Bu Acı Kimin? – Türkiye’de Ermeni Olmak…

Sunuş: Geçtiğimiz hafta bir gurup duyarlı isim bir araya geldi ve ‘ Bu Acı Hepimizin ‘ eylemini gerçekleştirdi. Bu anlamlı eylemin imza metninin vurgularından biri; bir çok Ermeni vatandaşımızın artık bizimle olmadığıydı. Evet, gerçekten 1915′ nüfusumuz 13 milyonken, bu topraklarda 1,5 – 2 milyon Ermeni yaşıyordu. Her biri ülkenin farklı şehirlerinde yaşıyordu. 1915′te, bir bilinmeze  gönderilmeye başlandılar. Bu ülkenin yetimi, öksüzü, vatandaşı olarak kalmak isteyenler ise sokak ortasında öldürüldü. Şimdi artık birçoğu maalesef bu topraklarda değil, daha doğrusu bu topraklarda ama toprağın üstünde değil, toprağın altında. Artık yoklar.Onları kaybettik…

Biz de kaybet(me)diğimiz bir Ermeni dostumuzla, sevgili Garabet Orunöz ile henüz onu da kaybetmemişken, bugüne kadar konuşamadıklarımızı konuşmak istedik. Umarız bu insan  insana  söyleşi, bu acının hepimizin olduğunu bir nebze olsun hatırlatabilir, anlatabilir.

C.B: Garabet bey sizi biraz tanıyabilir miyiz?

G.O.  Doğru olmamakla beraber, devletin vermiş olduğu belgeye dayanarak, 1 Nisan  1960 doğumluyum. Kendimi hatırladığım tarih olan; 1964  aynı zamanda  anamın ölüm yılı,  dönemin ince hastalık dediği, hastalıktan vefatı sonucu, babam,  3 aylık bir kız bebek, dört yaşındaki ben (garabet)  ve  7 yaşında bir ablayla beraber aynı evde yaşama tutunmaya çalışmış biriyim.  Yedi yaşına kadar, sonra mı? komşumuz Sara Makasçı;  benim bir Ermeni okulunda okumam için babamı ikna edip,  İstanbul’daki Gedikpaşa  Ermeni Protestan Yatılı okuluna yollamasıyla devam ediyor. Tuzla Kamp Armen’de kalarak Ortaokul’u daha sonra 1975-77 yıllarında Yurtdışında tahsil ve geri dönüp Kapalı çarşıda, önce 2 ay Derici, sonra 2 ay Kuyumcu tezgahtarlığı ve nihayet son kararımı vererek, kuyumcu el sanatı öğrenmek için Agop Topaloğlu’nun atölyesinde çalışmaya başladım.

C.B: Ben biraz kronolojik olarak ilerlemek istiyorum. Biraz çocukluğunuzdan başlasak, memleketiniz neresidir? Aileniz?

G.O Malatya merkez Çavuşoğlu, Salköprü mahallesi, İsmetiye sokak no 27de doğmuşum. Babamın ikinci eşinden olma ortanca çocuğuyum. Benden 3 yaş büyük bir ablam, üç yaş da ufak bir kız kardeşim var.  Babamın ilk eşinden olma da, iki ağabeyim ve iki de ablam var. ağabeylerimden biri Nişan Orunöz, 5/3/1936 doğumluydu, 29/1/2001 de İzmir’de rahmetli oldu, İzmir’de Ermeni kilisesi kalmadığından, dini törenini Gür çeşme camiinde icra ederek,  Yeni Buca mezarlığına defnettik. Diğer kardeşlerin hepsi, Dünyanın dört tarafına dağılmış olsalar da  hayattadırlar. Kimi Fransa’da, kimi Almanya’da, Hatay’da olanı da var, Malatya’da olan da. Hepsi evlidir, kimi Ermeni ile, kimi Müslüman ile. Ne fark eder? Etnik kökeninin kiminle evli olduğu demeyin. Anadolu’da bir çok söz gibi “Davul dengi, dengine” diye de sözü  boşa dememişler. Sevgili Cemile; yukarıda bir cümlenin arasında, “Kaybetmediğimiz Dostumuz” demiştin; Hayatta Senin gibi bir değerli dost da ben tanımışsam  eğer;  ben bu hayata ucuz gözle nasıl bakarım?  Meraklanma, ne kaybolurum, ne yarı yolda bırakırım.

C.B: Aileniz içerisinde 1915 olayları ile ilgili anılar anlatılır mıydı? Belgelerden uzak, yaşayan ağızlardan Türkiye’de Ermeni olmanın nasıl bir şey olduğunu yada Tehcir’i dinlediniz mi hiç?

