Hrant Dink’siz 12 yıl

Alin Ozinian

Önce aralık geliyor, yılbaşı telaşı…

Çocuklar,  Noel ağacının, istedikleri hediyenin derdine düşerken biz “yetişkinler”, kendimizce yılın nasıl geçtiğini yorumluyoruz, gelecek senenin ne getireceğini kestirmeye çalışıyoruz…

Nafile.

İstanbullu Ermenilere özgü sofralar kuruyoruz; topikler, zeytinyağlı dolmalar, sakızlı çörekler…

Yılbaşı biter bitmez bu kez Noel patırtısı başlıyor, 5 Ocak gecesi büyük gece, illaki balık yenecek, hatta Ermenistan Ermenileri bir de iç pilav yapıyorlar yanına…

Tüm bu heyecan ve coşku içinde insanın içini bir şeyler kemirmeye başlıyor, 19 Ocak yaklaşıyor, tatsızlaşıyor her şey…

12 seneden beri böyle, bayram neşesiyle geliyor gibi oluyor ama hızla hüzne, özleme, ardından alışılamayan adaletsizliğe, bastırılamayan öfkeye, bir de barışılamayan iki yüzlülüğe bırakıyor yerini..

“Hrant’ı vurmuşlar televizyonu aç!” cümlesi ile başlayan 12 yıllık bir süreç…

“Her vurulan ölür diye bir şey yok!” diyerek aranan kumanda…. Kan, yere serili gazeteler, altında Hrant Dink’in bedeni, koşuşturma, ağlayanlar, polisler, uçuşan gazeteler…

Ne kadar hızlı oldu her şey; mumlar yakıldı, karanfiller, öldüğünü kabul ettik demek ki diye düşündüm, yas tutulmaya başlandı bile…
Yakalanmış vuran, beyaz beresi var, otobüsle memleketine dönüyormuş, hiç acelesi yok demek…

Bereli çocuğu, karakolda buyur ettiler, çay verdiler, vatanseverliğini, erkekliğini övdüler. Bayraklı bir fotoğraf da gerekti, “Şöyle dur” dediler, “Vatan Toprağı Kutsaldır Kaderine Terk Edilmez, gözüksün o yazı!”

Dinledi abilerini, bir bayrak arkasında, bir bayrak elinde poz verdi. O, vatanı kaderine terk etmemenin gurur ile baktı etrafta, abileri ise hemen servis ettiler bu fotoğrafı. Çarşaf çarşaf her yerde.

Genç bir katilin değil, kadim devlet geleneğinin fotoğrafıydı bu.

Siyah paltolar, yakalarda Hrant Dink’in sureti ve “1954-….” Cenaze çok kalabalık. Öldüğünü kabullendik bir kere, defnedeceğiz…
Ardından, “Bu kurşun Türkiye’ye sıkılmıştır” dedi biri. İnandık.

Sokaklar doldu taştı. Koca kalabalıklar “Hepimiz Ermeniyiz” dedi, bir ağızdan, bağırarak. Ağlarken, sevindik… Öldükten sonra bile yapabildiği şeye şaşırdık!

“Kendim yaptım, yazıları kanıma dokundu” dedi bereli… “Geldim, buldum, vurdum!”

Ne kanmış, ne kolaymış…

Öldürecek kadar nefret ettiler, hiç anlamadılar, hep düşman gördüler, peki ya bu yürüyenler, haykıranlar, bu cinayetin peşinden gidenler….

Ölümünden 12 sene sonra “Türkiye çok kutuplaştı” diyorlar.

Devletin birçok kademesinin planladığı ve katıldığı bir “Mutabakat Cinayeti” akabinde bir Ermeni için caddeleri kapatan kalabalıklar; devletin “Türklüğü aşağıladığı” için yargılamaya çalıştığı bir adamı anlayanlar ve sahip çıkanlar … Aynı ülkede bundan ala kutuplaşma, bundan büyük fikir ayrılığı mı olur…

12 senedir devlet ve “insanlar” karşı karşıya; Samast sureti ile kameralara poz veren devlet ve sayıları gittikçe azalan davanın takipçileri.

Cinayetten iki gün sonra İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah “Olayın siyasi boyu ve örgüt bağlantısı yoktur!” dedi.  Meali şuydu: “Aramayın! Bulursanız da aydınlatacağımızı beklemeyin.”

Cerrah’a itimat etmeyip, dosyaları, tutanakları, kısaca hukuki süreci yakından takip edenler için gerçek gittikçe çıplaklaştı, gün geçtikçe tahammül edilmez oldu: “Ben geliyorum diye bağıran, engel olunmayan, devlet görevlilerinin organize ve icra ettikleri bir cinayet ve bulunmak istenmeyen failler.”
Onlar gururlandı, biz utandık. Onlar sakladı, korudu, kolladı, biz kahrolduk. Onlar kazandı, Türkiye kaybetti.

