Osmanlı yöneticileri, Konstantinopel’in Fatih Sultan Mehmet tarafından işgal edildiği 1453 yılından itibaren, Küçük Asya’nın yerli halkları olan Hititler, Ermeniler, Süryaniler, Yunanlılar ve diğer milletlerin kılıçla ele geçirilmiş kültürel, mimari yapıtlarını, kaleleri ve kiliselerini yağma etmeye, yıkmaya ve tenzil etmeye başlar.
Bu kültürel zenginlikleri soyan ve yıkanlar, şimdi aniden kendilerini mal sahibi ilan ederek, Küçük Asya’da yaratılmış olan hazinelerin günümüz Türkiye hükümetine iadesini yabancı ülkelerden talep etmektedir.
Metropoliten, Gatty, Louvre ve Pergamon sanat müzelerinde korunan hazineler, antik aletler ve silahlar, insanlığın medeniyet mirasının bir parçası olmaları için aslında Türklerin elinden kurtarılmıştır.
Tüm bunlar Türklerin elinde bırakıldığı takdirde, muhakkak ki, sistematik bir şekilde yıkılarak yerle bir edilen 2000 Ermeni kilisesi, manastırı ve diğer mimari eserlerin kaderini paylaşmış olacaktı.
1915 yılında, 200 bin Ermeni çaresiz bir şekilde Van şehrini terk ettikten sonra, Ağtamar’ın yazım merkezi olan Lim Adası’ndaki manastırda on binlerce eski ve minyatürlerle bezeli elyazmaları ve İncil Türk ordusu tarafından ateşe verilmiştir. Batı, siyasi gerekliliklerden dolayı tüm bu barbarlıklara göz yumarak, Türklerin küstahlıklarına destek vermiştir. Bu düstursuzluğun en son ifadelerinden biri, Nakhicevan’ın (Nahcivan) Cuğa (Culfa) şehrinde bulunan binlerce Khaçkar’ın (Haçtaş, Ermenilere özgü, dini bir sanat çeşidi-çev. notu) güpegündüz Azerbaycanlılar tarafından yok edilmesidir.
Belirtmek gerekir ki, Britanya müzesi ve daha farklı müzeler de, Kutina (Kütahya) işi dekoratif çini mozaikleri veya Diana’nın (Anahit tanrıça veya Satağ Afrodit’i) başını, gerçekte olduğu gibi Ermeni yaratıcılığı ve becerisinin bir neticesi olarak sunmak yerine, inatla Selçuklu sanatı örneği veya bir başka etiketle takdim etmeye devam etmektedir.
UNESCO, Türklerin tehditlerine boyun eğerek, Avrupa’daki Ermeni mimari anıtlarını asıl sahiplerinin ismiyle anmayı günümüze kadar reddetmektedir.
Bu siyaset sonucunda, batılı birçok ülkenin başlıca müzeleri, yeni Türk tehditleri ve davalarının hedefi haline gelmiştir.
“New York Times” dergisi, 1 Ekim sayısının birinci sayfasında “Türkiye, dünya müzelerini kızdırarak, sanat eserlerinin iadesini talep etmektedir” başlığıyla bu soruna değinmektedir.
Türkiye’nin bu yeni saldırgan yaklaşımı, müze küratörleri tarafından “kültürel şantaj” olarak adlandırılmaktadır.
Konu, Osmanlı boyunduruğu altında bulunan ülkelerde yaratılmış olan çok sayıda eserle ilgilidir. Kültür mirasları ve müzeler genel müdürü Murat Süslü, “hukuken bizim olanın iade edilmesini istiyoruz” demektedir.
“Türkler kirli bir tartışma siyaseti sürdürmektedir. Müzeleri, yağmalanmış hazinelerle dolu olduğu sürece, manevi talepler ortaya koyma konusunda dikkatli olmak zorundalar”,- demektedir Berlin Bergama Müzesi’nin denetleyicisi, Prusya Kültür Mirası Vakfı müdürü, Hermann Parzinger.
Belirtilen yağmalanmış hazinelerden biri, 1887 yılında Sidon’dan (Lübnan) çıkartılan ve günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan, Büyük İskender’in taş lahdidir. Bay Süslü’ye göre, kazılar “o zamanki Türk topraklarında” gerçekleştirilmiş olduğundan dolayı, lahit, hukuken Türkiye’ye aittir.
