Sözde soykırım demek çare değil…

Սևգի ԱքարչեշմեSevgi Akarçeşme

Türkiye’de bazı konularda sağlıklı tartışma yapmak zordur.  Başörtüsü, içki, Atatürk ya da kısmen aşılsa da Kürt meselesi gibi.  En makul seslerin bile indoktrinasyon etkisinden çıkamadığını görürsünüz bu konular gündeme geldiğinde.  Bizimki kadar bölünmüş bir toplumu birleştiren yegane tabu ise Ermeni meselesi.

 ‘1915’te ne oldu?’ sorusuna milli ve siyasi hislerden bağımsız olarak cevap aramaya çalışan çok kimse yok gibi.  Ortalama bir Türk büyürken zaten bu konuda resmî tezlerin ötesinde bir şey duymuyor.  Eğer yurtdışına çıkarsanız bizde ‘sözde’ diyerek geçiştirilmeye çalışılan tarihi yaranın derinliğini fark ediyor, bu meseleyle yüzleşmek gerektiğini anlıyorsunuz.

1915’in bir insani bir de siyasi boyutu var. Türkiye, İttihatçıların günahlarının bedelini ödeme korkusuyla bu meselenin içeride tartışılmasını hep ertelemiş. 3T, yani tanıma, tazminat ve toprak talepleri birbirini takip eder düşüncesiyle konu açıkça tartışılamamış.  Bir zamanlar bu topraklarda yaşayan yüz binlerce Ermeni gündeme getirildiğinde, karşısına Ermeni çetelerin katlettiği Türkler konulmuş, Balkanlar’dan peşpeşe savaşlar boyunca çıkarılan, yerlerini yurtlarını terk eden insanlarımız anlatılmış.  Önce masum diplomatlarımızı katleden ASALA terörüne bakın denmiş.  Tüm bu itirazlarda haklılık payı var. Ne var ki bir hatanın karşısına diğerini koymak, toptan bir reddetme içinde olmak soruna çare olmuyor. Her sene 24 Nisan, Türk Dışişleri’nin ve toplumun karşısına bir kâbus olarak çıkıyor.

Bugün Maraş’a, Kayseri’ye, Sivas’a gittiğinizde Ermeni mahallesi olarak gösterilen yerlerde yaşayan ve çoğu kendi halindeki komşularımıza ne oldu sorusuna vicdanları tatmin eden bir cevap vermiyor ‘sözde’ demek.  Tehcir, yani zorunlu göç, denen şeyin aslında insanları ölüme göndermek olduğu gerçeğini değiştirmiyor.  O günün şartlarında kadın-çocuk demeden mesela Sivas’tan Suriye’ye yürütülen insanların Osmanlı vatandaşları olduğunu akılda tutmak ve devletin kendi vatandaşına zulmettiğini kabul etmek bir insanlık borcu.  1915’in insan hikâyelerini dinlediğinizde olanların Birleşmiş Milletler’in ‘bir etnik ya da dinî grubu kısmen ya da tamamen yok etmeye yönelik girişimler’ olarak tanımladığı soykırıma yaklaştığını görseniz de bu konuda çalışan Baskın Oran’a göre, Naziler’deki gibi bir ‘niyet’ söz konusu değil. O nedenle en uygun tanım Anadolu’da dendiği gibi ‘Ermeni kıyımı.’ Bu insanî acıları görmek, özür dilemek, bazı jestler yapmak Türkiye’nin üstündeki baskıyı azaltıcı etki yapabilir. Sürekli bir inkâr hali sadece yabancı parlamentolardaki girişimleri artırıyor. Osmanlı yönetimini darbe yaparak ele geçiren İttihat ve Terakki’nin hatalarını bugün tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları üstlenmek ve taşımak zorunda değil.

Hiçbir devlet soykırım gibi bir yükü taşımak istemez.  O nedenle Joost Lagendijk’ın da isabetli bir şekilde yazdığı gibi Türkiye’ye illa soykırımı tanı baskısı yapılması aslında ters tepen bir politika. Acıların tanındığı, bu tabunun konuşulmaya başlandığı bir iklim oluşturulmalı önce. Türkiye kamuoyunun rahatlaması açısından ASALA terörü de uluslararası platformlarda ısrarla kınanmalı.

Memleketi Anadolu olan ve hâlâ dedelerinden öğrendikleri o şiveyle konuşan Ermenilerin köylerine ziyaretleri, Türk komşularıyla birlikte ağlamaları bile bir başlangıç olabilir. Türkiye böyle yapıcı tavırlar sergilerse, ABD soykırım diyecek mi demeyecek mi tarzı papatya falları önemini de yititir.

Yok saymaya devam ettikçe her 24 Nisan aynı noktada takılmaya devam edeceğiz. Yok saymaya devam ettikçe her 24 Nisan aynı noktada takılmaya devam edeceğiz.

http://www.zaman.com.tr/sevgi-akarcesme/sozde-soykirim-demek-care-degil-_2290664.html

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Hoş Geldiniz

Batı Ermenistan ve Batı Ermenileri’yle ilgili bilgi alış verişi gerçekleştirme merkezinin internet sitesi.
Bu adresten bize ulaşabilirsiniz:

Son gönderiler

Sosyal Medya

Takvim

September 2025
M T W T F S S
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930