G.O.Ailem ile bir arada olma şansım sadece yedi yaşına kadardı. Bu yaşa kadar da 1915 olayları ile bir şey sorma şansım olmadı.  Tehcirden önce, babam ile olan bir anımı anlatmak isterim. Her çocuğun gözündeki kahramanı babası olduğu gibi, benimde kahramanım, babamdı. İlkokulu okumak için Malatya’dan İstanbul’a yollandıktan üç yıl sonra, bir daha babamı görme şansım oldu. 1970 yılının yazında, Tuzla Kamp Armen’in müdürü Hrant Güzelyan tarafından, Malatya’ya babamın yanına yollandım.  Baba ocağında ilk geceyi, heyecandan olsa gerek,  zor  sabah ettim.  Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte babam, çeşmeye yüzünü yıkamak için gitmeye hazırlanırken, bende kalktım. Babam peşkirini  (havlu) omzuna attı, kapıdan çıkarken başladı “Hayr- Mer” diye, Ermenice  dua etmeye; ben İstanbul’a okumaya gelmeden önce de, her sabah bu duayı söylerdi. Ben anlamıyormuşum. İlk sabah, babamdan daha gür bir ses ile ben duayı söylenmeye başladım, babam sustu, çeşmede  elini-yüzünü yıkadı, ben duayı bitirdim, bende yıkandım, eve döndük, dizlerinin üstüne çöken babam hıçkıra-hıçkıra  ağladı. O zaman ne olduğunu anlayamamıştım, sonra bir ara, “Sara- Sara (Sara beni İstanbul’daki yetimhaneye yollayan kadın)  Allah ömrümden ala sana vere,  çağamı (çocuğumu)  kurtardın”  dediğini duydum.

Babamdan Soykırım yada Tehcir hakkında bir şey duymadım. Yalnız bundan iki yıl önce, ana tarafımı aradım ve dayılarım ile teyzemle tanıştım. Dayımdan,   Anneannemin sırtında tehcirden kalma iki hançer yarası olduğunu öğrendim. Zaten  o olaydan sonra da, din değişip İslam olmuşlar, hayatta kalmışlar.  Dayım ile iki yıl sadece telefonda konuştum, seni görmeye geleyim mi? dediğimde ise; “oğlum bizler kendimize yeni bir dünya kurduk  gelme”  dedi. Bende 15 Ağustos 2009 da haber vermeden gittim, karşısına dikildim, dayı ben geldim dediğimde, hıçkırarak ağladı dayım. Hasret.

Giderdikten sonra, sohbete oturduk. Dayıma, anamı sordum. Dayım ise; oğlum ananı nasıl olsa anlatırım da, esas benim yaşarken içime dert olanı bir anlatayım, dedi. Tehcir sonrası İslamiyet’i seçmiş olmalarına ve adlarını değiştirip de camiye gitmelerine rağmen, Şiro çayında boğulan bir dayım olduğundan bahsetti. Bu dayımın cenazesini, köyün camisinden namazını kılıp, mezarlığa defnetmeye götürürlerken, yollarını eli sopalı bir takım köylüleri kesip, bu “kefere”yi bizim mezarlığımıza gömemezsiniz, deyip gömülmesini engellemişler. Dedem, köylülerin ne demek istediklerini çok iyi anladığından, yolu değiştirip, Müslüman mezarlığının bulunduğu yerin, tam karşı tepesine götürüp, dayımı defnetmişler.  Bu olaydan tedirgin olan bir kısım “dönme” Müslümanlar, daha sonra  köyü terk etmişler. Dedem ve dayılarım  teyzem ile kalırlar.  Bir müddet sonra bir dönme Müslüman daha rahmetli olur. Camide  cenaze namazı kılınır,  aile yolları çevrilir  endişesiyle, Müslüman mezarlığına yönelmez, doğru dayımın yanına götürürler.  Kısa zamanda bu olay alışkanlık haline gelir ve dönme Müslümanlar, cenazelerini dönmelerin mezarlığı diye oluşturulan bu mezarlığa gömmeye başlarlar.  Yaklaşık on beş mezar oluştuktan sonra ise; bir gün muhtar ilçeye kaymakama gider ve olayı anlatır, çözüm ister. Kaymakam çözümü bulur. İşte yıkıldığım an; bu haber üzerine devlet karayollarından bir dozer gelip on beşi aşkın mezarı darmadağın eder, buradan yol geçecek der, bir kemik dahi almalarına müsaade etmeden, bir yol uzantısı süsü verilir ve aynen öyle de bırakıp giderler. 40 senedir o yol aynı şekilde yarım duruyor.
Bu olaydan sonra camideki ilk cumaya,  tüm köy halkı hoparlörle davet edilir. Verilen vaaz sonrasında köyde, namaz kılmayan kimsenin olmadığını söyler hoca efendi, dolayısıyla namaz kılan herkesi aynı yere gömmek gerektiğinden dem vurur.

