Keskin koşullar altında Osmanlı, Meclis-i Mebusan’ı kabul etmek zorunda kalır. 1877-1920 arasında birçok defa kesintiye uğramasına karşın yedi faaliyet döneminde farklı nitelikte meclisler hayat bulur.
İkinci Meşrutiyeti takip eden yıllarda ise padişahın ve ayan meclisinin yetkileri daraltılarak ‘çok sesli meclis’ vurgusu yapılır.
Türk, Arap, Arnavut, Rum, Ermeni, Kürt, Yahudi, Bulgar, Sırp, Ulah, Asuri vekiller çok sesli meclisin üyeleri olurlar.
Osmanlının ve bölgenin sonu gelmez çatışmaları eşliğinde kendilerini ‘Osmanlı sosyalistleri’ olarak tanımlayan Ermeni, Bulgar ve Yahudi milletvekilleri, emekçilere yönelik hak gasplarına, kadınların yok sayılmasına, sosyalist kuruluşlara ve derneklere yönelen baskılara karşı seslerini yükseltirler.
1908-1915 arasındaki bütçe görüşmelerinde, anayasa tartışmalarında ve muhtelif oturumlarda onları görmek mümkündür.
Çok sesli meclis ve ‘sosyalist milletvekilleri’ devlet açısından tehlike arz etmez bu dönem. Aksine Celal Bayar, Erzurum milletvekili Vartkes Serengülyan için ‘parti disiplini içinde yetişmiş, prensip sahibi sosyalist bir milletvekiliydi’ diyordu.
İttihat ve Terakki’nin disiplini altında yetişmiş ‘prensip sahibi sosyalistler’ ile liberal fikirlere sahip milletvekilleri düşman olamazdı ama büyük alt üst oluşlar yaşayan bir ülkede uzun süre dost da kalamazdı.
Her şeye rağmen çok sesli meclisin giderek gelişmesi ve demokrasinin iyice kökleşmesi temel hedefler arasında gösteriliyordu.
Gelişmekte olan bambaşkaydı hâlbuki.
Türk hakim sınıflarının iktidarına uzanan yol şeytanın unuttuğu derelerden geçiyordu. Karanlık sokaklarda gizlenip ışıltılı salonlarda çok sesli oyunlar sergiliyordu.
‘Eskiyi yıkmaya yeminli yeniler’ zehirli bir ok gibi hedefine ilerliyordu. Bugün yanında tuttuklarını, yarın boğacaktı üstelik.
Bu durum 1915’te acı bir tecrübeyle fark edilecekti.
Soykırım, İstanbul milletvekili Krikor Zohrab ve Erzurum milletvekili Ohannes Vartkes Serengülyan’ı da vuracaktı.
Kitleler halinde katledilen Ermenileri korumayan çok sesli meclisin kendi üyelerini koruyacağı düşünülüyordu.
Öyle olmadı.
Böylesi bir ortamda Talat Paşa’nın gece yarısına kadar Krikor Zohrab’la kağıt oynamasına ve ardından yanağına bir öpücük kondurarak ölüme göndermesine ne demeli?!
Krikor Zohrab ve Vartkes Serengülyan tutuklanır, Diyarbakır‘da yargılanmalarına karar verilerek İstanbul’dan trene bindirilir. Konya, Adana, Halep ve nihayetinde Urfa’ya uzanan ağır bir eziyete maruz kalır. Öldürüleceklerinden kuşku duymayan iki milletvekili, Urfa-Diyarbakır yolunda, Şeytan Deresi’nde Çerkes Ahmet isimli tetikçiye teslim edilir.
Akıl almaz bir vahşet uygulanır. Türlü işkencelerden sonra Çerkes Ahmet, Krikor Zohrab’ın başını taşla ezer.
Krikor Zohrab’ın başını ezen taş çok sesli meclisi de ezip geçer. Demokrasi nidaları eşliğinde methiyeler düzülen çok sesli meclisin aslında baskın olan tek sesi ustaca gizleyen bir örtüden ibaret olduğu anlaşılır.
Aradan geçen yüz yıla rağmen Talat Paşa tarzı siyaset aralıksız devam ediyor. Çok sesli meclis ve demokrasi güzellemeleri de.
Şeytan deresinde palazlananlar tazelendi. Biçim değiştirdi, yeni formlar kazandı.
Zohrab’ın gözyaşları ise milyon milyon akıp duruyor hala.
Kafası dipçikle ezilen on dört yaşındaki Kürt çocuğun yaşlarında…
Yavrularının gencecik bedenlerine ağıt yakan anaların göz pınarlarında.
Izdırap dinmedi!
Ne de olsa ‘şanlı ecdadın’ devlet geleneği taş gibi duruyor orta yerde.
Sandıkta örülen dünya ile gerçek arasındaki farkı anlatırcasına dört bir yandan taş yağıyor başımıza.
Yüz yıl önce bir Haziran vakti ölüm yoluna sürüldü Zohrab.
Yüz yıl sonra bir Haziran vakti çok sesli demokrasi yenilenmiş temsilini sunacak.
http://blog.radikal.com.tr/turkiye_gundemi/zohrapin-gozyaslari-94095





Leave a Reply