Her gün bir yaprak düşer takvim sayfalarından,
her düşen yaprakla yüzlerce insan…
Bir Ermeni 1915 yılında doğmuş bir Ermeni’yle tanıştığında ne hisseder? Bence önce yüzüne güzelce bir bakıp, sonra yürekten “Yaşasın bu insan, çok uzun ve sağlıklı yaşasın” der.
O yılın çocuklarını düşünün. Kaçı bu günleri görebildi? Kaçı yollarda telef oldu? Kaçının babası gidip dönmedi? Kaçı açlıkla terbiye edildi? Yaşamak, uzunca bir süre yaşamak sadece birkaçına bahşedildi.
1915 doğumlu bir Ermeni tüm Ermeniler için kıymetlidir. Sözlü tarih çınarlarımızdan Ohan Mübayacıoğlu Özant’ı, 23 Şubat Pazar günü bir arkadaşım vasıtasıyla tanıdım. Evine gidip çayını, kahvesini içtim. O kadar güler yüzlü, samimi ve hoş sohbetti ki, bu sohbetlerin uzun yıllar sürebileceğini zannettim. Yanılmışım. Kunduracı Ohanik Usta’yı 1 Mart Salı sabahı kaybettik. Toprağı bol olsun.
• Bize biraz kendinizi anlatır mısınız?
Adım Ohan ama Amasya’da bana herkes ‘Kunduracı Ohanik’ der. Bizim oraların âdetine göre çocuk yaşta büyüğün adıyla hitap edilmez. Adım Ohan ya, küçültme eki koyup “Şimdi Ohanik diyelim, ilerde büyürsen Ohan deriz” demişler. Ben 14 Mart 1915’de Amasya’da doğdum. Babam Samsun Vezirköprülü Dikran Mübayacıoğlu. Ben doğduğumda sene babam askermiş, doğumumdan birkaç ay sonra izne Amasya’ya gelip beni görmüş. Zaten o sene bütün tanıdık gayrimüslüm askerler izine, evlerine gönderilmiş. Babam da onlarla izine gelmiş, beni görüp kucağına alıp sevmiş. Birkaç gün sonra askerler gelip gayrimüslim askerleri teker teker evlerinden toplamışlar. Askerler kapıya geldiklerinde mahallenin bakkalı gelip “Dikran, bu gidiş gidiş değil. Bunda bir iş var, gitme, kaç. Bağım var, oraya git saklan lütfen. Helvacı yokuşundan götürüyorlar sizi. Askeriye yolundan değil” demiş. Babam, “Ben Sıhhiye onbaşısıyım, bana kimse bir şey yapamaz. Ben devletin malıyım” deyip, ayağında terlik, omzunda postallarıyla Helvacı yokuşunda ilerlemeye başlamış. Sevkiyata tabi tutmuşlar. Gitmiş ve bir daha geri gelmemiş. Ben tek çocuğum. Annem Hayganuş Mübayacıoğlu bir daha hiç evlenmedi. Dayım ve annem beni büyüttüler.
• Çocukluğunuzda Amasya’da kilise var mıydı?
Ben küçükken Savadiye mahallesinde bir Ermeni kilisesi vardı. Herkes Savadiye Ermeni Kilisesi dediği için adını pek hatırlayamıyorum. Hatırladığım tek şey, Müslümanlardan ileri gelen bir kimsenin kilisenin bir köşesini kırdırıp Ankara’ya gönderdiği. Adam valiliğe bir yazı yazıp “Maili-i nidan”dır, yani kilise yıkılmak üzeredir diye bir dilekçe verdi. Kilise sağlamdı ama kimse gelip bakmadan yıktırıldı. Ben o zaman kilisenin yanındaki Ermeni mektebine gidiyordum. O mektebe ancak iki sene gidebildim. Kiliseyi yıktıkları zaman mektebi de kapattılar. Bize “Bak, işte orada okul var oraya gidin” dediler. Ve ben o okulda, Tanyeri ilk mektebinde okumaya başladım.
• Başarılı bir talebe miydiniz?