O gün, bu gündür de, köyde tek mezarlık oluşmuştur.  Yaşayan  ”DAYIM” da   komşuları için namaz kıldığını söyler, hocanın iş için şehre gittiğinde de yeğenim   gönüllü olarak  namaz kıldırır, lakabı da “GAVUR İMAM”dır. Mezarı olmayan biri için;  Tehcirmiş, büyük felaketmiş, Soykırımmış, adı önemli mi? Anamın mezarının olmayışı vicdanımı rahatsız ediyordu. Ben kırk beş sene sonra anamın mezarını buldum. O gün kadar rahat uyuduğum bir günü de hatırlamıyorum.  Uykusunda rahat edemeyenler, mezarı kayıp olan, mezarı olmayan, bir yakınınız, akrabanız, hatta komşunuz bile varsa; Onun kayıp mezarını bulmaya yardımcı olun, aha burası onun mezarıdır deyip, bir dua okuyacak taş dikin, rahat edin.

C.B: Çocukluğunuzun geçtiği yerde Ermeni olmanın ağırlığını yaşadınız mı?

G.O. Çocukluğumun geçtiği yer Tuzla Kamp Armen’di  ki; Tuzla’daki arkadaşlarımın ağız alışkanlığından, Ermeni eşittir Gavur lafından hiç rahatsızlık duymadım.  Yalnız ayrımcılık ve rahatsızlık kelimelerini yaşayarak hissettim. Mesela; bugün de beni bir arkadaşına  tanıştıran,  arkadaşım benim Ermeni olduğumu söylemez. Bu gavur’dur der.  Şaka olduğunu bilmeme rağmen, alınırım.  Alınganlığımı da belli ederim. Belli etmemin sebebi, bir daha yapmasın diyedir, ama bilinç altına öyle bir yerleşmiş ki; tekrarlanır her seferinde. Bu ötekileştirmenin bir çeşidinden duyduğum  rahatsızlığım.

Ayırımcılığım ise; Dokuz yaşından beri idealim Pilot olmaktı. Ortaokulu bitirdiğimde, Pilot olmak için Hava Harp Okuluna başvurduğumda, tüm evraklarım tam olmasına rağmen, kayıt görevlisi;  herkesin adını tükenmez kalemle yazarken,  benim dosyamı alıp önce bir yüzüme baktı, sonra da kurşun kalemle adımı yazmaya kalktı. Bende isyanıma yenik düştüm, kayıt yapan askerin  elinden  kurşun kalemi alıp, benim de adımı tükenmez ile yaz, sileceksen de sonra karalarsın, dedim. Az sonra bir rütbeli subay gelip, beni ikna etti.  Bir daha hiçbir devlet memurluğuna başvurmamam gerektiğini  kibar bir lisanla  bildirerek, Kamp Armen’e yollanmamı emretti. Ben de uyguladım. Ne olursa  olsun, “Sadık Vatandaş”ım. Ne geçmişte atalarım isyan etti, ne de günümüzde yaşayanlar olarak bizlerin isyan etme gibi bir niyetleri olmadı. Olmaz da. Kuzu gibi yetiştirildik, koyun gibi güdülürüz.

C.B: Peki, Tuzla Yetimhanesi’ne gelişiniz, Tuzla Yetimhanesi, arkadaşınız Hrant desem?

G.O. Keşke demeseydin, desem. Ama bir defa sordun, söz ile mermi arasında hiçbir fark yokmuş. Tuzla’ya; 1967den itibaren, (1970 yazı hariç)  her yaz gitmişimdir. Hrant ağabey ile ilkokula gideceğim ilk gün,  karşılaştığımız anı çok net hatırlıyorum ki; okula giderken kapı önünde ikişerli sıra olurduk. Haftanın nöbetçi abisi, Kum kapı’ya  yakın yerde bulunan okula götürüp  getirmekten sorumlu olurdu.  Hrant’ın sesiyle irkildim ve  “benim yontulmamış Malatyalım, sıraya geçsen de gitsek” ile başlamış, vurulduğu güne kadar da ağabey-kardeş ilişkimiz sürmüştü.  Hrant için anlatacak-söyleyecek çok söz var, yavaş-yavaş herkes Onun ne kadar büyük bir sevda ile Türkiyeli olduğunu anlayacak, ama bu anlayış  Hrant’ı geri getirmeyecek. Bari başkalarını götürmesin. Bir kişi bile olsun, sevgi uğruna “ölmeyi” göze alabiliyorsa eğer, “insanlığın” yaşama hakkı var, demektir.

