Aykan Sever
Memleket üzerine yazarken esin kaynağım maalesef ne taksi şoförleri ne de berberler olabiliyor. Yaban ellerde yaşamanın dezavantajı bu. Geriye okuduklarımız kalıyor. Bu yazıda önce bir kitaptan bahsedeceğim. İbretlik bir çalışma. Ders kitabı olarak okutulsa hani yeri var diyebileceğimiz türden. Dersimli Gregoryan Ailesinin Anıları- Gökyüzünü Kaybeden Kartal. İletişim yayınları tarafından bu yıl yayımlanan kitabı Murat Kahraman hazırlamış.
Ana tema çeşitli katliamlardan her nasılsa “kurtulmuş” olan Dersimli bir Ermeni ailenin kalanlarının acı dolu anıları diye tarif edilebilir. İlk bölüm 1938 Dersim soykırımından kazaen kurtulan Gregoryan kardeşlerin anılarından oluşuyor.
15 Ağustos 1938
Kafanızda şöyle bir sahne canlandırın: bir gün yaşadığınız köy kuşatılıyor, bütün köy halkı silah zoruyla meydana toplanıyor, sonra sizi ite kaka köyden dışarı açıklık bir alana çıkarıyorlar, bu arada erkekleri bellerindeki kuşaklarla birbirine bağlıyorlar, kaçmasınlar diye. Sonra erkekler biraz ileri götürülüyor. Makinelilerle taranarak katlediliyor. Geride kalan çocuk ve kadınlar silah seslerini duyunca daha bir büzüşüyor. (Siz de onların arasındasınız unutmayın.) Bu sırada patlak veren bir makinalı takarası onları da biçiyor. Siz annenizin yaralı bedeninin üzerinize düşmesi sayesinde kurşunlardan kurtuluyorsunuz. Anneniz üzerinize kapanmış. Kanı sizi ıslatıyor. Bu arada yerde yatanların üzerinde bu kez süngüler kalkıp iniyor. Anneniz ölüyor ama sizi korumayı sürdürüyor… Ve siz “yaşamaya” devam ediyorsunuz.
Bu insanların ellerinde silah yoktu. İsyanın adını bile duymamışlardı. İşbirliği yaptıkları bir Moskof da yoktu. Ama biz hiçbir ders kitabında bunları okuyamadık. Yalanlarla bezeli tarih anlatımlarında dahi bu insanlara yaptıkları kıyıma yer vermemişlerdi. Biz işte böyle şanlı, kutlu bir millettik….
Canınızı daha fazla sıkmayayım. Artık gerisini kitaptan siz de okursunuz. Sadece S. Gregoryan anılarını bitiriş cümlelerine yer vereyim:
Derken yaşlandım. Ömür acı, çile yoksullukla geçip gitti. En çok da yorulmuştum artık!…
Kitabın ikinci bölümünde ise Gregoryanların köyü Zımek’te yaşamış akraba ve komşularıyla yapılan söyleşilere yer verilmiş. Bu kısımlarda dile getirilenler coğrafyadan ve tarihten kaçılamayacağını bir kez daha bize anlatıyor.
Benim en çok yararlandığım kısım ise bölge ve Ermeni tarihinin anlatıldığı son bölüm oldu. Buradaki bilgiler Hovsep Hayreni tarafından hazırlanıp 2012’de bir panelde sunulmuş.
Bu kitap nasıl okunabilirdi. Bir anı, belgesel, tarihle hesaplaşma, halkların kader birliği, ırkçılığın milliyetçiliğin açmazları… velhasılı kelam herkes biraz kendine göre okuyacaktır.
Bense kitabı okurken bugün Kürtlerin başına gelenleri düşündüm. Aklıma iki de bir, üç arkadaşın Ermeni, Kürt ve Türk’ün sırayla bir bağın sahibinden dayak yediği, sonunda bu arkadaşların evvela Ermeninin dövülmesine izin vermeyecektik diye dövündükleri hikaye geliyordu.
Rojava’ya saldırı mı gündemde?
Kısaca son dönemde ülkemizde ve bölgedeki gelişmeleri özetlersek sanırım bu durum daha anlaşılır olacaktır. Geçtiğimiz hafta içerisinde ABD Dışişleri Bakanı J. Kerry, Suriye’ye karadan müdahalenin gündemde olduğunu, bunun da komşu ülke askerleri aracılığıyla yapılacağını söyledi. Burada tek seçenek var: Türkiye. Çünkü Ürdün’ün durumu böyle bir şeye el vermez.
