntıları görüyorsunuz. O yüzden tekrardan üretilen bir gerçeklik diyebiliriz.
• Nasıl hazırlandınız?
Filmi animasyon şeklinde yapmaya karar verdiğimde Hrant Dink Vakfı’ndan Sera Dink ve diğer arkadaşlar çok yardımcı oldu. Önce var olan bütün görüntüleri toparladım, onları kabaca montajladım. Sonra da iyi bir animasyon sanatçısı aradım. Bir arkadaşımın önerisiyle Aksel Zeydan’la tanıştım. Fikrimi paylaştım, beraber yeni bir şey geliştirmeye çalıştık. Toplam 7 ay çalıştık. Tek tek yedi bin kareye yakın çizim yapıldı.
• İlk gösterim yurtdışında oldu. O nasıl geçti?
Ben yurtdışında nasıl hissedileceğini tam bilmiyordum ama herhalde insanın temel değerleri üzerine yapılan filmler her yerde aynı etkiyi gösteriyor. Sonuçta eşini kaybeden bir kadının bir aşk mektubu, son mektubu söz konusu. Her yerde İstanbul’daki tepkilere benzer tepkiler alıyorum. Mesela salon bir süre yerinde çakılıp kalıyor, kalkamıyor.
• Tekrar seyirciyle buluşacak mı?
Şu an Venedik Bienali’nin paralelinde düzenlen bir sergide gösteriliyor. Üç ay boyunca Akdenizli sanatçıların oluşturduğu ‘Akdeniz Yaklaşımı’ adlı bir sergide de yer alacak. Türkiye’deki festivallerde de göstermeyi ve ulaşabildiğimiz kadar izleyiciye ulaşmayı planlıyoruz.
• Politik oyunlar festivalinden başka filmleriniz de gösterildi. Nasıl dahil oldunuz?
Türkiye’de politik oyunların nispeten az olması ya da ciddi- ye alınmaması beni üzüyordu. Çünkü bir kere Türkiye’de hayatın kendisi çok politik. Mustafa ve Övül Avkıran’dan gelen teklif üzerine insan hakları temalı filmlerim Politik Oyunlar Festivali’nde gösterildi. İlk filmim olan, ‘96 1 Mayıs’ında Kadıköy’de yaşanan ve üç kişinin öldürülmesiyle sonuçlanan olayları anlatan ‘1 Mayıs 2 Film’, sonra, kayıpları ve kayıp yakınlarının mücadelesini anlatan ‘Boran’, Avrupa’daki cezaevlerinde uygulamaları gösteren F tipine geçiş döneminde yaptığımız bir film olan ‘Sessiz Ölüm’, en sonunda da ‘Hiçbir Karanlık Unutturamaz’ seyirciyle buluştu. Festivale katılım çok fazla olmasa da çok önemli bir ilk adım diye düşünüyorum. Uzun vadede devam ederlerse Türkiye’ye ve genel olarak sanata pozitif yansımalarını göreceğiz.
“Agos”, Sayı:791


Leave a Reply