Komitas’ın 140. yıldönümüne ithafen
3 Aralık gecesi geç saatlerde Şant televizyon kanalının “Horizon” programını seyrettim. Canlı yayında Moskova, Los Angeles, ve Beyrut’la da bağlantı kurulan açık oturumda Komidas’ın müzik edinimi tartışılıyordu. Programın sunucusu Nıver Mınatsakanyan’dı, enteresan içerikli “Heranıkar” programının sunucusu. Araştıran sorularla uzman müzisyenlere yöneliyor, onlar ise geniş açıklamalarıyla genellikle genç müzisyenlerin modern çalışmalarına olumsuz yaklaşarak, bu çalışmaları Türk müziğinin bir kopyası olarak anıyorlardı.
Ben müzikolog değilim, okuduğum kitaplar ve bana özel olarak anlatılan bir hikâyeden dolayı Türklerin özgün müziklerinin olmadığı kanısına vardım. Yıllar önce İranlı müzisyen ve yorumcu Şahan Ardsruni (Şahan Ardsruni İranlı değil Türkiyelidir-tercümanın notu) Halep’te yaptığı bir sunum esnasında Türklerin de bir müziği olduğunu ve bunun tek sesli, monoton, tekdüze, çekiciliği olmayan “Türküler” olduğunu belirtmişti. “Göçebe” bir halkın gösterişsiz sanatı, özellikle de müziğinden daha fazlası beklenemezdi zaten. Bu yüzden de her zaman kendime modern Ermeni müziğinin, fakir Türk müziğinden alıp dinleyicisine sunacağı ne olabilir diye sordum.
Yukarıda belirttiğim özel hikâyeyi 30 yıl sonra yazıya dökmek istiyorum. Geçmiş yıllardaki sohbetlerim esnasında anlatanın ismini vermekten hep kaçındım, bana öyle tembih edilmişti, fakat şimdi artık kahramanımız göklerde ve Türklerden gelecek olan tehlikeden uzaktır.
Sanırım, İstanbul’da elli yıl sürekli yayınlanmış olan tiyatro dergisi “Kulis”in sahibi ve yöneticisi Hagop Ayvaz’ı herkes tanıyacaktır. Ben, bu derginin temsilcisiydim ve Halep-İstanbul arasındaki görüşmelerimiz bizi yakınlaştırmıştı. Halep’teki evimde yaptığımız bir sohbet esnasında Komitas’ın büyüklüğü, İstanbul’da yapmış olduğu koro çalışmaları hakkında söz açıldı ve kelimesi kelimesine şöyle dedi “Türk müzik otoriteleri Komitas’ı çok iyi tanır. Bir gün matbaamdaki gündelik işlerle uğraşıp yazılar hazırlıyordum. Birden, beklenmedik bir hızla tanınmış bir müzisyen (maalesef ismini hatırlamıyorum) içeri girdi, birilerine bağırıp küfür ederek şöyle dedi, <Ah… siz Ermenilere ne diyeyim, yine elimden ekmeğimi aldınız>. Kendisine hemen bir sandalye verdim ve dedim, <Yine ne olmuş efendim?> Sıcak kahve hazırdı ve bir-iki yudum aldıktan sonra biraz rahatlayarak olayı anlattı. O günlerde Türkiye İçişleri ve Kültür bakanları, Ankara’nın 4–5 tanınmış ve seçkin müzisyenlerini devlet tarafından hazırlanmış bir plan için görüşmeye çağırırlar. Bu kişilerden biri de anlatımızın kahramanıdır. Bakanlar, müzisyenleri planın uygulanması esnasında ağızlarını sıkı tutmaları konusunda sıkı sıkıya tembih edip, ortaya çıkarılacak olan her bir çalışma için beklenmedik yüksek ödemeler yapma sözü vererek tüm harcamaların da önceden sağlanacağını belirtirler. Proje, belirtilen müzisyenlerden her birinin kendine ayrılmış bölge içinde Doğu Anadolu’yu (tarihi Ermenistan) dolaşıp Türk halk müziği eserleri toplayıp kaydetmeleri üzerinde kurulmuştu ve örnek olarak da Komitas belirtilmekteydi. Proje çalışmaya başlar ve ilk yılın neticeleri bakanlıklara sunulur. Belli bir süre sonra projeye katılan müzisyenler acil olarak çağrılıp tüm toplanan, kaydedilen ve yazıya alınan eserlerin yok edilmesi konusunda sıkı bir talimatla konu kapatılır, çünkü bu çalışmanın meyvesi olan Türk halk müziğinin temelini Ermeni müziği oluşturmaktadır.