Sonraki gelişme ise bunu destekler mahiyette. ABD’nin Adana ve bölgedeki diplomatları tahliye kararıydı. Açıklamada bunun zamanla tüm Türkiye’yi kapsayabileceği notu da vardı.
Bu durum en azından henüz anlaşma olmasa dahi (ABD’nin bir pazarlık içinde olduğu ama neyi alıp verdikleri belirsiz) tampon bölge oluşturma adı altında, AKP’nin Rojava’yı işgale etme doğrultusunda adımlar atacağını gösteriyor. Bunun Suriye’de ilk elden sonuçları YPG ile çatışmalar ve bölgedeki sivillerin katledilmesine uzanan türden vahim sonuçlar olabilir. Bir başka gelişme ise Ahrar’uş Şam ve El Nusra gibi gurupların sığınabileceği, destek alabileceği bir “güvenli bölge”nin inşaa edilmesi olacaktır. Bu bir süredir bazı ABD’li düşünce kuruluşları tarafından ısıtılıp duran El Nusra vb çetelerin ıslah edilerek, kazanılıp (olmayan ÖSO’ya dahil edilerek) Cenevre-3’te taraf olarak masaya oturtulmasını sağlayabilir. Fakat bu çetelerin ABD’ye sadık kalmasını beklemek ham bir hayal olmaktan öteye geçmez. Şu ana kadar ABD’nin Afganistan; Irak ve Suriye tecrübeleri bize bunu yeterince gösteriyor. Bu kendi içinde dahi tutarsız planın bir benzeri neden BM Suriye temsilcisi Stefan Di Mistura’nın çözüm önerileri* kapsamında da yer alabiliyor? ABD’liler bile bu kadar aptal olamayacaklarına göre, bu daha çok savaşı uzatmak için tercih edilen bir politika olsa gerek. Nasıl olsa özellikle ABD cephesinde kazancın bol olduğu bir uğraş silah tüccarlığı. Ya da henüz bizim göremediğimiz başka politik oyunlar gündeme sokuluyor olabilir.
Yakın zamanda bir diğer gelişme ise Lübnan-Suriye sınırında yaşanıyor. Bir süredir
bu bölgede bazı kasabaları işgal eden El Nusra (Burada İsrail tarafından desteklendikleri geçtiğimiz yıl BM gözlemcileri tarafından belgelenmişti) ve DAİŞ’in savaşı Lübnan içlerine taşımak için hareketlendikleri konuşulmaya başlandı. Bu sadece Esad’ı destekleyen Hizbullah’ın dikkatini Lübnan’a çekmek için olabileceği gibi burada da sınırı ortadan kaldırmak istiyor olabilirler.
Neo-liberal diktatörlük kendini inşaa ediyor
Ülkemizde ise yaşanan seçim başarısı sonrası şu ya da bu nedenle inisiyatif tekrar Erdoğan’a kaptırıldı. Erdoğan Suruç Katliamı ile birlikte gelişmeleri kendi lehine kullanarak, diktatörlüğünü kurma konusunda yeni adımlar attı. Ülkenin Kürt illerini devlet terörü cenderesine sokarken, Batı’daki kesimlerin onayını almakta zorlanmadı. Yeminli Erdoğan düşmanı gözüken kesimler dahi savaş Kürtlere karşı olunca bir anda Reis’in askerlerine dönüştüler.
Yukarıda değindiğim Rojava’yı işgal durumu gerçekleşirse zaten otomatikman savaş durumu sayıp, bütün iktidarı Erdoğan’ın kendi şahsının sınırlarına hapsetmesi mümkündür. İşgal gerçekleşmese dahi Kürt illerindeki durum gerekçe gösterilerek seçimlerin ertelenmesi kuvvetle artık muhtemel.
Zulüm gören Kürdün yanında olma zamanı
Eğer biz de dayak yedikten sonra Kürdün dövülmesine izin vermeyecektik gibi hikayeler anlatmaya meraklı değilsek, bugün zulüm gören, katliama uğraya Kürdün yanında olma zamanı. Çünkü diktatörlük sadece Kürtler için kurulmayacak, diktatörlük onun çarkında bir dişli olmayan herkes için kurulacak. Dün ne katledilen, zulme uğrayan Ermenin ne de Rum’un yanında olabildik. Ama bugün her şeyden önce kendimiz için Kürdün yanında olmalıyız.
