Türkiye’nin ‘öteki renkleri’ konuşuyor (2)

Hükümet gerçeklikle yüzleşmeli

Başbakan Erdoğan’ın ‘Biz Türkiye’deki bütün azınlıklar için açılım yapıyoruz’ sözlerinden sonra gözler Türkiye’deki Ermenilere çevrildi. Ancak Ermeniler hükümeti samimi bulmuyor. Agos Gazetesi Yazarı Altuğ Yılmaz, Erdoğan’ın Ermeni patriğini ziyaret ettiğini, ancak Aram Dikran’ın Türkiye’ye getirilemediğini belirterek, ‘Gerçeklikle yüzleşmek zorundalar artık’ dedi.

Benim artık Ermenice konuşmam lazım

Ermenistan ile sınır ‘açılımı’ ve ‘Kürt açılımı’nın gündemde olduğu bugünlerde, resmi tarihin gölgesi altında dil ve kültürlerini yaşatmaya çalışan Ermeniler, Türkiye’de her geçen gün kan kaybediyor. Agos Gazetesi Yazarı Altuğ Yılmaz ve Aras Yayınları Editörü Rober Koptaş’la, Ermenilerin açılıma nasıl baktığını ve dil ve kültür çalışmaları üzerine görüştük.

Ermenice, Türkçe ve İngilizce bilen genç bir editör Rober Koptaş. Irkçı söylem barındırmayan bir dil sevgisi var. Bütün dillerde üretilen şarkıları, edebi metinleri seviyor. Demokratik açılım sürecine Kürtlerle birlikte diğer halkların da talepleriyle katılması gerektiğini düşünüyor.

Ermeniler Türkiye’de azınlıklar statüsünde olan bir halk, bu statüden kaynaklanan eğitim, yayıncılık yapmak gibi hakları var. Bu haklardan yararlandın mı?

Babam 1938 doğumlu. 1952’de İstanbul’a gelmişler, ailece göç etmişler. Annem İstanbul’da doğmuş, Ermeni okullarında okumuştu. Ama babam Ermenice bilmediği için bizim evde hep Türkçe konuşuldu. Ailem okul okumuş entelektüel bir aile değil. ‘Çocuğumuza Ermenice öğretelim’ gibi bir kaygı duymamışlar. Benim anadilim Türkçe oldu. Yedi yaşıma gelene, ilkokula başlayana kadar bildiğim Ermenice kelime sayısı 3-5 tane değildi. Kurtuluş’ta doğdum, Elmadağ’daki Ermeni okuluna başladım. Çok zorlanarak Ermenice öğrendim. Yepyeni bir dil. Bir yandan Türkçe okumayı öğreniyorsunuz, bir yandan Ermenice, çok zor gelmişti.

Eğitim hayatında nasıl sıkıntılar yaşadın?

İstanbul’da bugün 19 tane Ermeni okulu var, ama bu her şeyin harika olduğu anlamına gelmiyor tabii ki. Nesiller boyu kan kaybı verdi bu cemaat. Kültürel, dilsel, edebiyat anlamında kan kaybeden bir cemaat. Eğitim kalitesi her anlamda düşmüş, iyi öğretmenler emekliye ayrıldıkça, yerlerine gelenler onlar kadar iyi bilememişler dili. Aydın fikirli yazan çizen insanlar devletin baskısıyla yurtdışına gitmek zorunda kalmış. Dolayısıyla benim neslime gelene kadar Cumhuriyet döneminde eğitimin kalitesi çok düşmüştü. Liseyi bitirdiğimde Ermenice biliyordum, konuşuyordum, ama çok zorlanarak. Yani Lozan’la tanınmış hak, devlet tarafından, toplum tarafından içselleştirilmeyince gerçek bir hakka dönüşmüyor. Lozan çözüm olmuyor. Benim durumum da öyle oldu. Aras Yayıncılık’ta çalışmaya başlayana kadar ne Ermenice’yi iyi biliyordum, ne de Ermenice’yle ilgili herhangi bir şey yapabilirdim, yazmak okumak anlamında. Aras Yayıncılık Ermenice okulum oldu diyebilirim. Beraber büyüdüğüm arkadaşlarımın çoğunun böyle bir şansı olmadı. Onlar bugün benim kadar rahat ifade edemiyorlar kendilerini.

Liseyi bitirdikten sonra Ermeni gençlerin Ermenice’yle ilişkileri nasıl sürüyor?