Bu yüzden de Hagop Ayvaz’ı ziyaret eden müzisyen, Ermeniler yüzünden çok yi bir gelir elde etmekten mahrum olduğundan dolayı hayıflanmaktaydı.”
Bu hikâyeden ne sonuca varmaktayız? Türkler asırlarca milli değerlerimizi çalarak, kendilerinin Avrupa’yla eşit kabul edileceği bir medeniyet derecesine ulaşmışlardır. Bizim zayıf karşı koymalarımız ise Türkün sahte maskesini dünyanın önünde aşağı almaya yetmemektedir.
Gündelik okuduğum Ermeni basınında üç yayın organı özel bir yer tutmaktadır. Bunlar “Dzayn Hamşenakan” (Hemşin sesi), “Gardmani kanç” (Gardman’ın çağrısı) ve “Hanrapetakan”dır (Cumhuriyetçi). Her biri kendine has içeriğiyle okuyucuyu yapmamız gerekenler konusunda yol göstermektedir. Her seferinde, acil olarak, Türk dilinde tüm dünyaya yayın yapan bir televizyon kanalı kurulması gerektiği sonucuna varmaktayım. Bu imkâna haiz olan dört kanal vardır, “H1, Armenia, Şant ve Yerkir”
Yıllardır bu konuda yaptığım çalışmalar ve yazdığım yazılar bir sonuç vermedi. Hiçbir karşı fikir olmayıp, projenin reddedilmemesine rağmen bu fikir her halükârda boşlukta kaldı. Ülkemizin resmi kuruluşlarının, Ermeni Hayırsever Genel Birliği’nin, Tüm Rusya Panermeni Kongresi’nin ve Ermeni Devrimci Federasyonu Bürosu’nun, her birinin ayrı-ayrı bu işi kotarabileceklerine inanıyorum, fakat bu dört kuruluş birbirleriyle uyumlu çalışabilirlerse, bu projenin gerçekleştirilmesiyle birlikte uluslar arası çapta dikkate değer bir başarıya ulaşabiliriz.
Bu işe başlamak için günümüz Türkologları yeterlidir, gelecekteki çalışmalarla bir Türkologlar ve özellikle de Osmanlıca uzmanları ordusu teşkil edip günümüz Ermeni düşmanı Türkün sahte görünümünü deşifre edebiliriz.
Küçük bir örnek vereyim. Akhtamar’daki Surb Haç Kilisesi’nde yılda bir kereliğine izin verilen ayinle ilgili Türklerin uzak görüşten yoksun sahnelendirmesi, onlarca gizli Ermeni’yi ortaya çıkardı. Ermeni televizyonundan düzenli olarak her gün yapılacak Türkçe yayınlar durumunda milyonlarca Hemşinli, zorla Türkleştirilmiş ve gizli Ermenilerin tepkisi, Zazalara karışmış ve Alevileşmiş Ermeni gruplar ne olacaktır? Biz Ermenilere “Khalo” (dayı) olarak seslenen tüm dünyaya yayılmış Kürtlerin duruşu ne olacak?
Canlarım, ilk adımın zor olduğu doğrudur, fakat perspektif ümit vericidir. Önemli olan irade göstermek ve sarsılmaz inançla işe koyulmaktır. Kısa zamanda tüm zorlukların aşılabileceğine eminim. “Şant”ın programlarının on yılda geçtiği yolu karşılaştırdığımızda başarıyı kristal şeffaflığında görebiliriz. Bu adımı tekrarlanan bir çağrı olarak kabul edebilirsiniz.
Haydi ileri!
Yereva-Halep
2010
Leave a Reply