C.B: Tuzla Yetimhanesi’nde ne kadar kaldınız? Oradan ne gerekçe ile ayrılmak zorunda kaldınız?

G.O. Tuzla Kamp Armen’de  sekiz sene kaldım. Kamptan;  eğitim için Yurtdışına gitmek üzere ayrıldım.  İki yıl sonra Yurda geri döndüğümde de, ilk gittiğim yer yine Kamp Armen oldu. Herkes “Tuzla Yetimhanesi”  diyor,  oranın talebeleri bizler ise; Kamp Armen deriz. Orası bizim evimizdi, hayata dair her şeyi biz orada öğrendik.  Her ne kadar aramızda Yetimler ve öksüzler olsa da, aile eksikliğini  hissetmedik ve hissettirmedik. Bu; Kamp Armen’in  bir geleneğiydi.

C.B: Tuzla Yetimhanesi’nin şu an ki durumu nedir? Size ait ancak sizden alınmış bu mekan ile ilgili yaptığınız çalışmalar var mı?

G.O. Tuzla Kamp Armen’in durumu şu an “atıl” vaziyettedir. Kapısı, penceresi yok, kör bir insana benziyor. İçinde barındırdığı çocuklarından uzaklaştırıldı. Lal olmuş çocuk gibi, konuşamıyor.  Bizim değil ki; gidip de bakalım. Güzelim çam ağaçları, Elma Armut, Erik, İncir, Ayva, Ceviz  Şeftali ağaçlarımız vardı. Bunlardan bir tane bile kalmamış.  Son olarak 25 Nisan 2010 da  55 kişi gittik, emeklerimizin nasıl ziyan edildiğini izleyip, ağlaştık.  Bu  bina da;  bir  Milli Servettir, yazıktır,  günahtır, kaderine terk edilmesin, Devletimizden bir ricam olacak; İnsanlığın ve Halkların kardeşliğine inancı ve de YETİM emeğine ve hakkına saygısı varsa,  ahrete inanıyorsa, haramın ne demek olduğunu biliyorsa,  bu ADALETSİZ el koymanın  giderilmesi yönünde bir adım atsın,  TC vatandaşı  olarak talep ve rica ediyorum. Komşu; komşusunu “dostluk” adlı sokakta öldürmüş. Eğer; her iki halk da dost ise; bu Tuzla Kampımızı “El Birliği” ile tekrar yaşama döndürmenin ve dostlukların yeşermesinin bir yolunu mutlaka bulmanın bir yolu olmalıdır.  Tuzla Kampımız için, sponsor bulabilirsem,  bu yıl sonuna yetiştirilmesi şart olan, bir kısa  kurgu film projem var. Bunun için; basında çıkmış bir haberi de tekrar paylaşmakta fayda var.

” Bir süre önce Türkiye ile Ermenistan arasında başlayan tarihi yakınlaşma, beyaz perdeye de yansıdı.

Anadolu Kültür ve Uluslararası Altın Kayısı Film Festivali öncülüğünde 2008 yılında başlatılan, geçen sene “Ermenistan-Türkiye Sinema Platformu” adını alan girişim, ilk meyvelerini vermeye hazırlanıyor. Bu kapsamda, Türkiye ve Ermenistan’dan bir çok başvuru arasından seçilen 10 sinemacı, 8-10 Nisan 2010 tarihleri arasında İstanbul’da bir araya geldi. Ermenistan-Türkiye Sinema Platformu’nun 5. buluşmasında, toplam 5 proje destek aldı. Seçici kurulunda Melek Ulagay, Nurdan Arca, Sırrı Süreyya Önder, Sevil Demirci, Çiğdem Mater ve Uluslararası Altın Kayısı Film Festivali “Directors Across Borders” direktörü Artsvi Bakhchinyan’ın yer aldığı platform toplantısında, iki ülkeden toplam 10 proje değerlendirildi.

KAYBOLMAYIN ÇOCUKLAR

İngiltere merkezli Global Dialogue tarafından desteklenen toplantıda, Türkiye’den; Gülengül Altıntaş ve Garabet Orunöz’ün “Kaybolmayın Çocuklar!”,  Meryem Yavuz ve M. Cem Öztüfekçi’nin “Agop’tan Şükrü’ye Selam Var”, Ermenistan’dan Diana Kardumyan’ın “Galata”, Arthur Sukiasyan’ın “Güvercin Ustaları” ve Gor Baghdasaryan’ın “Komşular” adlı projelerine platform kapsamında destek verilmesi kararlaştırıldı.”