Tüm bunlar hala içimizi acıtırken, Türkiye’de olup bitenler karşısında zaman zaman “Hrant abi yaşasaydı acaba buna ne derdi, ne yorum yapardı?” diye sormaktan 12 yıldır kendimi alamıyorum.

Özellikle son yıllarda bunu daha da çok yaşıyorum.

Tahir Elçi öldürüldüğünde, Sur’daki operasyonlar sırasında, Osman Kavala için ortada hala bir iddianame yokken, Demirtaş hakkındaki AİHM açıklaması ardından hızla hüküm giydiğinde, Ahmet Altan “Gelecek birkaç yıl için, geçmişi yakıp, bildiğim yoldan vazgeçmem,” dediğinde, imzacı akademisyenler yargılandığında, yüzlerce çocuk ve bebek cezaevine konulduğunda, sivil toplum kuruluşları bir bir kapanırken, basın çoktan işlevini kaybetmişken, insanlar Türkiye’yi terk ederken, Hrant abi ne derdi, ne yapardı?

Tüm bu olanların ardından, “Ben vatanımı bırakmam, gitmem!” mi derdi hala?

Peki kalsaydı, hangi örgüte yardım etmekten, hangi terör faaliyetine ortak olmaktan yargılarlardı acaba onu? O saçma sapan halihazırdaki iddialara mı maruz kalırdı, yoksa onun için özel, fiyakalı, yeni bir örgüt, yeni bir suç yaratırlar mıydı?

Portakal keserek yapılan sokak protestolarına, televizyonda doların yükselmesine tepki olarak, stüdyoda Trump maskesi takarak dans eden bir kadına dolar fırlatılmasına, Ermenilere düşman 22 kişiden oluşan yerel dernek başkanlarının bilmeyerek dernek duvarını Ermenistan bayrağı renklerine boyamasına, sonra kahrolmasına, gülerdi değil mi?

Suriyeliler konusundaki tartışmalar hakkında ne düşünürdü acaba, mazlumun yanında olurdu şüphesiz…

Paylan’ın mecliste yaptığı konuşmalardaki Ermenice kelimelerinin tutanaklara “X” olarak geçmesine ne tepki gösterirdi mesela? O hafta ne başlıkla çıkardı Agos?

Yaşasaydı, o da milletvekili seçilmiş olur muydu acaba? Elinin tersiyle iterdi belki, ya da bir kazanımdır diye kabul ederdi partilerden gelebilecek teklifleri, kim bilir… Etmiş olsaydı dokunulmazlığı çoktan kaldırılmış olurdu değil mi? Cezaevinde neler yapardı?

Peki ya, Ermenistan’daki sivil itaatsizlik günlerindeki tepkisi ne olurdu? Severdi Paşinyan’ı sanıyorum… Cesareti, insanları etrafına toplama kabiliyeti hoşuna giderdi…

Soğukkanlı bir tıp doktoru değil de, kırık-çıkıkçı gibi, anlık bir acı ile şifa veriri verir miydi yine? Gerçekle acıtır, sözleri ile iyileştir miydi hala insanları?

Bu toprağa, üstünde yaşayan halklara duyduğu sevgiyi en basit, en yalın kelimelerle karşındakinin kafasına sokmaya çalışır mıydı, dil döker miydi hala?

Hepsi bir tarafa, Türkiye’de bir Ermeni’nin de korkmadan yaşayabilmesini, özgürce konuşmasını isteyen, bu uğurda lafını esirgemeyen bir Hrant abisi olsaydı onun…

Öldürülseydi, katilleri bulmamakta kararlı devlet, gözü önünde her şeyin üstü örtseydi…. Hrant Dink ne yapardı?

Berelinin kafasının hemen üzerindeki yazıyı görüp, vatanını kendisinden korumaya çalıştıklarına, onu bu yüzden vurduklarına şahitlik etmiş olsaydı, hala devam edebilecek gücü bulabilir miydi içinde?

12 yıl sonra, bugün cevabını bulamadığım bu soru yankılanıyor kafamda, Hrant yaşasa ve Türkiye’nin bu halini görse, ne yapardı?

https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/node/36759?amp&fbclid=IwAR3zCeXGcowiqlMX8Ke86IcTTWj1klKuxgZnTdDy28y-qCOO_3Ety4a-kjI 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Hoş Geldiniz

Batı Ermenistan ve Batı Ermenileri’yle ilgili bilgi alış verişi gerçekleştirme merkezinin internet sitesi.
Bu adresten bize ulaşabilirsiniz:

Son gönderiler

Sosyal Medya

Takvim

December 2025
M T W T F S S
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
293031