Çok başarılı bir talebeydim. İlkokulu bitirdim. Ortaokulda okumaya başladığımda hedefim devlet memuru olmaktı. Ortaokulu da başarılı şekilde bitirdim. En sevdiğim ders Fransızcaydı. O zamanlar ortaokulda okuyanlar ay yıldızlı şapka takarlardı. Amasya’nın ileri gelenlerinden biri okula gidip gelirken beni görmüş, yolumu çevirip “Okuyor musun” diye sordu. “Evet, okuyorum” dedim. “Peki sonunda ne olacaksın?” dedi. “Okuyabildiğim kadar okuyup, iyi bir yerlere gelmek istiyorum” diye cevap verdim. Adamcağız acı bir tebessümle yüzüme bakıp “Yavrum siz gayrimüslümlere bizim devletimiz bir hak tanımıyor. Okusan da eczacı, dişçi, doktor vs. olmazsan hiçbir yerde ekmek yiyemezsin. Sen beni dinlersen, yaşın müsait, git meslek öğren, sanatkar ol “ dedi. İnanamadım, araştırdığımda hayal kırıklığına uğradım. Ailem de beni bu konuda uyarmamıştı. Hakikati öğrenince önce marangoz çırağı olarak bir Ermeni ustanın yanına girdim. O hapse düşünce, dükkân komşumuz kunduracı Lütfü Usta’nın yanında işe başladım; bu meslekte yıllarımı geçirdim. En son ayakkabının fiyatı 70 lira olduğunda mesleğimi bıraktım. Çünkü bu paraya bir kunduracıdan almaktansa halk aynı paraya 3 çift fabrika ayakkabısı alabiliyordu. Mesleği bırakıp İstanbul’a göç ettim ve bir daha çalışmadım.
Şehit mi, zayi mi?
• Anneniz 24 Şubat 1942’de Amasya Şube Müdürlüğü’ne bir evrak göndermiş. Bu evrakın hikâyesi nedir?
Biz varlıklı bir aileydik. 1915 yılında, Atatürk’ün makam aracı gibi bir arabamız vardı. Babam öldükten sonra, amcam kullanıyordu. Bir gün arabayı durdurup “ya malını, ya canını” demişler. Arabayı çaldırdık. 500 dönüm arazimiz ve birçok malımızı kaybettik. Annem beni çok zor şartlarda büyüttü. Ben sofrada artık ekmeği sevmem. Çocuklarıma “Kıtlığı görmeyen bu kırıntının değerini bilmez” derim.
Annem 1942 yılında Amasya Şube Müdürlüğü’ne bir dilekçe verdi. Dilekçede “Kocam Vezir Köprünün Değirmenbaşı Mahallesinden 308 doğumlu Mübayacıoğlu biraderi Dikran Veledi Ohan seferberlikte şehiden vefat etmiştir. Askerliği bağlı iki parça vesika ile sabittir. İşin gereği yapılıp maaş tahsisime delaletlerini saygı ile dilerim” yazıyordu. Annem maaş bağlanması için başvuruda bulundu ama Valilik’ten gelen açıklamada “Esna-i harpte zayi olmuştur” deniyordu. Yani Helvacı yokuşunda telef olmuştur, dolayısıyla maaş bağlayamayız yazısı geldi.
• Yani babanız askerken öldü ama şehit değil de zayi mi olmuş?
Bilmem… Sizce? Ama maaş bağlanmadı.
• Babanızın Vezirköprü’de mal varlığı var mıydı?
Evet. Babam çok varlıklıymış oralarda; birçok evi, arsası vardı. Daha sonra hepsi mal varlığı olarak üzerime geçti. Vezirköprü’nün Değirmenbaşı mahallesindeki değirmen, değirmen yeri bizimdi. Bu işlerle ilgilensin diye tapuları avukata verdim. Avukat devlet görevlilerinden korkutup benim mallarımla ilgilenemedi. Nice zaman sonra “Sahibine ne yararı oldu ki, bana olsun!” deyip hepsini yırttım.
O mallar ne babamın, ne annemin, ne benim, hiç yüzümüzü güldürmedi. Zaten çoğunun yerlerini bile bilmem. Sadece tapuları elimdeydi.
Agos Sayı:779
11 Mart 2011





Leave a Reply