Bu kısa film haricinde ise; Kampımızdan su içmiş, ekmeğini yemiş, bir ağaç dikmiş, taş üstüne taş koymuş olanlardan, Dünyanın dört bir tarafına dağılmışların hikayelerini ve anılarını toplayıp, eski resimleriyle birlikte bir kitap yayınlamak var. Ömür yeterse;  yaşanmışlıkların tamamını yazmak isterim.

C.B: Sonraki dönem, mesela askerlik yaptınız mı? Hatta bir Ermeni’nin bir askerlik anısını dinlemek istesem?

G.O. Bende bu ülkenin evladıyım, her ne kadar ötekileştirilmeye zorlansam da, kendimi öteki görmedim. Askerlikte yaptım, Sarıkamış Dağ taburunda Kursa da gittim, başarı belgesi de aldım. (kurs belgesini attach ile yollayacağım)

Askerlik dönemim de 12 Eylül ihtilali de oldu. Dağlara da yollandım, yollarda da nöbet tuttum, verilen vazife ne olduysa yaptım. Alayda benim Ermeni olduğumu bilmeyen yoktu.   Bu arada ilginç olaylar da yaşadım. Bir gün, nöbetçi subayı içtimada topladığı alaya şöyle seslendi; arkadaşlar, yine Ermeni Asala militanları bir konsolosumuzu vurmuş.  Aramızda Ermeni arkadaşlarımız var. Olmaya ki; biriniz Onlardan herhangi birini rahatsız edesiniz. Onlar da sizler gibi Vatani görevlerini yapmaya gelmiş vatandaşlarımızdır.  İşte bu sözlerden sonra; etrafıma toplanan arkadaşlarım, sorular sormaya başladılar. Yahu Garabet, bu Sizinkiler Bizimkileri niye vuruyorlar? Hadi gel de çık işin içinden. Sizinkiler- Bizimkiler ayırım baştan başlamış oldu.  Muhabbete oturacağız  diye!  Bedava tarih dersi yok hele bir demlik çay söyleyin ki anlatayım, dedim. Masanın etrafına toplandık, çaylarımızı da doldurduk, kimseyi üzmeden, beni en iyi anlayabilecek kişinin gözlerinin de içine bakarak, hani 1915 yıllarında  Senin deden benim dedem ile kapı komşuyken,  bir gece aniden gelen emirle kadın-erkek, çoluk-çocuk,  toplayıp götürmüşler de, bir daha geri gelmemişler ya! Derken, az ilerimizde duran bir Muşlu arkadaşın dikkatle bizi dinlediğini fark ettim. Muşlu ula sende yanımıza gelsene deyip, tamda yanıma aldım. Bir de tembihledim, ula Muşlu küfür etmeyesin bak ben Ermeni’yim dedim. >Muşlu;  haşa de ağabey yahu, sen hiç Ermeni olabilir misin? Bak senin de benim gibi etin var, kemiğin var dedi. <Bende; Muşlu senin bildiğin Ermeni nasıldır? Diye sordum, gayet ciddi bir tavırla, Ermeni boynuzludur, dedi. Şimdi;  20 yaşına gelmiş, Ermeni’nin boynuzlu olduğuna inanmış birini yalancı mı? çıkaraydım. Ona öyle öğretilmiş ne yapsın. Benim de vardı askere gelirken kestirdim, deyince, ayağa kalktı hemen kafamdan kepimi aldı, saçlarımın arasından kesik boynuz izini aramaya başladı.  Bu seferde boşuna arama estetik yaptırdım. O nedir?  diyecek oldu, ben sana sonra anlatırım, dedim. Sonra ahbap olduk, kendisine Ermeni’nin boynuzlu olduğunu kimin öğrettiğini sordum, okula hiç gitmemişti, hoca dedi. Hoca diye köyün imamından bahsediyordu. Hocanın babasının adını sordum, Abdullah’mış, dedesinin adını biliyor musun? Dedim, Heçik  (Haçik= Ermeni ismidir) dedi. Şimdi ben ne diyeyim, “Yarım doktor candan, yarım hoca da İmandan eder” demişlerse boşa dememişler. Okumuşuyla okumamışı arasında da  bir şey fark ettim. Askerlikten 28 sene sonra, “Türkiye’de Ermeni Olmak”  adlı bir söyleşiye dinleyici olarak gittim. İki profesör, konuştular, anlattılar, soru-cevap kısmında bir şey sormak için korkak talebelere benzer, parmak kaldırıp durdum, profesörün erkek olanı gördü. Buyurun deyince; aramızda hiç Ermeni var mı? diye sordum. 150 kadar kişinin içinde bir tek kişi bile ses çıkarmadı. Ne yaptınız? Türkiye’de bir tane bile Ermeni bulamadınız mı? ki kendi-kendinize Türkiye’de Ermeni olmayı söyleşiyorsunuz?  Dedikten sonra, biliyor musunuz?  Ben Ermeni’yim  dedim.   Sonra da, profesörlerden  bir  şikayetim  olacağını, söyledim ve “İşlerinin İnsan eğitmek” olduğunu, ama “İyi Eğitemediklerinden”  bir insanın, bir başka insan için boynuzlu olabileceğini düşünen, Muşluyu anlattım. Profesörlerden erkek olanı; Garabet hocam; aklınla bin yaşa, bende Kürt asıllıyım, benim için de kuyruklu diyorlar. Bundan sonra bende senin yaptığın gibi yapıp,  kuyruğu kestirdim diyeceğim dedi ki; aman hocam, hiçbir yerde söylemeyin dedim. Niye diye sordu koca profesör?  Ben boynuzları kestirdim deyince; Muşlu kepimi alıp kafamı açtı, hocam Siz kuyruğu kestirdim deseniz, demem ile salon kahkahayla yıkıldı.  Bu anılarım; biri askerden, devamı sivildendi, biri okumamış, diğeri de eğitmemiş bir eğitmendendi.