Bir iki farklı örnekten bahsedilebilir. Bir, benim gibi bu tip meselelerle uğraşan insanların, hatta bazıları güçlenerek devam ediyor. Cemaat faaliyetlerine katılan, bir koroya katılanların Ermenice’yle ilişkileri sürüyor. Ermeni okullarının mezunlar dernekleri vardır. Orda pek çok sosyal, kültürel faaliyetler yapılır. O tip yerlere devam eden insanların hem cemaat yaşantısıyla bağları güçlü oluyor hem de dili yaşıyor ve yaşatıyorlar. Ama Ermeni dilinde edebiyat üreten, şarkılar yazan, gazetecilik yapan insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Kültürel anlamında büyük bir gerileme var. Manzara o anlamda çok iç açıcı değil.

50-60 bin nüfustan söz ettiniz İstanbul için. Ermenice kitaplar da basıyorsunuz. Kitap satışları nasıl?

Ermenice kitapları Türkçe kitaplara göre daha az basıyoruz tabii. Çünkü Türkçe kitaplar tüm Türkiye’ye ulaşırken Ermenice kitaplar bu bahsettiğim küçük cemaate ulaşabiliyor. Ermenice kitapları alanlar genelde ortaokul ve lise öğrencileri oluyorlar. Bunda öğretmenlerin çabası da var tabii.

Ermeni okullarının durumu nasıl?

Ermeni okulları kendi başlarına müfredat belirleyip kendi başlarına öğretebiliyor değiller. Her şey Milli Eğitim Bakanlığı’nın kontrolü altında. Uzun yıllardır Ermenice ders kitabı basılamadı mesela. Ben lisedeyken, 90’lı yılların başlarında, 1906’da basılmış bir kitabı Ermenice ders kitabı olarak kullanıyorduk. Başka bir realitenin kitabı o. 80-90 sene önce basılmış kitabı okuyorduk ve hiçbir şey anlamıyorduk. Çünkü bize çok ağır geliyordu. Ermeni dili ve edebiyatına bir sempati duymamız da söz konusu olmuyordu bu yüzden. Bir de okullarda müdür yardımcıları hep Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atanır.

Onu soracaktım. Bu da siyasal bir baskı gibi geliyor bana.

Tabii ki öyle. Her şeyi kontrol altında tutmak, okul içinde işlerin doğal akmamasını sağlamak üzere görevlendirilmiş müdür yardımcıları oluyor onlar. Diyelim Ermenice bir tiyatro oynayacaksınız. Müdür yardımcısı ‘bu Ermenice metni bana Türkçe’ye çevirin, ona göre oynayın’ diyebiliyor. Oturup sayfalarca metni Türkçe’ye çevirmeye kalkıyorsunuz. Genelde bu tip zahmetlere girmemek için onu da yapmıyorsunuz. Ermenice tiyatro oynamıyorsunuz, bitiyor. Ve bunun 10 yıllardır devam ettiğini düşünürseniz. Yani kültürel anlamda gericilik devlet baskısından çok bağımsız değil.

Gerçeklik yönetimi sıkıştırıyor

Çok kültürlülük ve Türkiye’deki etnik kültürlerle ilgili çalışmaları üniversite yıllarından bu yana sürdüren gazeteci-çevirmen Altuğ Yılmaz, ‘Ermeni edebiyatına açılan pencere’ olarak bilinen Aras Yayınları’nda 7 yıl çevirmen olarak çalıştıktan sonra Hrant Dink’in vurulmasından sonra dayanışma duygusuyla Agos gazetesine geçti. Yaklaşık 3 yıldır Agos’ta çalışan gazeteci Altuğ, çok kültürlülük ve çok kültürcülük arasında derin farklar olduğuna dikkat çekerek, kültürlerin nostaljik çağrışımla anılmasına itiraz ediyor.

Çok kültürlülük meselesi ile başlarsak, bu konudaki düşüncelerinizi anlatır mısınız?

