Yakutsk şehrinin forumundan 2014’te yayınlanmış (orijinal 2011) bir makale
http://forum.ykt.ru/viewmsg.jsp?id=29906303
Ондатра -барс йохтур табарыстар!
Leopar için misk sıçanı arkadaş değil! (türk atasözü)
Küreselleşme süreci birçok engeli tamamen ortadan kaldırdı ve birçok insana özgürlük ruhunu verdi, onları kendi hakları için savaşmaya sevk etti. Birçok ülke dağıldı: SSCB, Yugoslavya. Şimdi Irak da buna doğru gidiyor. Küreselleşme etnik kimlik algısına karşı tehdit oluşturur. Küreselleşme sürecinin hem olumlu hem de olumsuz yanları vardır. Olumsuz olan ise, bu sürecin aile, din geleneklerini yok edebilmesi ve dünyayı kolaylıkla kontrol edilebilen, yüzü olmayan monoton bir kitleyedönüştürebilmesidir. Özellikle Avrupa, Türkiye’den mevzuatımızın 301. maddesinin değiştirilmesini talep ettikten sonra, türk halkının bir oğlu olarak ben bunu hep içten protesto ettim. Ama bu hayatımda çok şey değişti.
Ben bir etnografım, ve onlarca yıldır antik ve modern mimari, şarkılar ve dansları, milli kostümleri, günlük yaşamı, düğün törenlerini, cenaze törenlerini, mutfagı, Türk evlerinin yapımının iç ve dış özelliklerini vb. inceledim. Türk halkıyla ilgili her şeyi inceledim.
Halkımın kültürüyle birçok kez gurur duydum. Ama ben, bir bilim insanı olarak, bu bilgi ve kültürü yabancı bir kültürün ya da kültür karşıtlığının etkisi altına girmesin diye genç nesillere aktarmalıyım. Bu nedenle ben bilmek istedim: Biz, modern Türklerimiz, kimiz, nereden geldik ve nereye gidiyoruz?
Ve ben gerçek bir vatansever olarak, atalarımın – Selçuklular, Oğuzlar ve Türkmenler – 12. yüzyılda Anadolu’ya nereden geldiğini görmek için atalarımın anayurduna – Orta Asya ve Altay Bölgesi’ne, Rusya’ya gitmeye karar verdim. Türk halkının köklerini, kültür tarihini, yaşamını, geleneklerini, dilini, aile ilişkilerini vb. tanımak istedim. Türkiye Türkleri ile Türk dili konuşan halklar arasında köprüler kurmak ve bakışlarını ortak köklerimize odaklamak istedim. O zamanlar bana bir halkının iki parçasıymışız gibi geldik ve pek çok ortak noktalarımız olmalıydı. Orta Asya ve Altay’da yaşayan kardeşlerimiz kendi topraklarında monoton bir hayatı yaşadılar. Elbette, Sovyet döneminde kültürel genişleme yaşayıp 70-80 yıl boyunca kayıplar yaşadılar. Ancak, bizim ve Türkiye Türklerinin biyolojik olarak öz biyolojik alanımızdan koptuğumuz 800 yıl da başka bir konudur. Yüzyıllar boyunca yeni bir medeniyet alanında yaşadık ve yabancı bir kültürün kültürel gelişimimize güçlü bir etkisi oldu. Yerleşim-aborjinlerin Selçuklular üzerindeki ana etkisidir.
Etnograflar bilir: Herhangi bir insanın kimliğini incelemek ve öğrenmek için, insanların zamanın etkilerine – şehirleşme, Batılılaşma, küreselleşme vb. – maruz kalmadığı uzak köylerde yürümeniz gerekir. Neyse ki etnograf için bu türlü yerler Orta Asya’da korundular. Tabii ki, tamamen sağlam haliyle değil, ama yine de Türkçe konuşan halkların yaşamı, gelenekleri, töreleri vb. hakkında bilimsel açıdan bir fikir veren birçok bilgi korunmuştur. Biz, Anadolu Türklerimiz, onlara hem görünüş, hem gündelik hayatı, hem de davranışıyla ne kadar benzemediğimize ben hayret ettim. Bizi tek bir ırksal türe sahip insanlar olarak nitelendirebilecek ortak hiçbir şey yok. Tüm bilgileri ve zengin materyali inceledikten sonra şu sonuca vardım: Türk grubuna ait Orta Asya ve Altay sakinleri antropolojik olarak Moğollar, ve biz, Anadolu sakinlerimiz, Türk grubuna ait Kafkas ırkıyız. Elbette Türkiye’de Moğol Anadolu Türkleri var, ama onlar azınlık. O zaman şu soru ortaya çıkıyor: Tek bir antropolojik ve ırksal türe ait değilsek, o zaman akraba halklar olduğumuzu nasıl iddia edebiliriz? Ve bazı politikacılar ve sanatçılar, çıplak gözle görülebilen dışsal farklılığımıza rağmen, abartarak, bizi kan kardeşler diyоrlar. Bazı tarihçiler Kafkasyalığımızı Ermeniler, Yunanlılar, Slavlar vb. ile karıştırmakla açıklar.