C.B: Hiç Ermeni olduğunuzu saklamak zorunda kaldınız mı? Ya da aileniz böyle bir zorunluluk yaşadı mı?

G.O. Ben şahsım olarak asla kimliğimden dolayı utanmadım ki, aslımı inkar edip de gizleme ihtiyacı duyayım. Saklamadım,   saklanmadım. Ailemden saklayan  var. Hatta bir iş için bir dostum beni  tanıştıracağı kişinin,  beş vakit namaz kıldığını, dolayısıyla da bir gayrimüslim ile iş yapmak istemeyebileceğini söyledi. Senin adını Galip olarak söyledim, sende açık etme işine bak dedi, tanışmaya ve ilk işimizi almaya gittik. İstanbul Maltepe’ye gidecektik, gittik. Mağazadan içeri girince, selamlaştım ve kendimi tanıttım. Ben Garabet, Ermeni’yim dedim, arkadaşım kızardı ve terledi. Mağaza sahibi çok memnun olduğunu, iyi ustaların Ermeni olduğunu söyledi, çayımızı içtik, siparişimizi aldık çıktık. İkinci işimizi de yaptıktan sonra,  ne hesabımı alabildim, ne de hakkında şikayetçi olabildim. Allah’a havale ettim, emeğimi HELAL etmedim  şimdilik, sonra eder miyim?  bilmiyorum. Benim kendisinden daha fazla ihtiyacım olduğundan dolayı etmem. Bu adam  alın terine  saygıyı   bilse, emeğimi gasp etmezdi. Gavur’un emeğini de malını da gasp etmek, ona “helal” diye öğretilmiş.  İnsanımızın çoğunluğu; ganimet kültüründen ne zaman kurtulacak ve üretip, yaratıp, yetiştirirse, haram ile helalin de ne demek olduğunun kıymetini bilecek.    Mesela benim Hristiyan olduğu halde, Müslüman ismi verilmiş, hem Ermeni olduğunu hem de Hristiyan olduğunu gizlemek zorunda kalmış tanıdıklarım var.

C:B: Benim bir Türk olarak, sadece dinlediğim Ermenice bir şarkıdan dolayı yediğim azarı düşünürsek acaba sizin için Ermeni olarak Türkiye’de yaşamak nasıl birşey?

G.O.Bunun için bir dostum çok güzel bir yazı yazmış, aynen sana da yolluyorum.