Önce çok kültürcülük ile çok kültürlülük arasındaki farkı saptamak gerekiyor. Bir tanesi siyasi görüş, diğeri var olan bir olgu, bu olguyu saptayan bir kavram. Benim çok kültürlülükten anladığım, farklılıkları yadırgamadan bir arada yaşamaktır. Bir arada yaşayan gruplar, topluluklar ve halklar çok doğal bir şekilde birbiriyle iletişim halindeler. Fakat çok kültürcülük nostaljik çağrışımı olan bir sözcük. Son 15-20 yıl içerisinde, etnik kimlikler Türkiye’de daha duyulur, görünür hale geldi. 80’lerin ortalarında başlayan, kendini daha çok gösteren Kürt hareketiyle birlikte gelişti. Muhalif sol çevreler de bu süreçte bu olgu ile tanıştı. Çok kültürlülük konusu tartışılıp irdelenirken, bir yandan da liberal çok kültürcülük anlayışı gelişti. Bu anlayışın bir çıkış olduğunu düşünmüyorum. Mesela Ermeni kültürünü sırf Topik’e indirgemek ve bu çerçeveyle sınırlamak bu anlayışın ürünüdür ve çok yanlıştır. Bu durumda gerçekle, tarihle, bir halkın kültürüyle yüzleşmek mümkün değil. Liberal çok kültürcülük bu yüzleşmeyi istemez ve Ermeni kültürünü Topik’e indirgemekle yetinir. Oysa Türkiye’deki Ermenilerin tarihini, kültürünü, kimliğini 1915 olaylarını hatırlamadan konuşmanız ne kadar mümkün olabilir ki? Türkiye’de 1915 olaylarını konuşmak, tartışmak bir tabu. Pontus meselesi çok ciddi bir tabu olarak duruyor.

Çokkültürlülük dediğimiz kavramın içinin doldurulması için, örneğin devlet tarafından neler yapılmalı? Kültürle ilgili insanların neler yapması lazım?

Öncelikle tarihe bakışın yeniden, hatta en baştan ele alınması gerekiyor. Tarihe daha dürüst bakarsak eğer, sanıyorum bu önemli bir adım olur. Tabii pratik uygulama alanları da var. Örneğin her türlü ayırımcılık içeren ifadelerin ve metinlerin okul kitaplarından çıkarılması lazım. Bu çok önemli, çünkü eğitim, malum, her şeyi şekillendiriyor. Tarih ile yüzleşmek denen şey mutlaka gerçekleştirilmeli. Yalnızca Ermeniler için değil, Anadolu’da yaşamış tüm halklar için gerekli. Anadolu’da çok sayıda Ermeni manastırı, kilisesi var ve harap vaziyetteler. Birtakım yenileme çalışması son dönemde başladı. Ama bu çok yetersiz ve bu çalışmaların nasıl yapıldığı da çok önemli. Van Gölü’ndeki Ahtamara Adası’ndaki Surp Haç Kilisesi restorasyondan geçti. Açıldı ve kilisenin haçı indirildi. Şimdi bunu nasıl temellendireceğiz? Çok benzer bir şey, Aram Dikran son arzusu yerine getirilemeyen büyük bir müzisyen olarak bu dünyadan göçtü gitti.

Anadolu’da dediğim gibi bir sürü virane halinde Ermeni kilisesi, manastırı var. Restore edilsin bunlar. Bunlar bu toprakların kültürel mirasıdır. Diasporada bir sürü Ermeni kurumu var. Ermeni mimarlar, sanat tarihçeleri, restoratörler var. İşbirliği yapsın. Gelsinler burada o kültürel mirası mümkün olduğunca kullanılabilir hale getirsinler.

İngilizce çeviri yapıyorsun, Fransızca da biliyorsun ve bunca yıl Ermeni kurumlarında çalışıyorsun, Ermenicen nasıl?

Şöyle diyelim, Aras Yayıncılık Ermenice’nin çok iyi konuşulduğu yerlerden biridir. Paylin öğretmendir, Takuhi çok iyi konuşur, Ardeş abi zaten sayılı insanlardan biridir. Bu nedenle kulaklarım dolu, fakat oturup çalışmadım, tembellik ettim ama boynumun borcudur, benim artık Ermenice konuşmam lazım. Bu istek sadece halkların kardeşliğine olan inancımla alakalı değil, ben dil öğrenmek istiyorum ve Ermenice de benim önümdeki alternatiflerden biri. Derya gibi kaynak ve birikim var orada.

Vecdi ERBAY
İSTANBUL-DİHA

Hoş Geldiniz

Batı Ermenistan ve Batı Ermenileri’yle ilgili bilgi alış verişi gerçekleştirme merkezinin internet sitesi.
Bu adresten bize ulaşabilirsiniz:

Son gönderiler

Sosyal Medya

Takvim

September 2025
M T W T F S S
1234567
891011121314
15161718192021
22232425262728
2930