Ancak bu inandırıcı gelmiyor, çünkü karıştırma sırasında ırkların bazı karakteristik özellikleri, örneğin melezler ve metisler arasında olduğu gibi korunur. Türkiye’ye döndüğümde, 800 yıl önce Altay’dan Anadolu’ya gelen Türk boylarının torunlarını bulmaya karar verdim. Tarihimize yeni bir bakış açısıyla Türkiye genelinde seyahatlerime başladı. Türkçe konuşan halkların ortak özelliklerini bulmaya çalıştım. Müzik aletlerinin modlarını, melodi tasarımlarını, dansları, milli kıyafetleri, törenleri, gelenekleri, masalları karşılaştırdım. Tek kelimeyle – bir ırkın, insanların, kabilenin özelliklerini karakterize eden her şey. Ortak özellik yoktu! Ve Türk olmadığımızı anladım! Benim için korkunç bir şoktu. Şu soru benim canımı sıktı: Türk değilsek biz kimiz? Ve Türkler kim? Hem Türk kaynakları ve eserleri, hem de yabancı kaynakları inceleyerek (uzun zamandır yabancı kaynakları ve eserleri kullanma fırsatımız olmadı), Türklerin Anadolu’da nasıl ortaya çıktığını kısaca anlatacağım.
12. yüzyılda Altay ve Orta Asya’dan, tarihte ak ve kara koyunlu, oğuz vb. adlarıyla bilinen bazı Türk boyları, bozkırlarında kendileri ve koçları için geçim imkânı bulamayarak güneydoğuya taşınmışlardır. Çin topraklarına baskınlar başladı. Ve bu, Çinlileri Türk akınlarından ve her türlü dış etkiden korunmak için devasa bir duvar inşa etmeye zorladı. Çin duvarının inşasından sonra Türklerin orada hayatta kalması imkansız oldu ve İran’a, Ermeni Yaylalarına ve Küçük Asya’ya taşındılar.
Resmi tarih yazımımız Osmanlı İmparatorluğunu çok olumlu bir şekilde sunuyor. Bizim ders kitaplarımız büyük Turan’ın fikirleri, vatanseverlik, gururla dolu. Televizyon, Osmanlı İmparatorluğu tarihini o kadar güzel gösteriyor ki, gerçekliği düşünemiyorsunuz bile. Ve atalarınız için gurur duyuyorsunuz. Bizde böyle yazarlar. Ve diğer halkların devletimizin oluşumu hakkında yazdıklarıni bilmiyorduk ve yabancı yazarların veya yabancı kaynakların eserlerini kullanma girişimleri çok riskliydi. Ancak daha sonra İnternet ortaya çıktı ve tüm bilgiler kolayca bulunabilir hale geldi. Ve yabancı kaynaklarda bulduğum şeyler beni şok ettiler. Birincisi Türklere karşı nefrettir. Büyük Fransız Victor Hugo’nun Türklerle ilgili sözlerinden incindim ve kırıldım: “Yıkım, ölüm, soygun ve şiddet gördüğünüz yerde, oradan bir Türk geçtiğini bilirsiniz.” Ama gittikçe Hugo’nun haklı olduğuna ikna oldum.
Başibuzuk – Türkçeden tercüme – komutasız asker – milis
Selçuklu Türklerinin Küçük Asya ve Ermeni Yaylalara yerleştikleri günden itibaren demografi ile ilgili sorunlar yaşamaya başladılar. Sayısız savaş ve kayıptan sonra, genç, henüz yeni ortaya çıkan bir devlet askersiz kalabilip durumunu kaybedebilirdi. Ordunun doğal bir şekilde kendini yeniden yaratmasının artık gerçek olmadığını anladılar. Sonra bu sorunu farklı bir şekilde çözdüler. Ordunuzu ikmal etmenin en hızlı yolu, tebaanızın çocuklarını almaktır.