Kudüs’ün de belli bir zaman Osmanlı boyunduruğunda bulunmuş olduğundan dolayı Türkler, bu çarpık mantık sayesinde, Kudüs’te bulunan tüm Ermeni kiliselerini ve sanat hazinelerini de talep edebilirler.
Günümüzde batılı müzelerde sergilenerek korunan ve dünyanın farklı köşelerinden elde edilmiş olan sanat hazinelerinin mülkiyet hakkını düzenleyecek uluslar arası bir kanun bulunmamaktadır.
UNESCO’nun bir antlaşması, 1970’ten önce oluşturuldukları ülke sınırları dışında bulunan eserleri müzelere elde etme izni vermektedir.
Genellikle birbirine zıt iki şeyi aynı zamanda yapmanın mümkün olmamasına rağmen, 1981’de bu antlaşmayı imzalamış olan Türkiye, hâlâ 1906’da kabul edilen bir Osmanlı yasasına vurgu yapmaktadır. Yasaya göre, bu tarihten sonra başka bir yere nakledilen her nesne, kendilerine ait olarak kabul edilip, iadesi talep edilebilecektir.
Türkiye, Osmanlı mirasından seçerek yararlanmakta, sanat eserlerini elde etmek için Osmanlı kanunlarından faydalanmayı uygun görmekte, lakin Osmanlı devleti tarafından gerçekleştirilen ve milyonlarca insanın hayatını kaybetmesi haricinde, sayısız kültür değerlerinin de yok edildiği Ermeni Soykırımı’nı tanıyıp, kabul etmek istememektedir.
Türkiye, çifte standartlarını kullanarak, batılı müzelere karşı başarıyla davalar açmakta ve önemli sanat eserlerini müzelerine geri almaktadır.
Örneğin 2011’de, 1800 yıllık Yunan sanatının bir örneği olan “yorgun Herkül” heykelinin üst kısmını Boston’daki sanat müzesinden elde etmeyi başarmıştır.
Türkler tarih boyunca, sanat veya kültür nesneleri veya yapıtları yaratma becerisiyle göze çarpmamışlardır.
Tersine, sanat ve kültür eserlerini tahrip eden, vahşi kuvvet kullanan ve savaşseverliğe değer verenler olarak tanınmışlardır.
Lakin sanatın ve kültürün, ülke turizmini kalkındırma açısından belli bir maddi değer teşkil ettiğini geç de olsa anlayarak, günümüzde ellerinde tuttukları bölgelerde yaratılmış olan hazineleri ele geçirebilmek niyetiyle yoğun çaba sarf etmekteler.
Bu tabii ki tehlikeli bir emsaldir. Türker, Osmanlı zamanından kalma kanunlarını öne sürerek, dünyanın farklı yörelerinde bulunan Ermeni eserlerine yönelik taleplerini öne sürebilirler.
BM ve UNESCO, Türkiye olgusunu hesaba katarak, Ermeniler ve diğer milletlerin oluşturduğu, Fakat Türkler tarafından el konulmuş veya yağma edilmiş eserleri uluslar arası mülkiyet olarak ilan etmeleri gerekmektedir.
Türkiye, günümüze kadar harabe halinde duran ve Türkler tarafından tahrip edilmiş olan, işgal altında tuttuğu bölgelerdeki kültür abideleri için hesap verme zorunluluğundadır.
Ermenilere ait eski manastırlar, kiliseler ve anıtlar, dünya medeniyetinin bir parçasını teşkil eden değerler olarak ilan edilerek daha sonraki saldırılar karşısında garanti altına alınmalıdır.
Aksi takdirde, soyguncular ve talancılar, mülk sahibi olarak ortaya çıkıp, kendilerine ait olmayan ve asırlar boyu tahrip ettikleri tüm bu kültür mirasına sahip çıkacaklardır.
Kaderin bir cilvesi olarak soyguncular, dünya hazinelerini gerekli olduğu gibi koruyamadığından dolayı suçlu olan, hoşgörülü bir dünyanın bakışları altında mülk sahibi olmuşlardır.
Detroit, ABD
İngilizceden Ermeniceye çeviren: H.Z.
Ermeniceden Türkçeye çeviren: Diran Lokmagözyan






Leave a Reply