Alin Ozinyan
Türkiye’deki Ermeni okulları, diğer azınlık okulları gibi Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlıdır. Ermenice dil dersi ve Hıristiyanlığın anlatıldığı din dersi dışında diğer okullardan içerik olarak pek bir farkı yoktur bu okulların.
Ermeni tarihi diye bir ders olmadığı gibi, Türk tarihi dersini ise yine bakanlığın “uygun gördüğü” ve yolladığı öğretmenler verirler.
Bayrak fetişizmini en net biçimi ile görebileceğiniz, gereğinden fazla Atatürk büstü, köşesi ve diğer ideolojik simgeler bulundurulması istenen bu okullar devlettin “sinsi” siyasi ajandası ile yönetilir. Ermeni bir müdür olduğu halde, Ermeni müdürün bile çekindiği bir “Türk müdür yardımcısı” vardır örneğin.
Okuldaki herkes hatta müdürün kendisi bile böyle der: “Türk müdür yardımcısı”. Aslında bu hitap, TC vatandaşı olan bir Ermeni’nin, devletin anladığı hatta Anayasa’nın da emrettiği şekli ile “Türk” kabul edilmediğinin şahane bir tezahürüdür.
Bir müdür vardır, bir de “Türk” müdür… Demek ki ilki Türk değildir! O zaman Ermeni’dir, mantık bunu gerektirir, ama olmaz, bu hitap “bölücülük” olarak kabul edilir.
Türk müdür yardımcısı, devlettin okuldaki gözü kulağı, hadi kabalaşalım, bekçisidir aslında.
Müdür yardımcısı eski “hocalarım” okuyorlarsa affetsinler, “azınlık çocuğunu” İstiklal Marşı, Andımız ve Türk bayrağı “terörü” ile ilk tanıştıranlar bu insanlardı.
Misal, henüz saf bir ilkokul öğrencisi iken 10 dakikalık teneffüste kaşarlı tost yeme planları yaparak hızlı adımlarla kantine inerken, koridorda sizi “Ermeni okullarından Türklüğü yayma ve geliştirmeden sorumlu timin” bir parçası olan müdür durdurup “Kızım ön bahçedeki Atatürk büstünün altında ne yazıyor, söyle bakalım!” diye sorabilir.
Cevabı bilemediğinizde sinirlenir, “Bu okuldaki, her büstün, her duvarın altındaki yazılar ezberlenecek!” diyebilirdi.
O yaşta bu yapılanların, sadece bizi tostumuzdan ettiğini, mezun olunca okul hiyerarşisinden kurtulacağımız sanırdık, meselenin derinliğinden haberimiz yoktu.
AKP’nin hakkını vermek lazım. Son dönemde bahsettiğim bu ve benzer saçmalıklar azaldı, 60 bin TC vatandaşı kendi halinde Ermeni’nin “milli tehdit” olamayacağını AKPliler şaşırtıcı olsa da anladılar ve daha sağlıklı, daha akılcı bir “azınlığı baskılama” siyaseti uyguladılar.
Moda’da yaşadığımız 90lı yıllarda, 13 yaşlarındayken, bir 29 Ekim’de, müdür yardımcısının okul yeleğimizin yakasına dikilmesini emrettiği bez Türk bayrağının boyu yaklaşık 20 santimetreydi. Evden okula varana kadar, insanların bana bakışını ve yaşadığım tuhaf duyguyu bugün bile anlatmakta zorlanıyorum.
Türk Müdür bey, bize bayrağı sevdirmek, bizi “Türk” yapmak istiyordu. Küçük yaşta bizi bayrakla, marşla terbiye edip, özellikle kızlara “Türklerle evlenin, kaynaşmalısınız!” demesi çocuk da olsak kuşkulanmamıza yol açıyordu. Oysa biz zaten o bayrağı seviyor, kendimizi bu ülkenin vatandaşı hissediyor, gayet güzel kaynaşıyor ve en önemlisi burayı vatan biliyorduk.