Değişik  bir  duygudur  Türkiye’de  Ermeni  olmak…

Her  ne  kadar  da  Hrant  Dink  sözde  suikastinin ardından  binlerce  kişi ;  “Hepimiz  Hrantız,  hepimiz Ermeniyiz”  diye  bağırsa  da… Bir  çok  kesim,  aslında “hepimiz  insanız”  manasına  gelen bu  sloganı anlamayıp,  işi  başka  boyutlara  vursa  da…  Değişik  bir  duygudur  Türkiye’de  Ermeni  olmak… Öyle  bağırmakla  da  olacak  bir  şey  değildir  aslında… Türkiye’de  Ermeni  olmak,  bilen  dostlarının  sana “ne olur  bir topik  yap da  yiyelim”  diyebilmesidir. Ermeni  olmak,  bir işlem  için  devlet  dairesine  gidip  de adını  söylediğinde  memurun  yüzüne  tuhaf  tuhaf bakmasıdır,  hatta  “sen  Ermeni  misin?”  diye  sorarken yüzüne  alaycı  alaycı  bakmasıdır… İsminin  her  yerde yanlış  yazılmasıdır.    Türkiye’de  Ermeni  olmak,  askerdeyken arkadaşlarının  sana,  ne  olur  bir kere  kelime-i  şaadet getir  demesidir… Yine de  kız kulesine  aşık  olmaktır. Ermeni  olmak,  galata  kulesinden  İstanbul’u seyrederken  derin  duygulara  dalmaktır…   Türkiye’de  Ermeni  olmak,  okullarının  tarih kitaplarındaki  Ermeni  karşıtı  yazıları  okuyup  gelip bunlar  ne  diye  size  sorduğunda  çocuğunuz,  verecek yanıt  bulamamaktır…   Türkiye’de  Ermeni  olmak,  seni  tanıyan  birinin üçüncü  bir  şahısa  senden  bahsederken.  “Ermeni  bir arkadaş”  dedikten  sonra  “ama  iyi  çocuktur  gerçekten”  diye  bahsetmesidir…  Yine  de  balığın  olduğu,   rakının olduğu,  midya  dolmasının  olduğu  bir  sofrada  Türk  Sanat  Musikisi  eşliğinde  sevgiyle  şarkılar söylemektir… Yine  de  bazı  durumlarda  bazı  arkadaşlarının  seni arayarak  “üzülme,  onlar  cahil  biz  seni  tanıyoruz seviyoruz”  cümleleri  karşısında  duygulanmaktır … Türkiye’de  Ermeni  olmak… Birisi  ile  tanışırken ismini  çekinerek  söylemektir  Ermeni  olmak, söylediğinde  ise  karşındakinin  yüz  ifadesinden,  neler düşündüğünü  anlamaya  çalışma  alışkanlığıdır…  Bakanların  televizyonda  terörist  başları  için  “Ermeni dölü”  lafını  kullanırken  çocuklarınızın  bunları  duyması  halinde  bunu  nasıl  açıklayacağını  kara  kara düşünmektir… Türkiye’de  Ermeni  olmak,  Fransa’da  çıkmış yasalar  hakkında  birilerinin  özellikle  gelip  sana  “ne düşünüyorsun?”   diye  sormasıdır…  Ve  vereceğiniz cevabın  başına  “sözde”  kelimesini  koymak  zorunda oluşunuzdur… Çöpçü  olamamaktır,   Türkiye’de  Ermeni olmak,  devlet  memuru  olamamaktır…  Yine  de  vapura bindiğinizde  martılara  simit  atarken  Türkiye’yi  ne  çok sevdiğinizi  hatırlayışınızdır… Türkiye’de  Ermeni  olmak,  okullarınıza yerleştirilen  ve  Ermeni  asıllı  olmayan  öğretmenlerinize,  büyük  birilerinin ;  “aman  ha  siz bizim  gözümüz  kulağımızsınız  ona  göre…”  demesidir… Türkiye’de,  ilerde  vali,  bakan, pilot  olmayı  hayal  eden çocuklarınıza,  onları  kırmadan  ve  durumu  tam açıklamadan  başka  bir  meslek  seçmesi  konusunda tavsiyelerde  bulunarak  caydırmaya  çalışmaktır…

Çünkü …, Türkiye’de  Ermeni  olmak , Türk  olduğunuz halde,  tıpkı  Almanya’daki  Türklerin,  polis,  memur, vekil  olabildiği  gibi  olamamaktır…  Subay olamamaktır…  Yine  de,  işkembe  çorbasını  içmek, Hababam  Sınıfı’nı  izlemek,  çiğ  köfteyi  sevmektir Ermeni  olmak…  Düşünebilmektir,  üretebilmektir, yaratabilmek ve sanatkar  olmaktır… Her  başka  bir  ülkeye  göç  fikri geldiğinde,  burayı  çok  sevdiğini  hatırlamaktır… Güvercin  gibi  ürkek  olmaktır… Yine  de,  her  sabah okulda  gururla  İstiklal  Marşını  okumak,  Ne  Mutlu Türküm  diye  bağırmaktır.  Söz  sahibi  olamayacağı  bir Türkiye’nin  Mutlu  Türkü  olduğunu  haykırmaktır…  Ne  zaman  bu  ülkede  bir  Ermeni  asıllı  Türk, devlet  memuru,  subay  olur  işte  o  zaman  anlarım  ki beni  Türk  yerine  koyuyorlar  demektir… Bu  besleme durumunu,  Edip  Akbayram’ın  aldırma  gönül  türküsü ile unutmaktır…  Bir  yerde  oturduğunda  “Sarı  Gelin”   türküsünün  Ermenicesini  söylediğinde  birilerinin üstüne  saldırmasıdır…  Olsun  ne  yapalım  deyip, Türkçesini  söylemektir… Bazen  de,  delik  bir  ayakkabı  ile  yere uzanmaktır,  fikirlerini  sonsuzluğa  kavuşturarak … Binlerce  kişiye  “Sarı Gelin”   türküsünün  Ermenicesini öğreterek…

Sözün özü…

Öyle  kolay  değildir  Türkiye’de  Ermeni  olmak…

Yine  de  güzeldir,  güzel  olduğu  kadar  da değişik…

Bir aşktır Türkiye’de Ermeni olmak…

“İşine  gelmiyorsa  çek  git  kardeşim…”

diyenler

“Burası  benim de ülkem”

diyebilmektir…

şimdi bu yazının üstüne iki satır bir şey eklemem doğru olur mu?