Türkiye’de yaşayan Hıristiyan halkların türkleştirilmesi çok acımasız bir şekilde gerçekleşti. Pek çok Hıristiyan – Rumlar, Ermeniler, Slavlar, Asuriler – o dönemin büyük vergilerini ödeyemediler. Devlet, doğal ürünlere ek olarak para da aldı ve köylülerin parası yoktu. Ticaret mübadele yöntemiyle yapıldı. Vergi ödeyemeyen Hıristiyanlar fiziksel olarak istismar edildi ya da idam edildi, çocukları ve eşleri ise vergi yerine götürüldü. Birçoğu İslam’a geçmek zorunda kaldı. Giderek Hıristiyanlar ülkeyi terk etti. Öte yandan, zamanla, çoğu Türkçe konuşan ve bir süre sonra – Türkler oldu.
Bütün bu gerçekler uzun zamandır herkes tarafından biliniyor, ancak Türkiye’de yaşayanlar tarafından bilinmemektedir. Resmi yorumlama sürecinden en ufak bir sapma için, yetkililer ağır şekilde cezalandırıyorlar. Prensipleri: Osmanlı İmparatorluğu hakkında iyi ya da hiç bir şey…
Türkiye halklarının kitlesel Türkleştirme politikası, hem Selçuklular, Osmanlılar hem de Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir siyasi önem taşıyor; çünkü Küçük Asya ve Ermeni Yaylalarının yerli halklarının etnik kimliğinin canlanması Türkiye’nin ölümüne yol açacaktır.
Türkiye’de safkan Türk olmadıgını demiyorum. Tabii ki var. Bugün Selçukluların ve Türkmenlerin mirasçıları – nispeten safkan Moğol Türkleri – Türkiye’nin bazı bölgelerinde yaşıyor. Doğal olarak tamamen ortadan kalkamadılar.
Açıkçası, Selçukluların torunları oldukları için suçlanmamaları ve atalarının zalimce davranışlarından sorumlu olmamaları gerektiği için kompakt ikamet yerlerini belirtmek istemiyorum. Biz tek bir ülkenin vatandaşlarıyız ve etnik kimlik yolundaki yurttaşlarımızdan herhangi biri köklerini, atalarının ruhunu tanır, kabul eder ve saygı duyarsa ve onların anısını onurlandırırsa, o zaman etnik köken seçmek konusunda özgürdür. Bu fikir birçokları için gülünç veya kışkırtıcı görünebilir, çünkü bir peri masalı canavarı gibi çok büyük korku içimizde oturuyor. Türkleştirilmiş babalarımızdan ve büyükbabalarımızdan bize geçen bu korku, hala bilinçaltımızda yaşıyor.
Bence şimdi başka zamanlar geldi. Bu korku yükünü bir kenara atıp gerçekle cesurca yüzleşmenin zamanı geldi. Bu gerçek, orijinal köklerinizi yeniden keşfetmekle ilgilidir. Bugün Türkiye’de, en üst düzey memurlardan sıradan vatandaşlara kadar herkesin bir etnik kimlik sorunu var.
Birçok insan soracak: Neden tam şimdi etnik kimlikten bahsediyorum? Cevap vereyim. Son zamanlarda, daha çok, daha sık ve daha cesurca Ermeni halkının soykırımının yanı sıra Yunan, Süryani ve hatta Kürt halklarının soykırımları hakkında konuşmaya başladı. Çevremizde Ermeni, Rum, Süryani, Slav kökenlerini gizlemeyen insan sayısı gün geçtikçe artıyor. Fethiye Çetin’in hikayesi tüm Türkiye’yi sarstı. Ve bu şekilde daha kaç Ermeni kız tehcir sırasında zorla kaçırılıp sonra türkleştirildi …
Yurttaşlarıma hitap ediyorum. Sevgililerim benim, aile hikayeninizi yazın, sorumluluk duygusu ile dürüst ve şefkatle yazın. Atalarımızın ruhları huzursuzdur ve Evrenin sonsuz genişliğinde dolaşır. Ailelerini, çocuklarını ve torunlarını kurtarmak için dini değiştirdiler. Aksi halde, sen ve ben olmazdık. Atalarımızın hatırası köklerimize dönüşü gerektirir.
https://aftershock.news/?q=node%2F388643&fbclid=IwAR09VYjCIAZqyGhpDAl7axhmoUtUDna7niV4IVRLDMzibpRd-5FshKE81zc
Profesör Mahturk
Leave a Reply