Aynı yıl, çok sevdiğim “Türk” müzik öğretmenimi ziyarete gittiğim bir gün, onun da eski müzik öğretmeni evindeydi. Üç nesil, çay içip sohbet ediyorduk. Öğretmenin sinirli bir şekilde “Bu müdür yardımcısı da çok oldu hocam, geçen veli toplantısı vardı, öğretmenler odasından beni çağırttı, toplantı öncesi velilere İstiklal Marşı söyleteceksin dedi. Gittikçe saçmalıyor artık, veliye marş mı okutulur!” deyince, kıdemli öğretmenin hassas duyguları gün yüzüne çıktı!
“Kızım Ermeni okulu değil mi orası, her gün, her ders başı söyleteceksiniz!” dedi.
Ben izin isteyip kalktım, öğretmenim üzüldü ama ses çıkaramadı. Benden sonra “vatansever kıdemli hoca” eminim daha bir çok milli taktik sıralamıştır “Türk” Müzik öğretmenime…
Bu bayrakla “dövme”, marşla “eziyet etme” durumunun 12 Eylül döneminde cezaevlerinde resmi bir işkence olduğunu öğrendiğimde çocukluk günlerime daha bir acıyarak bakmaya başladım. 6-7 Eylül’deki talanlarda bayrakların ellerde olduğunu, sünnet edilerek öldürülen bir kaç papazın karnına Türk bayrağı saplandığını öğrendiğimde olduğu gibi…
Dink öldürüldüğünde, Samast’ın polis karakolundaki bayraklı görüntülerini saymıyorum bile… Sadece Ermeni konusunda değil, Sivas Katliamı’nda, olmadık mitinglerde, yolsuzluk- hırsızlık hatta çocuk tecavüzlerinden sonra failler bu bayrağı çatı bildi, altına saklandı.
Türk bayrağı bir “pislik örter” olarak kullandı. Bayrağa hak ettiği saygı ve sevgi verilemedi. Kapsayıcılığı değerlendirilemedi.
Bayrak tuhaf insanların elinde, sapıkça bir milliyetçiliğin simgesi, oyuncağı haline geldi. Aynı ezberletildiği gibi, “Mavi göklerin beyaz ve kızıl süsüne, onların gözüyle bakmayanın mezarı kazıldı, bayrağı selamlamayan uçan kuşun yuvası bozuldu!”
Geçen hafta, ABD’nin Los Angeles kentinde iki Ermeni okuluna; Encino’daki Ferrahyan ile Canoga Park’taki AGBU Manukyan-Demirciyan’a, siyahlar giymiş maskeli bir kişi tarafından Türk bayrakları asıldı.
Çocuklar ve velileri korktu. Polis olayın “nefret suçu” kapsamında soruşturulduğunu açıkladı. Türkiye’de bu korkuya anlam verilemedi, “büyütüyorlar” denildi.
Haklılar. Dünyanın farklı yerlerindeki Ermeniler, İstanbul Ermenileri gibi soğuk kanlı değil. 2015-2016’da Ermeni okullarının duvarlarına yazılan “Size Kürşat’ın Kinini Getirdik!” ya da “Bir Gece Ansızın Gelebiliriz!” hatta Dink’in ölüm yıldönümü 19 Ocak’ta “Azap Ermeni’ye” yazılarını görüp hayatlarına olduğu yerden devam edemiyorlar diğer Ermeniler, korkaklar hatta olaycılar biraz.
Los Angeles Belediye Başkanı Eric Garcetti yaptığı açıklamada, “Her çocuğun korkmadan okula gitme hakkı var. Ermeni-Amerikan topluluğunun bu tehditkar davranışın arkasında kimin olduğunu bilmesi gerek, Los Angeles polisinin bunu kimin yaptığını bulana kadar çalışmaya devam edeceğini biliyorum” dedi.
Türk basını sinirlendi “Türk Bayrağına Nefret Suçu” tadında haberler yayınlandı. Şaşırmadık, okuduğunu anlayamayan büyük bir çoğunluk var.
Birkaç aklı başında insan “Türk bayrağının evine asması suç değil, gizlice bir Ermeni okula asması suç” dediyse de anlayan pek olmadı sanki.
