Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun, Kürt sorununu, çözülebilecek iç sorun olarak nitelendirme çabaları ve denemeleri, Sevr Antlaşması sayesinde başarısızlıkla sonuçlanır.
Kürt sorununun 1514-1515 arasında ortaya çıkmasından sonra Kürt halkı bölündüğünde (bu bölünmenin, dini ve toplumsal bağlılığı esas alarak, İran’a karşı sadakati bozup, Osmanlı İmparatorluğu’yla birleşerek zamanın Kürt “yöneticilerinin” arzusuyla gerçekleşmiş olduğunu belirtmek gerekir), Kürt halkının siyasi bir mevcudiyet olarak varlığı, bir halkın devlete sahip olma hakkının dışavurumu olarak ancak 400 yıl sonra Sevr Antlaşması’yla kabul edilir.
Osmanlı İmparatorluğu, Kürt sorunuyla ilgili, sadece geçici çözümler getiren ve “kardeşlik” sağlanmasına, diğer taraftan da Kürt siyasi güçleri ile halkının çeşitli ülkeler arasında bölünmesine yarayan bir dizi antlaşma (1555’te Safevi İran ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan Amasya Antlaşması, 1639’daki Kasr-ı Şirin Antlaşması, 1823 Erzurum Antlaşması vs.) imzalamış olmasına rağmen, Kürt sorununu ilk olarak ciddi şekilde Sevr Antlaşması sayesinde uluslararası alana taşınmıştır.
Şerif Bey liderliğindeki Kürt temsilcileri, Sevr Antlaşması’nın imzalanması öncesinde, bölgedeki gelişmeler ve yeni oluşacak olan devletler gerçeğinin bilincinde olarak, 1919 Martı ve 1920 Martında, iki harita halinde Kürt taleplerini takdim eder ve bu bağlamda, Ermeni heyeti ile görüşmelerde bulunur. Bu görüşmelerde, Ermeni ve Kürt halklarının, iki halkın bağımsızlığı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun boyunduruğundan kurtulmaları açısından ortak çıkarları olduğu konusunda anlaşılır.
Şerif Bey liderliğindeki Kürt heyeti, Sevr Antlaşması’nda nihayet 3 maddeye (62., 63. ve 64.) sahip olmayı başarır. Bu maddelere istinaden Osmanlı İmparatorluğu bölgesinde (Sevr Antlaşması’nın imzalanmasından bir yıl sonra) bir Kürt devleti kurulacaktır.
Nihai olgu ise, Kürt siyasi güçlerinin, bir kere daha Türklerin kucağına atılmış olması ve bu sefer de Mustafa Kemal nezdinde, Türklerin kendilerine verdiği sözleri yeğlemiş olduğudur.
Londra konferansı (1921) ile Lozan Antlaşması (1923), önce “Türkiye’nin iç işi” olarak adlandırıp, ardından da bu konuya hiç değinmeyerek, Kürt sorununu çözme denemelerine son verir.
Günümüzde Kürt sorunu, birleştirici ciddi bir Kürt gücünün olmaması ve halkın birbirlerine komşu 4-5 ülke arasında dağılmış olduğundan dolayı daha karmaşık bir durumla karşı karşıya bulunmaktadır.
Lakin temel “sorun” Türkiye’deki Kürt varlığı olup, görüldüğü gibi bu gücün yeniden doğuşu, Ermeni sorunu ile doğrudan çatışmaya girmeden ve Türkiye’nin yanında durup, bir kere daha kandırılmış olma gerçeğinden kaçınarak (Kürtler Sevr’den sonra, Kürt sorununa bir çözüm bulma konusunda Mustafa Kemal’in vaatlerine inanmışlardı), uluslararası tek hukuki temelli antlaşmayı yeniden canlandırma sayesinde olabilir.
Sonuç olarak, Sevr Antlaşması’nın canlandırılması, Ermeni tarafının mevcudiyeti şartlarında, Kürt sorununun beklenen çözümü için temel oluşturabilir.
Kültürel, siyasi ve diğer alanlarda Ermeni tarafının devlet, parti, dernek, İslamlaşmış Ermeni veya hatta şahsi işbirliği durumunda, Sevr Antlaşması ile onaylanmış Ermenilere ait bölgelerde, Ermenistan’ın bütününden bir parçanın ve belirlenmiş bölgelerin var olmuş olduğu ve bunu Kürtlerin de onaylamış olduğunu hatırlamak ve hatırlatmak gerekir, bu açıdan da herhangi bir faaliyet, bu gerçeğin iki tarafın muvafakatiyle hayata geçirilmelidir.
http://www.aztagdaily.com/archives/253398
Türkçeye çeviren: Diran Lokmagözyan
Akunq.net
Leave a Reply