C.B: Hrant Dink’ten sonra bu ülkeye bakışınız değişti mi?

G.O. Bakışın değişmesi bakmaya bağlı.  Benim bakışım olumlu yönde değişti. Bundan On beş sene önce hiçbir  konu hakkında konuşamazdın. Şimdi ise; Taksim Meydanında 24 Nisan’ı sessiz de olsa anmak için toplanabiliyorsun. Seni dinleyenler var, geçmişi sorgulayanlar var, bunları görünce ve yaşayınca, insanın bakışı olumlu yönde nasıl değişmesin.

C.B: Bugüne geldiğimizde, gündemi 1915 Tehciri meşgul ederken, bir Ermeni olarak bu tarihsel acıya düşülen yorumları nasıl yorumluyorsunuz?

G.O. Yorumlardan çok davranışlara bakarım.  Dün ile bugün çok farklı bir Ermeni atasözü ile  anlatmaya çalışayım .”Kızgın demir parçası,  ilişkilerini yakından görmek amacıyla; çekiç ve örsün arasına girmiş, ağzı dümdüz olmuş”…  Neyimize bizim; Fransız’ın, Amerikalının, İngiliz yada herhangi bir yabancının tavsiyeleri. Bizler; niye “kızgınlaşmış demir gibi”,  örs ile çekiç’in arasına giriyoruz. Konuşmayı bilmiyor muyuz?  Acılarımızı bildikten sonra; birbirimizin  yarasının da nasıl sağalacağını biliriz. Yeter ki; konuşma cesaretimizi cihanı aleme  cesurca ve yalansız  gösterelim.

C.B: Hiç Ermenistan’a gitmeyi düşündünüz mü?

G.O. Hayır, Ermenistan’a hiç gitmedim, gitmeyi çok istiyorum, ama gezmeye, asla yerleşmeye değil.

C.B: Düşündüyseniz, neden? Düşünmediyseniz, neden?

G.O. Malatya’da doğmuşum, anamın mezarı, babamın mezarı, Malatya’dadır. Dedemin ve ninemin mezarları yoktur. Atalarım terk edip de bir yerlere gitmemişler, ben niye gideyim?  Üç günlük ömrümüzde, bir gün fazla yaşayıp da ne olacağız ki; bir gün eksik yaşayayım, ama istediğim yerde yaşayayım. 1989 yılında Almanya’ya gittim, oradaki mülteciler kampının sorumlusunun kızına bir bilezik yapmıştım.  Kız babasıyla bileziğini almaya geldiğinde, babası bunun benim mi? yaptığımı sordu, evet dediğimde, “Sizin gibi ustanın” Almanya’da çalışması lazım, dedi. Kibarca teşekkür edip, gelmeyeceğimi söyledim. Neden? Diye sorunca, eşim, çocuklarım ve Türkiye’de bir imalathanem olduğunu, burada geleceğin  ustalarını yetiştirmekten keyif  aldığımı, dolayısıyla gelemeyeceğimi söylediğimde, ısrar ederek, bir haftada eşinizi ve çocuklarınızı buraya getirttirebiliriz,  dedi.  Sizin gibi ustaların Almanya’da çalışması lazım deyince de dayanamadım ve “Almanya’yı bana bağışlasanız” gelmeyeceğim dedim. Pişman değilim.  Şimdi hiçbir yere gitmeyeceğimi  anlatabildiğimi sanıyorum.

C.B: Bize verdiğiniz samimi cevaplardan dolayı çok teşekkür ederiz. İyi ki varsınız, hep var olun lütfen.

G.O. Ben de Size çok teşekkür ederim, kendim ve ait olduğum toplumum hakkında fikirlerimi ifade etme olanağını bana sunduğunuz için, sağolun.

http://www.derindusunce.org/2010/05/12/bu-aci-kimin/

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Hoş Geldiniz

Batı Ermenistan ve Batı Ermenileri’yle ilgili bilgi alış verişi gerçekleştirme merkezinin internet sitesi.
Bu adresten bize ulaşabilirsiniz:

Son gönderiler

Sosyal Medya

Takvim

September 2025
M T W T F S S
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930