Normal; Türkiye’de nefretin suç olabileceği kimsenin, hatta hukuk insanlarının bile kabul edebileceği bir durum değil. Ermen, Yahudi, Kürt kelimeleri siyasiler tarafından bile küfür ve hakaret olarak kullanılırken, bunun kavgasını vermek, bu suçtur demek hem yorucu hem de bizi bir yere götürmüyor, nefret suçu kapsamında ceza alan neredeyse kimse yok.
Belki hatırlayanınız vardır, 2011’de Zincirlikuyu’da bindiği taksici tarafından Ermeni olduğu gerekçesiyle hakaretlere maruz kalan ve dövülen bir Ermeni kadın olayın ardından taksiciden şikayetçi olmaya karakola gitmiş, polisin “saldırganın tehlikeli ve çevresinin geniş” olduğunu söylemesi üzerine paniğe kapılmış şikayetçi olmaktan vazgeçmişti. Polis vazifesini yapmış, Ermeni kadını şikayetçi olmaması konusunda uyarmıştı.
Samatya’da, Kasım 2012- Ocak 2013 tarihleri arasında, yaşlı Ermeni kadınlara yönelik saldırlar ve cinayetler yaşandı. Olayların hırsızlık olmadığı kısa sürede anlaşıldı, öldürülen yaşlı kadınlara yapılan işkence sırasında vücutlarına bıçakla haç figürleri çizildiği ortaya çıkınca polis davaya gizlilik kararı getirdi. İHD ve Ermeni cemaatinin bir kısmı olayı kurcalamaya başladığı gibi Türk Polisi “suçluyu” hemen yakaladı.
Yakalanan, ruh sağlığı yerinde olamayan Murat Nazaryan adında kimsesiz bir Ermeni’ydi. Suçunu kabul etmişti. Avukatlar görüştüğünde “Ben sineği bile incitemem” diyen hasta adam, Türk Polisi’nin “mutlu sonu” için en uygun figüran olmuştu.
24 Nisan 2011’de askerliğinin son günlerinde vurulan Ermeni er Sevan Balıkçı’nın katilinin ilk anlarda ismi tespit edilememiş ama olayın “şakalaşırken” yaşandığı o an basına servis edilmişti. Katil zanlısı bugün hala serbest, cinayetin ise Ermeni Soykırımı anma gününde gerçekleşmiş olması “tamamen tesadüf”.
Kısaca, bu ve benzer saldırılardan önce de, sonra da tam bir “Yutmazsan, gargara yap!” dönemi yaşıyor Ermeniler.
Okullara bayrak asılması ve benzer olaylar, çok tandık ve hala devam eden bir kuşatma, bir fethetme daha doğrusu fethedemem sorunundan kaynaklanıyor.
Van’daki Ahtamar Adası’ndaki kilisenin açılışında kiliseyi neredeyse görünemeyecek hale getiren devasa bayraklar, Kürt illerinde dağlara “Ne mutlu Türküm diyene” yazıları, hatta Doğu Roma İmparatorluğu’nun 5. Yüzyılda inşa ettiği Ayasofya’ın bir Ortodoks katedrali olduğunu unutturmak için verilen çabada olduğu gibi…
Fethedileni fethettiğine inanamama, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ile “Türk” kabul ettiğinin Türklüğüne itimat edeme gibi…
Her gün, her an, bayrağı, marşı Türklüğün tüm simgelerini karşısındakinin kafasına sopa gibi vurup, onu Türkleştirmeye çalışmak ve trajikomik olsa da, beyan ettiği halde hiç bir zaman Türkleştiğine, bu ülkeye sevgi duyduğuna inanmak gibi…
Özetle, Türkiye’de özellikle azınlık gruplara karşı işlenen nefret suçları cezalandırılmıyor, bu açıdan “asli unsur olmayanlara zulmetme” konusunda fail ile devlet arasında yazılmamış bir mutabakat var. Fakat bu marazi durumun Amerika’da cereyan etmesi, Amerika’daki Ermeni okulunun fethedilmeye çalışılması “Nerden baksan tutarsızlık, nerde baksan ahmakça…”
https://ahvalnews.com/tr/turkiye/turk-bayragi-ve-tedavisi-olmayan-fetih-ruhu#
Leave a Reply