Ama “biz” ne yapıyoruz? Çekilmiş perdelerimizin arkasında “PKK kötü, HDP iyi, şimdi bu öz-yönetim nereden çıktı? Şiddete karşıyım! Ama onlar da zamanında şunu öldürdü, Kürtler ABD, AKP (ya da aklınıza artık kim geliyorsa) anlaşmış vb…” gibi kendi kendimize bahane uydurmaktan başka ne yapıyoruz? Bütün bu laflar maalesef hükümetin, “Apo iyi ötekiler kötü” laflarına çok benziyor. Arada şaşkınlaşıp kendi kalesine gol atanları saymayacağım bile.**
Bütün bu yaşananlardan bıktık diyenlerin bahaneleri olmamalı. Barışı isteyenler güçlü bir protestoyu örgütleyerek diktatörlüğün karşısına dikmeli. Kürtlerle birlikte direnmeli. Hele hele sosyalist*** vb. olma iddiasında bulunuyorsak, bu kaçınılmaz.
Yazıyı Gökyüzünü Kaybeden Kartal’a başvurarak bitirelim. Kitabı hazırlayan Murat Kahraman sunuşta adeta içinde bulunduğumuz “çaresizliği” tarif ediyor:
En önemlisi de soykırıma dayalı kıyımların sadece fiziki ölümle sınırlı kalmadığını yeniden görmektir. Çünkü egemenler, hedeflediği topluluğun ortak kültür, yaşam alanı, inanç ve toplumsal yaşam değerlerini de yok etmeyi amaçlar. Öncelikle öldürür, geri kalanını teslim alarak kendisine tabi kılmaya çalışır, teslim alamadıklarını ise ‘yaralı’ bırakır.
Derman bizde, çünkü yaralı yaralı yaşanmaz!
Dipnotlar:
* BM’nin Suriye için önerdiği yeni çözüm planına buradan göz atılabilir
http://www.aljazeera.com.tr/haber/suriyelilerin-degil-bmnin-cozumu
** Levent Tüzel’in tutumunu Evrensel gazetesinde izah eden yazılar yayınlandı. Özetle biz kendi kalemize gol atmadık, bizim arkadaşlar bize faul yaptı, bizim de düşerken ayağımız topa takıldı, ama asıl gol Reis’in kalesine girdi… falan gibi anlaşılmaz bir savunma yapılıyordu. Halbuki hakem çoktan orta sahayı göstermişti ve HDP kalesinin içinde de bir top vardı. Sanırım yönleri şaşırmış olsalar gerek. Bu gelenek için bu ilk değil tabii. Yıllar önce Japonya’nın Çin’i (O zaman Çin her bir haltı üretemiyordu.) işgalinden kalma, ata yadigarı ne zaman kuzeyi göstereceği belli olmayan bir pusulaya sahiplerdi. Çoğu kere zikzak çizmelerine neden olmuştu. En son sanırım Eritre çöllerinde kaybettiler onu da, kurtuldular. Ama bu durumu düzelmeye yetmemiş anlaşılan. Bu yüzden düşmanla, kendi kalelerini şaşırmaları normal.
Şaka bir yana Türkiye’deki geleneksel solun önemli kısmı biraz tekrar olacak ama Kürtlerle aynı kayıkta olduğunun farkında değil hala. Diktatörlüğün hışmından topu taca atarak kurtulamazsınız. Hele hele muradınız güdükleşmiş iktidarlarınızı korumaksa bi zahmet Erdoğan’a laf etmeyin.
*** Son dönem okuduğum en kapsamlı değerlendirmelerden biri Mahmut Memduh Uyan tarafından yazılan Siyaset Farklı Düzeye Taşındı başlıklı yazı oldu. Bu yazıda yukarıdaki konuya da değiniliyor:
…Özetle sosyalist, devrimci bir iddiadaki bir hareketin ezilenleri, sömürülenleri, baskı ve ayrımcılığa uğrayanları, yok sayılanları kapsamadan bir mücadele yürütmesi düşünülemez. Toplumsal, sınıfsal bir mücadele tüm sorunları kapsayarak, çözümünü içererek gelişebilir…. Özgür Politika’da iki bölüm halinde yayınlanan yazının tamamı bu linkten okunabilir:
http://www.demokrathaber.net/guncel/mahmut-memduh-uyan-siyaset-farkli-bir-duzeye-tasindi-h53644.html
http://sendika1.org/2015/09/gokyuzunu-kaybeden-kartal-aykan-sever/
Leave a Reply